bildirgec.org

neceff

11 yıl önce üye olmuş, 45 yazı yazmış. 197 yorum yazmış.

BÜYÜLÜ SÖZLÜK

neceff | 19 October 2008 15:16

Milattan önce 730’da Abdul Alhazred tarafından yazılan Necronomicon bazı kaynaklarda “rüzgarın fısıldamasına benzer gecenin sesi” anlamına gelen “Al Azif” olarak geçer. Necronomicon kelimesi de köklerine farklı farklı ayrıştırılarak incelenirse “ölüler kitabı, ölüler yasasının imgesi, ölü isimler kitabı” anlamlarındadır. Lovecraft’ın bizzat “Necronomicon’ un Tarihi” (1927) adlı eserlerinde bahsettiği üzere orijinal başlığı “Al Azif” olan Necronomicon, Araplar tarafından demonların ulumalarından meydana gelen gecesel sesleri tanımlamak üzere kullanılır. 8.yy’da Yemenli deli şair Abdul Alhazred tarafından yazılmış, cehennem çukuru ve uzay dışında var olan insan ruhunu zapt etmiş akıl almaz varlıkları görünür bir halde ortaya çıkarmaya dair formüller içermektedir. Abdul Alhazred İskenderiye’den Pencap’a kadar seyahat etmiş ve çok okuyan biridir, dillere karşı bir yeteneği vardır, pek çok el yazmasını tercüme etmiştir, geçmişi aydınlatmak ve geleceği araştırmak üzere Nostradamus’a benzer teknikler ve haşiş karışımları kullanmıştır.

Necronomicon karşımıza Lovecraft’ın ilk “The Hound” hikayesinde çıkar. Necronomicon, dehşet dolu şeyler fısıldayan yasaklı bir kitaptır. Cthulhu mezhebine tek göndermede bulunan dizeler, Necronomicon’da geçmektedir. Ama bu dizeler de çift anlamlar içerir. “Dunwich Korkusu” öyküsünde Dr. John Dee, Necronomicon’u orijinal dili Arapçadan İngilizceye çevirir, Lovecraft bu öyküde Liber Logaeth’in Necronomicon’un İngilizce çevirisi olduğunu ileri sürer ve bir başka karakter Wilbur Whateley’i ise elindeki Necronomicon’da eksik olan 751. sayfadaki büyü için Miskatonic Üniversitesinin kütüphanesine giderken tasvir edilir. “Charles Dexter Ward Vakası” adlı öyküde ise ilginç bir şekilde Joseph Curwen’in kütüphanesinde “Qanoon-e-Islam” adlı bir kitabı kitaplığa kaldıran John Merit, huzursuz bir şekilde bunun Necronomicon olduğunu keşfeder.

seksi seri katil ve hikayesi: Oyun bozan

neceff | 14 October 2008 16:32

genç kız endişeliydi ve bu tüm genç kızların genel tutumuydu hayata dair. aklında bir takım yıldızı ve yeni bir samanyolu vardı. ardıç kuşlarını ve kelaynakları düşündü bir an. ve az sonra ölebilirim paranoyasını atlatıverdi. yazar o sırada abuk sabuk bir roman konusu arıyordu kendisine. yazar aslında bir yazar bile değildi. zaten biraz alkollüydü ve sadece parmakları tuşlara basıyordu hepsi bu.

genç kız, bir çok genç kız gibi aşıktı, evet ama bu bir aşk romanı değildi. aslında bu bir roman da değildi. konu sıkıntısı üzerine yazılabilecek boktan bir hikayeydi.. yazar ismini vermek istemeyen bir travestiydi aslında ve biraz alkollüydü. bu yüzden olsa gerek gerçekten genç kız olmadığı için genç bir kızdan intikam almak için kendine söz vermişti. ama nasıl olacaktı bu?

en iyisi yazmak, dedi ve yazmaya başladı.. mekan sote bir bardı ve genç kız hala endişeliydi. bir taraftan sulu birasını içiyor, bir taraftan da olası bir beyaz atlı prens bekliyordu. ve ince ince bakınırken etrafına onu gördü; her ne kadar atı olmasa da bir prens olabilirdi! çok geçmeden genç adam da kızı fark etti. gözler birbirine kitlitlendi ve delikanlı gaza gelip kızın yanına yaklaştı.

bu sıradan bir hikaye değildi. evet, çok garip hikayeydi bu ve bu garipliklerden ötürü diyaloglar da bir tuhaftı. bu durumda hikayenin geri kalanını dinlemek için olay yerindeki kahramanlarımıza bağlanmamız gerekli..

genç adam genç be bir o kadar da endişeli olan kızın yanına gider..

CHARLES MANSON: “HEM TANRIYIM HEM DE ŞEYTAN”

neceff | 09 October 2008 12:59

Kurbanlarının lanetlenmiş ruhlar olduğuna ve lanetli ruhları öbür tarafa geçirebilecek tek kişinin; kurtarıcı ruhun kendisi olduğuna inanan ruhlar vardır. Hayatta kendilerine biçtikleri rol hiç de azımsanmayacak kadar büyüktür. Kimi karizma öyle güçlüdür ki, bu etkileme sanatı karşısında çaresiz kalırsınız, gördüklerinize bir türlü inanamazsınız. Bu lider özelliği anlaşılmaz, sürükleyici bir güçtür. Hitler’in Almanyasını kendi doktrinine inandırması ve kitleleri etkilemesinin bir benzeri; mikro ölçekli soykırımından başka bir şey değildir. Manson’da da olan güç. Ama öyle bir güçtür ki, işlenilen cinayetler bir kenera, mahkemede dahi davalarını yönetebilmesini sağlayıp, müritlerini mahkemeye emekleterek getirtecek bir güç.

BİR VADİ OL; KADERE KARŞI DÖVÜŞMEYİ BIRAK VE BEKLE. O SANA AKACAKTIR…

Yattığı hücresine dünyanın her yanındaki gençlerden hala binlerce mektup yağan bir seri katille karşı karşıyayız. Anlaşılması gereken konu ise, masum insanları öldürmenin niye bu kadar popiler hale gelebildiği ve bu kadar yüceltilebildiğidir. Böyle bir durumda tartışılması gereken, ne Charles Manson‘ın geçmiş analizi ne de bunları neden yaptığıdır. Onu anlamaya çalışmak değildir önemli olan… Anlayınca değişecek bir sonuç olmadığı gibi, ne onun ne de müritlerinin yaptıklarının doğrulanabilecek bir durumu yoktur. Önemli olan konu, bu insanların nasıl bu kadar hipnotize olabildiği ve böyle bir duruma hayranlık duyabildiğidir. Bir seri katilin felsefesi ile yüceltilmesi bana göre oldukça tuhaf. Bu durum ne gidenleri geri getirir ne de Manson‘ın fan kitlesinin varlığını değiştirir.

içimdeki cımbızlı düşler; çok saçma

neceff | 07 October 2008 10:26

Aralık duran kapıdan gözlerini düşürüyorlar o kadın çıplak bedeniyle ısıtırken nemli kederini. İhanetle yazgılıyorlar eş zamanlı algıladığımız nefesleri. Nereden geldin? “Henüz yoktun…” Siz, sevgili bayan asarken gençliğinizi parmakları nasır tutmuş mevsimlere, Gün ışığını hapsediyordum yolları dikenli vadilere. Kumullarla uzanırken suyu kuru seraplar, eril kaktüsler ekiyordum b bloğun etrafı tellerden örülü eni boyu tek karış bahçesine.

Merhametli diyordu yaşamları cılız hortlaklar. “Merhamet!…” Bakışlarımı ötelere dikip uzaklaşıyordum acımamı bekleyen küfe yangılı bedenlerden. Ve siz, sevgili bayan, parmaklıklarınızı gezdirirken tüyü bitmemiş gözyaşlarımda, ben, “ben” lerimden arınıyordum geleceği bir elle oyalayan yalnızlığımla.

boşluk

neceff | 06 October 2008 16:38

Ağır biçimde emin değilim. Bu iki dünyayı kendisinin yetiştirdiği dünyayı ve değişime uğramış olanların kurtarılması gerektiğine inandıkları dünyayı düşündü iki baskın renk gördükten sonra: Hiçbir şey onu telaşlandırıp heyecanlandıramadı. Sürekli acı içinde ileri geri sürükleyen binlerce istenç bağı: O hepsini kesip paramparça etti, gülümseyerek geriye, şu anda oyunun sonuna gelmiş bir satranç oyuncusu gibi kayıtsızca önümde duran bu dünyanın düşsel görüntüler geçidine bakıyorum. Uzunca bir arazide sivri uçlu çimenlerin kollarında ölü buldular onu gözbebeklerinde iki damla kan, saçında iki beyaz teli vardı. Bir çok kelebeğin ayak tırnaklarındaydı şimdi yerden çok az yüksekte uzunca bir zamandır hiç geçmediği bir kapıdan geçmek üzereydi sadece o kapının ardındaki bir diken kırmızı armaz gülünün ince dikeni yaşatırdı onu kapıdan hiç geçemedi kartal kelebeğin uçuşu tavşanın öğle uykusu oldu…Karanlık basıp ay gökte parlayana dek bekleyin hava yeterince sıcaksa dairenize dışarıdan rahatsız edilmeyeceğiniz sakin bir yerde kara saplı çubuğunuzla düzenleyip baykuşların uçuşunu ve kargaların şarkısını dinleyebilirsiniz. Şimdilerde izlediğim şeyler gerçek ve derin sadece duyguların gücü oradan gelir ve “the man who wasn’t there anlaşılmaz bir dile boğulduğu için” güneşi ve kelebekleri sabahın ışığında aynı anda görür…
Öyle bir alana nüfus eder ki delilik bile oradan içeri giremez. Çıkışa ulaşana kadar onu yol boyunca takip edin çıkmak istediğiniz kapıyı seçin şüpheniz varsa bir kelebeği izleyin tuhaf bulmazsanız çevrenizdeki koşullar ne olursa olsun önce bir çocuk olarak görün. Doğrudan gerçek hayata dönmek istemeyebilirsiniz…
Bir süre sessizce oturun……………………..