Yüreğim burkuldu… bir fotoğraf çalışması için 30 – 40 – 60 yıl öncesinin fotoğraflarını didikledim. Annecim sağolsun, hepsini tasnif etmiş. En çok da anneciğimin fotoğrafları vardı. En çok da annemin genç kızlık fotoğrafları bana dokundu.Yüreğim burkuldu… bir fotoğraf çalışması için, duvarıma asacağım alelade bir “zaman tüneli” için, annemin, babamın, anneanne, babaanne, dedelerimin fotoğraflarını didikledim. En çok annemin fotoğrafları bana dokundu.Çocukluğundan, 1950’lerden kalma birkaç fotoğrafı var; “bu benim” demese, dünyada anlamam o ufaklığın annem olduğunu… siyah – beyaz bir fonda, annem… Saçları örgülü. Beyaz yakalı önlüğüyle iki dayımın arasında bir poz vermiş. Kaşları çatık, ellerini yumruk yapmış. Herhalde fotoğraf çektirmeye yabancı.Bir de kürsüde şiir okurken çekilmiş fotoğrafı var: yine kaşları çatık, ağzı kocaman açılmış, yine beliklerinde beyaz kurdeleler. Tanrı bilir, hangi bayramda çekilmiş bir fotoğraf. Kendisine sordum, hatırlamıyor. Kesin öğretmenler günüdür. Benim annem öğretmen(di)!İçimi en çok burkan, annemin gençlik fotoğrafları. Gözlerimde yaş sellerine yol açan, nefesimi kesen, yüreğimi kıstıran. “Bu kadın… bana 30 senedir annelik eden, gözümü açtırmayan, beni kollayan, aynı zamanda da bana dünyayı dar eden bu kadın! Vay be! Nasıl bir kızcağızmış bu” dedirten…Anneciğimin gençlik fotoğrafları… lise yıllarında çekilmiş bir tane var: tabii ki yine siyah beyaz. Kim çekmiş, neden çekmiş, bilmem… Uykudan yeni uyanmış, besbelli. Zırtapoz Rabiş’in üzerinde beyaz, minicik çiçekli pijamaları var. Saçları darmadağın, gözlerinde hem mahmurluk, hem muziplik. Kollarını başının üzerine uzatmış, geriniyor. Pencereden vuran ışık, sadece yüzünü aydınlatıyor, sadece gülümsemesini aydınlatıyor. Ama dudaklarındaki muzip gülümseme… güneşin sadece gülümsemesini aydınlatması çok manidar!“Vay be!” dedirtiyor bana bu fotoğraflar, “Vay be!… bu kadın da bir zamanlar gençmiş. Bu kadın da coşkuluymuş, bu kadın da kahkahalar atmış. Bu kadının da arzuları varmış. Bu kadın da gençmiş. Bu kadın da… benim gibiymiş.”En çok da 18 – 20’li yaşlarındaki fotoğrafları bana dokunan. Arkadaşlarını takmış koluna, giyinmiş – kuşanmış – makyaj yapmış… yüzündeki muzip gülümseme keyfinden (henüz) hiçbir şey kaybetmemiş. Eğlenmiş. Gezmiş, tozmuş. Kahkahalarla gülmüş. Arkadaşlarıyla, günler – geceler boyunca fısıl fısıl dedikodu yapmış. Sinemalara gitmiş Nermin ve Ayşe teyzelerle. Yurtta kankalarıyla pırasa pişirmiş. Saçlarını ütülerlermiş Kızılay’a çıkmadan önce. 3 arkadaş bir örnek giyinip, kol kola yürürlermiş Ankara’nın sokaklarında 70’lerin başlarında. Ama o zamanlar, kendi kıyafetlerini kendileri diker, kendileri örerlermiş.Anneciğim gençliğinde çok eğlenmiş, çok gülmüş, çok muzipmiş. Nereden mi biliyorum? Fotoğrafları geçti elime. Duvarıma asmaya niyetlendiğim alelade bir “zaman tüneli” için, bütün fotoğraflarını en ince ayrıntısına kadar inceledim.Anneciğim de gençmiş bir zamanlar. Anneciğim de kankalarıyla deliler gibi eğlenmiş. Kendisi bana hiç anlatmadı. Ama ben fotoğraflarını gördüm. O da benim gibiymiş. O da gençmiş bir zamanlar. Onun da canı ciğeri arkadaşları varmış. Onun da hayalleri varmış.Annem 24 yaşında babamla evlenmiş. 25 yaşında beni doğurmuş. 29 yaşında kardeşimi.30’lu yaşlarına kadar korumuş muzip gülümsemesini. 30’lu yaşlarına kadar bütün fotoğraflarında gülümsemiş. Sonra mı? Sonra muzip gülümsemesi yerini daha ağır bir bakışa bırakmış. Hayat mı ağır gelmiş? Yoksa annelik mi? Yoksa babama eşlik yapmak mı? Bilemedim… Ama annem yavaş yavaş değişmiş. Şimdi annem öğretmen emeklisi tombik bir teyze.Bir fotoğraf çalışması için, duvarıma asacağım alelade bir “zaman tüneli” için, annemin bütün fotoğraflarını didikledim. En çok da annemin gençlik fotoğrafları yüreğimi burktu. Bir kadının çocukluğundan yaşlılığına, geçirdiği değişimi gördüm 50 – 60 fotoğrafta. Sanki bir film şeridiydi, bir hayatın özetiydi; bir hayat ki, hem bütün ayrıntılarıyla son derece sıradan, hem de bütün ayrıntılarıyla eşsiz. İncecik, dal gibi, neşe dolu bir genç kızken, emekli tombik bir teyzeye dönüşmüştü annem.Kendimi düşündüm annemin fotoğraflarına bakarken. Nereden baksanız, ben de yolu yarıladım. Ben, 34 yaşında bir kadınım. Hiç evlenmedim. Hiç çocuğum olmadı. Çocuk sevgisini ancak annemin bağrında şükrettiğim zamanlarda, “Tanrım, çok şükür annemin kokusunu biliyorum” dediğim zamanlarda, “Ben böyle hissediyorsam, kim bilir o, benim biricik annem, neler hissediyor” dediğim anlarda hissettim. Çocuk sahibi olmak ne demek bilmiyorum. Yeni doğmuş, kendi içimden çıkardığım o varlık kucağımdayken nasıl hissederdim, bilmiyorum. Aciz bir varlığın, bana ve sadece bana muhtaç olması ne demek, bilmiyorum. Anne olmak ne demek bilmiyorum.Sadece empati yapıyorum. Kendimi anneciğimin yerine koyuyorum. Ve bir canlıya hayat vermek, yeni bir hayat yaratmak, yeni düşler, umutlar yaratmak nasıl bir şey olabilirdi diye varsayımlarda bulunuyorum. Bir varlığın mutluluğunu, sağlığını kendi varlığımın önüne koymak nasıl bir şey olabilir, tasavvur ediyorum. Ve gözlerim yaşarıyor. “Tanrım,” diyorum, “bu mutluluğu, bu yüce duyguyu bana da bahşet, sana yalvarıyorum.”Sonra annemin yüzüne baktım, minnetle. Bana ve kardeşime gençliğini veren tombik teyzeye. İçimden muzip gülümsemesini geri getirmek geldi: kucağıma aldım annemi, tıpkı ben çocukken onun beni kucağına aldığı gibi, gıdıkladım gıdıkladım… Kahkaha atmaktan gözlerine yaş doluncaya kadar gıdıkladım annemi. Yanaklarını mıncıkladım, burnuna bir öpücük kondurdum. “Canım Annem benim” dedim. Çok güzel gülümsedi, aynı genç kızlığında pencereden vuran güneşin aydınlattığı gülümsemesi gibi. Benim de yüreğim biraz da olsa su serpildi.(Biricik KuRabiye’me…)