bildirgec.org

Mulkiyeli

11 yıl önce üye olmuş, 8 yazı yazmış. 2 yorum yazmış.

Postmodernliğin Durumu – Peter Wagner (Özet)

Mulkiyeli | 29 December 2009 15:56

GİRİŞ:Postmodernizm olgusunun, yarattığı ve ortaya çıktığı değerlerin ve karşı duruşların, gerçekte ne ölçüde kendini doğruladığını ve 1970’li yıllar ile başlayan bu postmodernizm kültürün ve yaşam biçiminin gerçekten de iddia ettiği gibi, hayatımızdaki değişikliklerin, bize postmodern bir dönemde yaşadığımızı söyletecek kadar radikal bir kültürel değişimin ve sanayi sonrası kapitalist toplumun modern toplumdan farklılaştığının bilincinde olabilme sorunuyla karşı karşıyayız belki de. Bu anlamda Modernliğin dayattığı rasyonaliteye, evrensel değerlerine ve kültürel toplumsal standardizasyonuna karşı çıkışın, nesnesi olarak görülebilir.İnsan kimliği ile yarattığımız değerler arasındaki ilişkiyi tanımlamak ve bunun karşısında bu kimliğin esnekliğine vurgu yapılmak istenmesi, postmodernizmin ilk olarak sanat, mimaride ve kentsel yaşamda moderniteye karşı duruş bir alanda yoğrulduğunu gösteriyor.Bu değişikliklerin, postmodernin varoluşunda ne ölçüde, amaçladığı kadar topluma yakın? Bunu cevaplayabilmek içi modernitenın ne olduğuna ve postmodernizmle ne ölçüde farklılaştığını bilmek gerekir.

Çalışma Tüketicilik Ve Yeni Yoksulluk – Zygmunt Bauman (Özet)

Mulkiyeli | 29 December 2009 13:12

19. yy. başlarında çalışma etiği, üretimin temel unsuru çalışmaya can atan girişimcilerle, üretmeye isteksiz yoksulları birleştirebilirdi. 20. Yy. sonlarında kamusal tartışmaların ötesinde yeniden çalışma etiği tartışılır olmaktadır. Hem sorunların teşhisinde hem de çözümünde çalışma etiği geniş yer tutmaktadır.
Büyük şirketlerin nezdinde teknolojik gelişmenin bugün ki ifadesi “küçülme” olmuştur. İşsizliğin ulusal ölçekte artması borsa da şirket hisse değerlerinde artış olarak gözlemlenebilmektedir. Bu da çalışmaya isteksiz oldukları için kınananlara karşı iki yüzlü bir duruşun varlığını göstermektedir.
“Sınıfdışı” her şeyi kuşatıcı olmayan bir toplumda sınıf içerisine dahil edilmesi zorunlu olmayan insanların kategorileştirilmesini anlatır. Bu bir değer tercihidir. “Sınıfdışı” toplumun parçalarının toplamından daha küçük olabileceği varsayımına dayanırken, “sınıfaltı” parçalarının toplamından büyüktür.

CHP Nasıl Ortanın Solu Oldu?

Mulkiyeli | 30 January 2007 15:31

1960 darbesinden sonra, ülkede askeri yönetimin hakim olması halk üzerinde baskı kurmuş ve katı kurallarla demokratik ortam geçici olarak ortadan kalkmıştı. 61 anyasasıyla birlikte bu kaos ortamı sona ermiş yeni bir dönem başlamıştı. 61 anayasası içeriği itibariyle ve de bulunduğu döneme göre oldukça özgürlükçü bir niteliğe sahipti. Bu ortamda TİP’nin halka cazip önermeleri, oy potansiyellerine katkıda bulunmuş ve de bu CHP’nin gözünden kaçmamıştı. Dolayısıyla DP’nden sonra tekrar iktidara gelmek isteyen CHP bu defa bir kazaya kurban gitmek istemediğinden ötürü, kendisinin halk tabanına yakın olması, işçi kesimine yakın olması gerekmekteydi. 1965 seçimleri öncesi bunun için İsmet İnönü CHP’nin devletçi ve devrimci yapısıyla ortanın solu olması gerektiğini söylemiştir. Bundan sonra CHP 1965 seçimlerine de ortanın solu çizgisini benimsemiş yapısıyla girmiştir. Tabi bu seçimlerde istediğini tam olarak elde edememiştir. 1965 seçimlerinde %52 lik oyla AP iktidara gelmiştir. CHP ise % 38 kadarını alabilmiştir.

Fıkra:Karslı Teyze, Gerçek: Türkiye…

Mulkiyeli | 29 January 2007 02:22

Mülkiye 1. sınıfta çok değerli hocamız tarafından dillendirilen bir fıkrayı anlatmak istiyorum.Fıkra şöyle: Kars yeni Rus işgalinden çıktığı zamanlar buraya gelen bir grup asker bir köyü ziyaret ettikleri esnada eski bir ev görürler. Kapıyı çalan askerleri yaşlı bir kadın karşılar.Onlara sitem ederek “Neredeydiniz yavrularım siz yokken erzakımı yenileyemedim, aç kaldım günlerce 1 ay oldu neredeyse..” ne 1 ayı teyze biz sizleri ruslardan yeni kurtardık 5 gün olmadı…” der.Bunun üzerine teyze de” kusura bakmayın oğlum bende sizi Ruslar sanıp sevinmiştim der.”
Bir ülkeyi sömürmenin, işgal etmenin en başarılı yolu kültürünü çökertmek ve de tabi meşruiyet kazanmaktır. İtalyanlar veya Ruslar kendilerine olan halk direnişini ortadan kaldırmak için kendilerini meşrulaştırma yoluna tarihimizde başvurduklarını görüyoruz. Hala bile Amerika’nın Irak’ta yaptıklarına bir bakarsak bunlarla ilgili uygulamalarına rastlarız.
Kültür yozlaşması bunun 2. ve daha tehlikeli kısmıdır. Şu an Türkiye’nin etrafında da bulunan bir karabuluttur adeta. Bu yozlaştırma da en fazla pay sahibi olan ise televizyondur. Artık bir 5 sene öncesine göre insanlarımız daha batıya yakın bir düşünce yapısına sahiptir. Her geçen an bu daha da beliginleşmektedir. Türkiye üzerine oynanan en büyük oyun budur. Önce dini sonra da kültürü yozlaştırmak ve de sonucunda kültürsüz,inançsız,boşlukta kalmış sadece parayı düşünen kapitalist bir toplum ;birbirinden kopuk pasif bir toplum oluşturmaktır.

301.Madde tartışmalarının kaynağı…

Mulkiyeli | 29 January 2007 01:56

Yeni TCK’nın en çok tartışılan maddesinin neden bu kadar tartışıldığını biliyormusunuz?301. madde çağdaş ceza hukuku anlayışı içinde barınamayacak derecede sert bir maddedir. Ceza hukuku diğer hukuk dalları gibi canlıdır.Toplumun değişimine uyum sağlamak zorundadır. 2 işlevi vardır: toplumda düzeni sağlamak birincisi, ikincisi ise toplumu geliştirip,dönüştürme misyonunu sağlamaktır. Toplumu geliştirmekten kasıt; toplum geriye gitse bile ceza hukukunun çağın en ileri şartlarına uygun hazırlanmasıdır muhakkak.Söz konusu 301. madde bu yükümlülüğü yerine getirememektedir. Çok kısa bir sürede hazırlanan Ceza hukukumuzda bir çok eksiğin yanısıra 301. maddedeki, aşağılama sözcüğünün sınırlarının belilenememesi, türklük sözcüğünün geniş bir etnisiteyi kapsayarak ırka yönelik sözlü saldırılara işaret etmesi ve de Cumhuriyet kelimesi yerine Türkiye Cumhuriyeti isminin tercih edilmemesi şu an kanun koyucuyla halkı karşı karşıya getiren sebeplerdir.
Türklük sözcüğü geniş bir kitleye hitap eder, bunun sınırlarını belirleyecek olan kimdir peki? İşte sorun budur. Çünkü çok geniş bir değerlendirme yapılırsa ırkçılık yapılmasına bile imkan tanıyabilir.
Ceza Hukuku kıyasın yasak olduğu bir hukuk dalıdır. Kıyas yasaktır. Suçların tipikliği burada dikkate alınır. Tipiklik’ten kasıt ise hiçbir kıyas yapılmadan işlenen suçun kanundaki tanımına uygun olmasıdır. Durum böyle olunca “aşağılama” kelimesinin eleştiri den ayrılan tarafını belirlenmesinde yapılacak bir hata bir başka şahsın özgürlüğünü kısıtlayacaktır. Hiçkimsenin bir başkasının özgürlüğünü kısıtlamaya hakkı da bulunmamaktadır. Eleştiriyle aşağılamanın ayrılması burada tam bir sorun oluşturacaktır.Çünkü bunun ayrımını belirten herhangi bir doktrin bulunmamaktadır. Bu da tabiki kanunu yorumlayanın keyfi bir biçimde hareket edebilmesine imkan tanır.Son olarak söylenecek bir şey varsa aslında 301. madde’nin korumak istediği alanlarda fayda sağlayabileceği de bir gerçektir fakat şu anki uslubuyla bu madde baskıcı ceza hukuku anlayışına dahil edilebilir.Türkiye’nin hakkıysa özgürlükçü Ceza hukuku anlayışıdır.

Üzülelim mi, Gülelim mi?

Mulkiyeli | 29 January 2007 01:25

Bilindiği üzere Dünya Bankası Başkanı Wolfowitz Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaretinde çorabının delik, olduğu ayrıca 275 ytl lik gümüş bilekliğin ücretini denkleştiremediği traji komik bir tablodur. Sebebi Hopkins gibi prestiji yüksek bir üniversitede dekanlık ve uluslarası ilişkiler bölümü öğretim üyeliği yapan; ayrıca şu an Dünya Bankası Başkanı olan böylesine saygın bir konumda olan şahsın acınası bir tavırla Türkiye’ye gelmesi. Hiç inandırıcı niteliği olmayan tamamen yapmacık davranışlar, tamamen herkesi alaya almaktadır. Hatta bunu Wolfowitz’in yoksul ülkelere yardım planındaki engellerine bir koşut olarak ileri sürdüğü bile düşünülebilir. Nasıl düşünülürse düşünülsün sonuçta bu statüdeki insana yakışmayan bir durum söz konusudur.

İdeolojilerin Ölümü…

Mulkiyeli | 27 January 2007 02:48

İdeoloji kavramı ülkemiz insanlarına yabancı bir kavramdır. Peki nedir ideoloji? Bilinen yönlerinin yanı sıra ideolojiler canlıdır. Onlarda belli bir oluşum süreci gösterir. Olgunlaşır ve de ölür. Bu şekilde tabir edilmesi yani ölüyor denmesinin sebebi idolojilerinin oluştuğu zamanın şartlarına uygun yapılmasıyla değişen şartlara uygun değişim gösterememesidir.
İdeolojiler fikirlerden oluşur. Kalıplaşırlar ve de belli sınırlar çizerek o sınırların dışına çıkmazlar. Dolayısıyla ideolojiler fikirlerden oluşur ama fikirler ideolojilerden çıkarılmaz.Öyleyse İdeolojiler değişen literatürden faydalanamaz ve diyalektik bir bakış açısında değirlendirme yapamaz sonucuna ulaşılır. Durum böyle olunca ideolojiler kendisine tabi olan bireyleri oluşum sınırları içerisine hapsedecektir. Gelişime kapalı bireyler, sadece ideolojinin benimsediği bakış açısına sahip bireyler… İşte bu sebeple aydın dediğimiz kesimin ayırt ediciliği ön plana çıkar. Alev Alatlı’nın “ideolojilerin ölümü bir aydınlar ittifakıdır” sözü bu yüzden doğrudur.İdeoloji terkedilmeli ve mantıklı,olumlu gelişimci fikirler baz alınarak ideal uygulamalara ulaşılmalıdır.

Neden Yabancı Yatırımcı?

Mulkiyeli | 27 January 2007 02:24

Serbest Piyasa ekonomilerinin ülkemizdeki uygulama alanını inceleyecek olursak, merkezinde hükümetin olduğu yani hükümetin denetiminde olduğu rahatça görülebilir. Yürütme burada denetleme görevini kendi uygulamaları ve idari işlemler aracılığıyla sağlar.Aslında iktisatta bunlara genel olarak devlet müdahaleleri denir.Hükümet denetleme görevini yerine getirmezse ülkede tekelleşme, özel sektörün işçileri ezerek çıkar elde etmesi gibi sorunlar vukubulur. Çok fazla denetim de özel sektörün yatırım alanını bir hayli daraltır. Bunun dengesini devlet ayarlayacaktır.Yukarıda bahsettiğim konular;teorik bilgiler olup Sayın Başbakan’ın 26 Ocak 2007 tarihinde yapmış olduğu bir açıklamada geçen “para civa gibidir,akcağı yeri bilir” sözü ve devamındaki ifadelerine istinaden gereklidir. Başbakan yabancı yatırımcıların ülkemize sözde gelişim düzeyimizdeki artıştan ötürü geldiğini söylemiştir. Gelişmişlik düzeyi kamu harcamalarının,gayri safi milli hasılaya oranıyla tespit edilir. Gelişmiş ülkelerde bu oran %40-45 civarı olup Türkiye’de de bu rakam seyirlerindedir. Bunun sebebi gelişmiş olduğumuzdan değil dış borçlarımızında kamu harcamalarının içinde yer almasındandır. Yani Türkiye’nin gelişim düzeyindeki artış sözde bir artıştır. Eğer öyle olmasaydı Sayın Başbakanımız “para civa gibidir, akacağı yeri bilir.”sözüne sadık kalır ve Türkiye Yatırım Destek Ve Tanıtım Ajansını kurma ihtiyacı çekmezdi. Bu kurul üstelik doğrudan başbakana bağlı olarak çalışacak ve de ülkeyi özel sektörle doldurmayı kolaylaştıracak bir sistemin kalbi durumunda olacaktır.Bunlar objektif gerçekler olup en yukarıda bahsettiğim teorik denetim mekanizmasının işleyişine dair göstergelerden uzaktır. Bu göstergeler sadece Türk yatırımcılar için geçerli olup aşağıdaki gibi işlemektedir:

YATIRIM YAPMAK İÇİN;EB’de Yatırım yapmak isteyen yatırımcının Bakanlığa başvurması.
– Bakanlıkça ön yer onayının verilmesi.
– Yatırımcı tarafından ÇED raporu hazırlattırılması (yer seçimi kısmından muaf olarak).
– Çevre Bakanlığı tarafından İnceleme Değerlendirme Komisyonunun kurulması.
– ÇED olumlu kararının çıkması.
– Yatırımcıya arsa tahsis edilmesi için Bakanlık tarafından İşletme Müdürlüğüne talimat verilmesi.
– Maliye Bakanlığı tarafından yatırımcı lehine irtifak hakkı tesis edilmesi.
Yabancı yatırımcı için bu durum çok farklı olup, sadece Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı’na başvurmaktan ibarettir. Bu da görüldüğü gibi açık bir çifte-standart uygulamasıdır.Özel teşebbüs tabi ki ülkede işsizliği azaltıcı etki gösterir.Fakat devletin her alanda özelleştirmelere başvurması ve de yukarıdaki gibi özellikle yabancı yatırımcıya yönelik uygulamalarda bulunması en başta işçi kesimi olmak üzere her kesime olumsuz yönde yansıyacaktır. Sonuçta hiçbir yabancı yatırımcı ülkemize “gelişmiş” olduğu için gelmiyor, buradaki ülkelerine nisbeten daha ucuz emeği ve nisbeten daha çok alıcıyı(nüfusla alakalı olarak) kullanmayı amaçlayarak; hammadde ihtiyaçlarını da karşılamak için geliyorlar. Dolayısıyla vatandaşın “para akacağı yeri biliyor da neden yoksulun işçinin cebine girmiyor sözüne de şaşırmamak gerekir.”