bildirgec.org

Kuduz maymun

11 yıl önce üye olmuş, 25 yazı yazmış. 388 yorum yazmış.

Şeffaf Çığlık

Kuduz maymun | 03 October 2009 17:50

Yine dalgalar gelip yutmaya başlayıncaya kadar geçecek bir boğuşma dönemi. Bu üçüncü oluyor. Her biri hastalıklı bir bedenin ölüm gelene dek boğuştuğu gibi geçiyor. Geçici bir iyileşme alametiyle hırsla saldırıp kendini kurtarmaya çalışan bir hastalıklı dimağın, en sonunda hastalığa da, ölüme de rızası ile başeğmesine dek geçecek olan o alil zaman.

“Ve ben, kavgaya olan inancımı anlatıyorum sana…”

Şeffaflaşıyor. Şeffaflaşmaya başladı, yarabbi. Gitgide ölmeye başladı. Görünmez olmaya başladı. Elini sallıyor, çarpmıyor karşısındakine. Sesini duyuramıyor. Bir ses duymak istiyor. Boğazına bir yumru tıkandı; çığlık atamıyor. Görünmez olduğunu farketmiyor insanlar. Sesinin kısıldığını farkedemiyorlar. Son bir hamle ile ağzından çıkan son tınıları kendisi dinliyor.

Sağanak Vuruş

Kuduz maymun | 13 September 2009 18:27

Sesler geliyor. Ayak sesleri. Koşup birşeyler yapmak, yahut saklanmak gerek. Kapı. Korkunç bir kaygıyla açıyorum. Sarılıyorum. Sarılmam lazım.
Gözleri bulanık. Kırmızı.

Birşeyler yapıp önüne geçmek gerek… Fakat kımıldandığı an patlayacak bir bomba gibi. Ayaklarım tutmuyor. İtaate hazırım. Tamam. Düşüncelerimi savuşturdum. Bir an evvel olsa da bitse…

Bu kez gecikiyor. Keşke bu kadar dolambaçlı yollardan yürümese. Beklemenin verdiği dehşet beni felce uğratıyor. Sessizlik beni öldürecek. O sessizlikteki kanlı gözler. Ölmek istemiyorum.
Gürültüler başlıyor. Gıcırtılar. Bir koku geliyor. Çok tanıdık bir koku. Sabah evin her yerine sinmiş olacak.

Deryada Bir Yangın Yeriydiniz Siz…

Kuduz maymun | 08 September 2009 18:15

Tam da ihtiyacım olduğu anda geldi. Tam da yapayalnız olduğumda, iyice düşkünleştiğimde, bir kenera itiliverdiğimde geldi aşkınız. İnsanoğulları arasında en sefil, en zelil olduğum anda yakıp kavurmak için imdada yetişti. Daha düşkün bir anımda yakalayamazdı. Bir başıma, soğuk odalarda battaniyelere sarınıp ısınmaya çalıştığım, akşamları karnımı ucuz yollu ekmek ve margarinle doyurduğum, çayla keyfettiğim anda. Yaz aylarının bomboş tozlu meydanlarında, terli şaşkınlığında; karla kaplı yollardan geçerken gördüğüm köy evlerinin ıslak damlarında, kömür kokan bacalarında aşkınızı kokladım. Su alan pabucumun içinde üşüyen ayaklarımı sesinizle ısıttım. Ah, o sesiniz; sizin sesiniz.

İstanbul bir derya, siz o deryada bulduğum gençliğimdiniz. Yollarda kurduğum düşlerdiniz. Uykusuz aldığım yollarda. Savrulan karda beklediğim saatlerdiniz. Kızarmış burnumun, gözlerimin, kısılan sesimin, soğuktan moraran ellerimin beklediğiydiniz. Siz yollardaydınız.
Siz karnımın açlığını, uykusuzluğumu, sefilliğimi, yapayalnızlığımı okşayan bir şiirdiniz. Ah siz…

Şehvetle Şeyederim Enstrümanı Ben!…

Kuduz maymun | 23 August 2009 10:24

Sabah vakti. Otobüse bindim. Hemen muavinin ardındaki koltuğa çöktüm. Muavine;
‘Afedersiniz saat kaç?’ dedim.
‘Yirmi dakika sonra orada oluruz abla’
Demek yirmi dakika sonra orada olurmuşuz. Çevremdeki herkes –bendeniz müstesna- matematik olimpiyatlarına gitmeye hazırlanıyor herhalde. Demek ineceğimiz vakit bana saati söyleyecek, ben de söylenen vakitten yirmi dakika düşüp ilk bindiğim zamanki saati hesaplayacağım.
İnince bir taksiye bindim.
‘Günaydıııın, ablam!’
‘Günaydın.’
Ve 5 dakika boyunca beyabimiz karadenizli olduğunu, 65 yaşında olduğunu ama ‘20’ hissettiğini söyleyecek fırsatı buldu. Aslında taksici olmadığını, müzisyen olduğunu söylerken iyice coştu.
‘Ben o müzisyenlerden değilim!… Ben var ya. Şu ben, ta Amerikalı müzisyenlerle çaldım Paris’te. Adam hayran oldu. Ben çalmam enstrümanı. Sevişirim. Şehvetle şeyederim enstrümanı. Bak yanlış anlama abla’
‘Yok estağfurullah çok iyi anlıyorum sizi’Vapura bindim.
Bir aile. Aşağı yukarı 15 kişi var. Enik-encik doluşmuşlar. Ellerinde torbalar, kilimler, halılar, bavullar, denkler, heybeler, bohçalar… Bir tanesi halıyı yere sermiş. Diğerleri de vapurun orta yerine yayılı bu halının üstünde oturuyorlar. Bir genç kadın. Rüzgar çarpmasın diye oturduğu halı üstünde battaniyeye sarınmış. Derken o battaniyenin altından bir velet çıktı bir süre sonra. Uyuyormuş çocuk.
Karşımdaki kanepede oturan bir kadın bacağını kaşıyor. Yanındaki adam dişleriyle bıyıklarını çiğniyor. Arkamda ayakta duran bir grup genç var. Ellerindeki simitlerden kopardıkları parçaları martılara atmaya çalışıyorlar. Kucağım simit parçacığı doldu. Yesem mi acaba. Kafama da geldi bir parça.
Hasbinallah…

Mektup-3: İnceden Sevda

Kuduz maymun | 14 August 2009 09:41

Korkunç bir yanılgıyla kendimi aldatıp aldatmamış olduğumu düşündükçe hüznümün sınırı bulunamaz oluyor. Körolasıca gönlüm de avunamaz oluyor.

Ezelden hırpalanarak yaratılan kadının öfkelenmeye gerçekten de takati yok. O nasıl bir korkunç yanılgı olacak kimbilir. Çaresini nerelerde arayacağım kimbilir. Hangi şiir anlatabilecek halimi, merak ediyorum.

Sordum bir keresinde: “Hiç kalbin ince ince sızlayarak sevda çektin mi”, diye. Hayır, öyle bir duyguyu ömründe tatmamıştı.

Mektup-2: Acı Veriyor Çocukluğum

Kuduz maymun | 12 August 2009 10:04

Ben miyim neyim.
Ben miyim neyim.

Çocukluğumun bir kısmı Gümüşhane’de geçti. Orada yağan kar.. Bana çok fazla gelirdi ama sanırım boyum küçüktü de, ondan. Köyün bir ‘yokuş’u vardı. Yokuş dedin mi belli bir yerdi orası. Yukarıdaki mahallenin bütün eriyen karları çağlayan gibi yokuştan akardı. Yine de yukarıya gitmek için kenarlardan tırmanmaya çalışırdık.
Bir de Nuriye vardı. Aşağı taraftaydı evleri. Ağabeysi Zeki: Babamın öğrencisi. Nuriye bir gün evlerinin yakınında biriyle kavga etti. Üç yaşlarımda olmalıydım. Korkuyla baktım kavgaya. Nuriye’nin ayağında bir çiçekli basmadan etek vardı ayakbileklerine dek gelen. Derken Nuriye bir tekme savurdu. Etekleri açıldı. Ayağında don yoktu. Bu görüntünün bana nasıl garip geldiğini anlatamam.

Kış
Kış

Birkaç yıl sonra İstanbul’a geldiğimizde arkadaşlarım oldu. Evimizin önünde epey kar birikmiş. Yokuştaki su bana nasıl çağlayan gibi geliyorsa bu kar yığını da -hala- bana koca bir dağ gibi geliyor. Arkadaşlarım o dağın tepesine çıkmış oynuyorlardı. Ben de pencereden cıvıltılarını izliyordum.
Çok istiyordum ben de gitmeyi; ama uygun bir pabucum yoktu o havalarda giyebilmek için. Yoksulduk. Derken annemin giyile giyile eskimiş ve altlarına kimbilir kaçıncı kez pençe ve eriyen tabanlarına takviye yapılmış lacivert çizmelerini giydim. Annem benim pencereden bakıp durmama dayanamamış, çizmelerini vermişti. Çıkıp oynadım.

Döndüğümde çizmeler sırılsıklamdı. Burnum, yanaklarım, ellerim kızarmıştı soğuktan.
Paltom da yoktu.
Annem örmüştü kalınca birşey.
Bir pabucum yok diye annem ağladı.
Alamadığı için…

Mektup-1: Regl Olsun Lan!…

Kuduz maymun | 11 August 2009 16:30

Öküz.
Öküz.

Merhaba.
Bugün keyfim yok. Niyedir, bilmiyorum. Ne kadar sinirleneceğim anım varsa aklıma üşüşüyor. Hatta vaka anında sinirlenmediğim, o anda birşey ifade etmeyen söz ve jestler şimdi hatırlayınca mana kazanıp beni öfkelendiriyor.

Ben 11 yaşımdayken bir Sibel, vardı sınıfta. Sibel çok havalıydı. Ben çocuktum, o bir genç kızdı. Burnu havalarda, benim gibilerle konuşmazdı. İyice kabarttığı kısa saçları vardı. O yıllarda bir haftasonunda sınıfta bir hocamız ek ders yaptı. Az kişi geldi. Sibel de geldi. Aynı sıraya oturduk o gün. Öğretmen birşey yazdırıp düzenlememiz için bize süre verdi. Bir uğultu başladı. Ben defterime eğilmiş uğraşıyordum. Az sonra sanki saçıma üfleniyormuş gibi bir hisse kapıldım, başımı çevirdim: Sibel. İçimden tabii hayranlık duymuyor değildim ona. Ağırbaşlı koca kız. Sibel bana dönmüş anlayamadığım bir ağız hareketiyle kısa aralıklarla üflüyordu sanki. Dikkatle yüzüne baktım. O sıra ne olduğunu anladım. Sibel, artık ağzında (Silgi kırıntıları gibi) ne varsa, üfleyerek ve tükürerek bana gönderiyor. Çünkü ben dikkatle bakınca bazıları da yüzüme geldi. Çok şaşırdım. Ben ona bakınca Sibel bana: “Ne bakıyorsun, lezbiyen misin…” dedi. O sırada hakikaten çocuktum ve o kelimeyi ilk kez duymuştum o gün. Ne olduğunu anlamadım. Önüme döndüm. Yıllar sonra bir gün lezbiyenin manasını öğrendiğimde o kızın neden bana öyle yaptığına akıl erdiremedim.

Hey Mary, Bu Var Ya…

Kuduz maymun | 10 August 2009 13:43

En sevdiğim ev hayvanı: Mayt
En sevdiğim ev hayvanı: Mayt

Televizyonda… Doğrudan satış reklamları vardı. Hani gür sesli, aslında yaşamının her anında acayip enerjik ve neşeli olduğu görüntüsünü veren adamlar sunar, malı pazarlar ya, onlardan. Adam acayip neşesiyle ve gür sesiyle çıkıp “Merhaba Mary, bugün size çok yarayışlı bir alet tanıtacağız, gözlerinize inanamayacaksınız” kabilinden bir iki söz söyledi. Alet, ucundan buhar çıkan, bir hortumla omza asılabilecek minik bir tanka bağlanan bir aletti. Verdiği buhar da tazyikli değildi. Biraz çıkıyor işte ucundan. Ütü yapmaya yarıyordu. Mesela duvarda asılı perdeyi bile, hiç indirmeden, buhar tutarak ütüleyebiliyordunuz.Sadece bu kadar mı? Gel Mary, bak şimdi: Yatağımızda değil öyle bir-iki tane, milyonlarca “mayt” vardı ve bu maytlar örümcek familyasındandı. Bu sırada kadın adamın kaldırdığı yastığın altından bir mayt resmi çıkınca çok şaşırmış gibi iki elini yüzüne dayayıp çığlık attı.

Kadın, perde maytlarını öldürürken (ayrıca ütülenmiş de oluyor)
Kadın, perde maytlarını öldürürken (ayrıca ütülenmiş de oluyor)

Resim, gözle görülmeyen maytların milyon kez büyütülmüş haliydi. Stüdyoda ne kadar kadın varsa hayret ve korku nidaları koyverdiler. İşte bu alet verdiği buhar sayesinde maytların kökünü kazıyordu.