“(…) gerçekten, kızaran yaşlı bir adamcağızı seyretmek ve bu sırada berbat yağın dumanını solumak, hiç de hoş bir manzara değil.”
Lukianos

Okuyacağınız bu yazı, Peter Sloterdijk’in Mustafa Tüzel tarafından Türkçe’ye çevrilen “Alaycı Lukianos ya da Eleştiri Kamp Değiştiriyor” başlıklı ciddi incelemesinin mizahi bir bakış açısıyla deforme edilmesinden ibarettir.

(…)
Önce Lukianos’un kısa bir biyografisini verelim:

“Lukianos, (doğumu M.S. yaklaşık 120) başarısız bir heykeltıraşlık denemesinden sonra, (ki dönemin stoacı ünlü filozoflarından birini bir sütunla fazla iç içe resmettiği için işinden olmuştu.) İletişimci oldu. O günlerde karşılığı bulunmayan bir meslekti bu. Böylece, Paulus gibi büyük bir seyyah olarak, ülkeleri dolaştı, Galya’dan Adana’ya kadar tüm Akdeniz bölgesini gezdi, buralarda yanında kekeme bir vantrolog ve ön grup olarak dönemin ünlü boysband’i “sütun çocuklar”la çalışarak gösterişli ve şatafatlı konuşmalar yaptı. Yunanca’yı aksansız konuşamadığı halde, bu alanda büyük bir başarı kazandı. Akropolis’te düzenlenen ve yalnızca dönemin ünlü filozoflarının davet edildiği “2. Geleneksel Münazara Günleri”ne şeref konuğu olarak katıldı. ‘Okuyan mı daha çok bilir, yoksa gezen mi?’ ana başlığı altında toplanan münazarada “Gezerken aynı zamanda yolda bir şeyler okuyan daha çok bilir, en azından trafik sıkıştığında” tezini ileri sürdü. Bu tez bazı filozoflarca; dönemin sosyal yapısına göre oldukça radikal ve yenilikçi bulunsa da, bazı filozoflarca etik dışı bulundu. Bütün bu şöhret ve başarıya rağmen Lukianos huzursuzdu. Bu yüzden kırk yaşında alaycı hafif yazılar yazmaya başladı. Onu ölümsüzleştiren de bu yazarlığı oldu. Sonraki yıllarda Mısır’da Roma devletinin hizmetinde bir memurluk görevine girdi; yani daha önce bol bol alay ettiği şeyleri, sağlam gelirleri ve bir mekanda yerleşikliği ve hatta devremülk sistemini kabul etti. Yaşamında saptanabilen son tarih İmparator Marcus Aurelius’a ‘Ay yuvarlaktır, inanmayan gece başını kaldırıp gökyüzüne baksın’ demesidir (M.S.17.3.180). Net olarak bilinmemekle birlikte, Lukianos’un da bu tarihten kısa bir süre sonra öldüğü (ya da öldürüldüğü) tahmin edilmektedir. Bu olaydan sonra berberi tarafından bir penguene benzetilen İmparator Marcus Aurelius’un intihar ettiği bilinmektedir.” (Otto Seel, Lukian, Gespräche der Götter und Meergötter, der Toten und der Hetären, Stuttgart 1967, s. 241/242.)

Lukianos’un döneminde Kinizm Roma İmparatorluğu’nda son derece ideal bir beslenme zemini bulmuştur. Yönetimin “yurttaşlara yabancılığı”, askeri ve sivil devlet aygıtının nefret uyandıran baskıları, ağır vergiler, yurttaşların askerlik görevini yapmaktaki isteksizlikleri ve sürekli Atina’dan bildiri yayınlayan şarklı bir muhabir toplumsal bunalımın şaşmaz belirtileri haline gelmiştir. Böylesi dönemlerde, bir zamanlar azınlığı ilgilendiren felsefi okulların ve kinizm gibi hareketlerin kitlesel bir ilgiye mahzar olması kaçınılmazdır. Bu dönemin ironik seslerinden birisinin de Lukianos olduğunu, kinik tarikat önderi Proteus’un intiharı üzerine yazdığı acımasız hicviyeden anlıyoruz. Burada, bu metin üzerine yoğunlaşacağız. Bu metin, entelektüellerin ileri yaşlarda aşağılanmayla karşılaştıklarında konuşmaya başladıkları yeni bir aksanın en iyi örneğidir. Aşağılanınca aksan değiştirmenin batı kaynaklı bir gelenek olduğunu da bu noktada anlıyoruz.

Lukianos, hicviyesinde Olimpia’da olimpiyat şenlikleri sırasında kalabalık bir izleyici kitlesi önünde gerçekleştirilen sansasyonel bir olayı ele alıyor: Sözü edilen Proteus, kinik bir tarikatın önderi ve sanırım protesto kavramının isim babası, kendisini herkesin gözü önünde bir odun yığınının üstünde yakmaya karar vermiş; böylece insanlara trajik ve kahramanca bir intiharı izlettirerek, tarikatının itibarını artırmayı ve Lukianos’un vurguladığı gibi, ünlü olma dürtüsünü de doyurmayı planlamış. Ölümden sonra gelen şöhretin, şöhret sahibi için ne kadar işlevsel olduğu ayrı bir tartışma konusuysa da; Proteus yaşasaydı zaten ömrünün altmışlı yaşlarında romatizmadan, basurdan, soluma zorluğundan ve huysuz karısından yakınan ihtiyar bir kinik olacaktı. Proteus’un yeterince yankı uyandırmak için Atina’daki şarklı şarap düşkünü muhabirce günler öncesinden ilan ettirdiği bu planı gerçekten uygulanmış. Bu planda kamusal tavır hedeflenmiş ve kitleler üzerindeki etki hesaplanmış. Lukianos olayı bir görgü tanığı gibi anlatıyor. Olayı serilmeyişi öyle alaycı ki, bunu, anlatılan olayların nesnel bir betimlenişinden çok, görgü tanığının eleştirel bakışının bir belgesi olarak okumakta yarar var. Lukianos’un hicvi kültürsüz dilenci ahlakçılara karşı, kültürlü bir saldırıdır; yani dönemin basitlik yanlılarına karşı bir tür efendi hicvidir. Kinikler kendi çağlarının dünyayı hor görenleriydiler; Lukianos da, hor görenleri hor görmüş, ahlakçıların ahlakçısı olmuştur. Ölmeye hevesli kinik Proteus’un izleyicilerine ölümü kahramanca hor görmenin ve bilgeliğin bir örneği olarak sergilediği şey; Lukianos’un gözünde gülünç bir ün arayışının aşırılığından başka bir şey değildir. Şimdi Lukianos’un serimlemesini izleyelim.

Lukianos bu serimlemede, kurbanına aman vermiyor. Önce birisi Proteus’u öven bir konuşma yapıyor. Övülen ustanın bir benzeri, yüksekten atıp tutan, avaz avaz bağıran, erdem ve pazar çığırtkanlığı yapan birisi olarak çizilen bu vaiz, kan ter içinde müthiş numaralar gösteriyor, sahte duygusallıklara kapılarak ağlıyor, ara sıra ‘Zeus’un ismini haykırarak baygınlıklar geçiriyor. Ancak Proteus’un yaşam öyküsünü anlatan bir sonraki konuşmacı, kendisini yakmak isteyen adamın çok korkunç bir portresini çiziyor. Lukianos’un bu konuşmacıya kendi versiyonunu söylettiğinden hiç kuşku yok. Bu versiyona göre Proteus suçlu, şarlatan ve ün kazanma delisi bir adamdır. Bu biyografinin evreleri, katıksız alçaklıklardan oluşmaktadır. Rüşvet olaylarına karışmış, zina yaparken suçüstü yakalandıktan sonra anüsüne bir bayır turpu sokulmuş ve dönemin en büyük suçu olarak kabul edilen şeyi yapmış, babasını öldürmüştür. Tüm bunlardan sonra – doğduğu kent olan Pariam’dan kaçmak zorunda kaldığı için – gezgin bir dolandırıcı kariyerine başlayacak olgunluğa erişmiştir. Proteus hemen bir Hıristiyan cemaatine girmiş ve burada retorik alanındaki marifetleriyle hızlı bir kariyer yapmıştır. Filistin’den gelen “çarmıha gerilmiş sofistlerin” yandaşları, naif insanlardı ve kurnaz birisi onları çok kolay kandırabilirdi. Daha sonra Proteus Hıristiyanlardan Kiniklere geçmiş, uzun bir filozof sakalı bırakmış, gezgin vaizlerin heybesini, asasını ve abasını alarak, geze geze Mısır’a varmıştır; orada kendini herkesin gözünün önünde kırbaçlayarak ve kafasının yarısını sıfır numara kazıyarak büyük ilgi uyandırmıştır. Kafasını ve koltukaltını herkesin önünde tıraş etmesi ise “bütünüyle yeni ve hayranlık verici bir erdem talimi”ydi. Abartılı kendini beğenmişliği yüzünden, sonunda Olimpiyat oyunları sırasında büyük bir tantanayla kendini yakma düşüncesine kapılmıştır.

Asıl anlatıcının bu sunuşundan sonra Lukianos kendini yakma eyleminin eleştirisine geçiyor; bu eylemi tıpkı bir tiyatro eleştirmeninin kötü bir oyunu eleştirmesi gibi eleştiriyor.

“Kanaatimce, korkak bir köle gibi yaşamdan kaçmak değil, ölümü aldırışsızlık içinde beklemek daha yakışık alırdı. Madem ölmekte bu denli kararlıydı, bunu neden ille de ateşle ve böyle trajedi ölçüsünde bir tantanayla yaptı? Başka bin tane seçeneği varken, neden bu ölüm türünü seçti?” (Lukianos, Werke in drei Bänden, Berlin ve Weimar 1974, İkinci Cilt s. 37/38).

Lukianos bu eleştirisinde pek de haklı sayılmaz. Sözü geçen dönemde ölüm seçenekleri gayet kısıtlıydı. Yüksek bir binadan atlamak, siyanür kullanmak, saç kurutma makinesini küvete atmak, silahını temizleyen birinin yanında sap gibi dikilmek o döneme ait ölüm biçimleri değildi. Lukianos’a göre, aslında Proteus’un kendini yakmasıyla adalet yerini bulmaktadır; bu eylem onun zaten hak ettiği bir cezadır. Yanlış olan sadece zamanlamadır. Proteus’un kendini çok daha önceden öldürmüş olması gerekmektedir. Üstelik Lukianos, Proteus’un tüm yandaşlarını, ustalarını izleyerek en kısa zamanda kendilerini de alevlerin içine atmaları için yüreklendirir; böylece kinik patırtı sona erecektir.

Bir ahlakçılar tarikatını, kendilerini ateşe atarak toplu halde intihar etmeye teşvik ederken kopartılan kahkaha, pek de neşeli bir kahkaha değildir; daha yüzbinlerce muhalifin, Roma imparatorluğunun arenalarında ya da odun yığınları üzerinde ölmesi gerekecektir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi seçenekler kısıtlıydı.

Lukianos’un kendini yakma eylemini yorumlayışındaki kinik soğukkanlılık şaşırtıcıdır. Proteus’un kendisi hakkında bir tür cenaze konuşması yaparak, ne kadar iyi bir insan olduğundan bahsetmesi ve yurttaşlardan helallik istemesinden sonra nihayet kendini yakma anı gelmiştir. Proteus annesinin ve babasının ruhlarını çağırarak (ki o sırada meşgul oldukları için bu elim çağrıya cevap verememişlerdir) iki çırağın ateşlediği odun yığınına kendini bırakır. Bu durum karşısında Lukianos yeni bir kahkaha atar; çünkü kendi babasının intiharını anımsamıştır. Çevredekilere bu hüzünlü yerden uzaklaşmalarını söyler.

Elbette sadece bu sahneden yola çıkarak bir Lukianos imgesi elde edemeyiz. Lukianos’un kahkahası, neşeli olabilmek için bir ton fazla tiz kaçıyor; özerklikten çok nefret aşılıyor. Bu kahkahada sorgulandığını hisseden bir adamın sert alayı var. Kinikler Roma devletine, Helen uygarlığına, hırslı ve rahat düşkünü kentlilere saldırdıklarında, yüksek kültürlü alaycıların yaşamının da dayandığı sosyal temelleri sarsmışlardı.