bildirgec.org

bilibilek

11 yıl önce üye olmuş, 17 yazı yazmış. 129 yorum yazmış.

o fare(maus)yi yere bırak ve ellerini başının üstüne koy

bilibilek | 14 April 2002 12:19

bu olay bayağ bir önce olmuştu da internetin 10. yılıyla ilgili yazıyı görünce aklıma geldi ve bu sitede yer etmesi gerektiğini düşündüm. satanist olaylarının 2. zıplayışıydı. polisler akmar’da falan satanist yayın avcılığında leman’ları falan karıştırıyolardı. benim de kolaymail’de çalışan bir arkadaşım var. kolaymail.com, e-mail hizmeti ve aynı zamanda server,(ee işte siteleri koyduğun yer neydi) işte o hizmeti veriyor. nişantaşında biryerde ofisi var. ve serverlar da arkadaki depo gibi biryerde.

bu arkadaşıma uğradığım bir günde, bir baktım kapıda 2 tane polis bi tane de sivil adam, (savcıymış o) bi tane arama emri gibi bişeyleri var ellerinde. zaten sokakta geçen bütün bu zaman boyunca üniformadan irkilmeye alıştığım için, şöyle bir zıpladım, geri dönüp kaçmayı düşündüysem de sonra, benim için gelmediklerini anladım. nedir mevzu? dedim.

cesur yeni dünya

bilibilek | 14 April 2002 11:39

heralde aldous huxley’in cesur malta eriğini okuyan birileri vardır burda… bu kitapta benim takıldığım birkaç nokta var,

1-kokulu org senfonisi, duyusal film falan, hepsini anlıyorum ama televizör ve radyo’lar ne oluyor? en son gelen radyo DJ’i çok alakasız bir karakter. yani programlar ne alemde? televizyon ve radyo kurgulanan geleceğe biraz ters düşüyor. çünkü bunlar özellikle yanlız kullanılan araçlar, ve o zamanda yalnızlık yok. yani bütün kitap boyunca insanların günlük yaşayışını tarif ederken TV ve radyoyu hiçbir yere yerleştirmiyor. ama en sonunda, zınk diye bir radyo muhabiri çıkarıyor, hem de günümüzdeki formatıyla. (günümüz? 2002?1939?)

healthy body sick mind

bilibilek | 11 April 2002 11:30

küresel koşuşturmaya hoş geldiniz (too hectic, too hectic) thomas friedmann denen şahıs, NYT’da yurtdışıişleri muhabirlerinden biridir. kendisi küreselleşme yanlısıdır. (gerçi kitabı bitirmeden bu yazıyı yazmak ne kadar doğru bilmemem,zaten sonuçta ben her konuda hıyarcasına bir fikri olan hırt kişilerdenim değil mi) işte bu konuda birşeyler söylemek gerek. bu adama göre küreselleşmenin oluşumunu sağlayanlar şunlar, teknolojinin, enformasyonun ve finansın demokratikleşmesi. küreselleşmenin faydası şu, %100 rekabet ortamı olduğu için, en iyiyi üretmekten başka bir çaresi yoktur kimsenin. buna da “yapıcı yıkım” diyor. küreselleşmeye ayak uydurmada en iyi sistemi ise “altın deli gömleği” diye tanımlıyor. yani hükümetler bakımından, herşeyi sonuna kadar şeffaflaştırıp, piyasayı sonuna kadar serbest bırakmak. çağı yakalamak ve ileri geçmek için sürekli hareket etmek. eğer bir firma ya da bir hükümet en ufak bir aksama gösterirse, düşüyor ve ayaklar altına alınıp kaynayıp gidiyor. (1998galiba malezya ve 80lerde IBM) koşturmak gerek yani, sürekli koşturmak… altın deli gömleği biraz sıkıyor. ne kadar sıkarsa o kadar altın üretiyor, ve o altın da sıkan yerleri yumuşatmak için yastık alımında kullanılıyor. yani bu adam için, alınacak en önemli ödül, artı-değerin artması, para para paraa…alllaauuu peki insan hayatı ne oluyor bu durumda? acele içinde geçip gidiyor. sonunda, para geçiyor eline. ama nefes almaya fazla vakit yok… yani rahatlama nasıl sağlanıyor? bermudada bir tatille, onu istemeyen varsa, yeni mini-cooper’ıyla bir gezintiye çıkar. ya da bilmemne şelalelerinde bir rafting turuna katılır. bunlar kesmiyorsa da parayla rahatlama illa ki sağlanır. burda “sharper image” denen mağaza giriyor devreye. scooterdan cd çalara kadar herşey var. ama hepsi sağda solda bulabileceklerinin 4 katı fiyatına. çünkü onlar “sharper image” ürünü. teknoloji ve tasarım başyapıtları. sonra evine dönersin, özel-su-geçirmez höttörö mekanizmalı radyonu banyoya yerleştirirsin, küvette 1-2 saat geçirip yatarsın, sabahleyin de kaldığın yerden devam ediyorsun.

sayfaya yollamayın

bilibilek | 11 April 2002 10:59

geçen gün birleri serverın yetersizliğinden falan bahsetmişti, tam olarak nasıl işliyor bu site pek bilmiyorum ama bence eskiyen yazıları silebilirsiniz, nebileyim, artık ahkam falan da yoksa, yani biraz daha dinamik olur heralde, siteyi makaleler ansiklopedisine dönüştürmenin anlamı pek yok. isteyen alır bi diskete koyar beğendiği yazıyı o kadar basit. hatta bütün yazıları toplayıverin, sonra HAFİF KÜLLİYATI CD-ROM’u adı altında piyasaya sürün. bi de eskiyen kullanıcılar da silinsin derim, mesela 2-3 hafta gelmeyenler siliniversin. ya da tek ayak üzerinde dursunlar. bilmiyom, internette harcadıımız yere yazık, onu da bulamayanlar var dimi. ya da alakası yoktur belki ve de ben salaamdır…

elimde püsküüt

bilibilek | 11 April 2002 10:23

sırada kadın, elimde püsküüt ama kadının sepeti tıka basa dolu. mekan BIM süper alışveriş şeysi. kadın aldıklarını koydu masaya (yürüyen bantlı kasa masası) ben de tam o sırada geldim kasaya. kadın boşalan sepetini bırakmaya gitti, ben de o arada püsküütümün parasını ödeyip geçiverdim, o sırada kadın geri gelmişti. tam çıkıyordum ki kapıdan, “izin almadınız” dedi. bu marketler delikanlıyı bozar kardeşim. herşeyi otomatiğe bağlamışız, kameralar tarafından gözetlenip, lazer ışınlarıyla ürünlerin fiyatları okunup verdiğimiz paranın üstü bile otomatik kasa tarafından hesaplanıyor. bu android ortamda benim sesim kesiliyor, sonra “izin almadınız” diyor. ben de biraz zorlayarak kendimi (sesim çıkmıyor şaşkınlıktan belki, kasada gerçek insanlar da varmış diye) “ggg aa öö öözür dilerim” dedim. acaba elimi gırtlağıma götürüp “gg-ggggg-gg” yapsamıydım diye düşündüm sonra. kadın da çok utanırdı böylece. kafama takıldı kaldı bu küçücük enstantane. sonuçta kadına hiçbir zararım dokunmamıştı. o sepetini bırakıp gelene kadar ben çoktan püsküütümü almış paramı vermiştim. ama aklımı kurcalayan şey şuydu ki: KADIN HAKLIYDI… ve ben, bu şehrin bütün bu android oyunları yüzünden, kimseyle konuşmak, birşeyler sormak ya da istemek şöyle dursun, kimsenin yüzüne bile bakamaz hale geldim. ama yine de haklıydı, sorsaydım izin verirdi, kim olsa izin verirdi. ve sorsaydım, insanlaşma (geri-dönüşüm) yolunda bir adım olurdu. ama olmadı… yine de öö-öözür dileyebildim en azından. sonra yine sokak, yine androidler, mutantlar ve sayborglar…

sakin olmak için 1 ölçek seinfeld

bilibilek | 09 April 2002 14:46

arkadaşlarıma bağırmak istemiyorum. yine kontrolden çıktım, kütüphanede masayı fırlatmak istiyordum, “neden kimse masaları fırlatmıyor?” diyordum. o kadar oynatmamışım daha besbelli. ama akşam pasajda arkadaşıma saçma sapan bağırıp çaardım. olmadı. kırıcı oldu. neden oldu bu? bu şehir yaptı böyle beni. kimse kimsenin gözüne bakamıyor. bakıyorlar sonra ben de bakıyorum, sanki güç gösterisi… sonra “ne bakıyon” oluyo. yani sen nerden biliyosun ki sana baktığımı? demek ki sende de var bir bakma mevzuu. ee, işte bunları düşüne düşüne, şimdi şu adama ne kadar baksam buna bakmayım çok iriymiş, hmm dur şu tam bana göre, “buyur kardeş birine mi benzettin” “yok abi afedersin” hah şöyle işte. aaarrggghhhh

ortaçağdan insanhaklarına

bilibilek | 04 April 2002 11:33

İnsan Hakları Avrupa’nın hepimize süper hediyesi gibi görünüyor. Kurtaracak bizleri ninja kaplumbağalar… Avrupa dünyanın geri kalanına burnunu sokmaya ortaçağın sonlarında başlamıştı. Sömürgecilik, sanayi devrimi falan derken, giden gitti. Bunların bahanesi hazırdı her zaman. Coğrafi keşifler “bilim” adına yapılıyordu. Sanayinin gariban(!) ilkel toplumlara taşınması, “beyaz adamın yükü” idi. köleleşseler bile artık “ilkel” değillerdi. ve ilkel olmak her koşulda kötüydü. Ve beyaz adamın yaptığı her şekilde onlara iyilikti. şimdi UNICEFti bilmemneydi kuruluşlarıyla, bu zavallı ülkelere yardım etmeye devam ediyolar. afrikanın zavallı aç çocuklarına… onlar neden aç kaldılar acaba? örnek: UNICEF türkiyeye aşı yardımı yapıyor. bu hizmet için belli bir miktar fatura kesiyor. diyelim ki yılda 100.000 dolar. evet, bu aşılar ülkeye başka bir yoldan ithal edilse 300.000 dolar tutacak belki ama böyle olunca ne oluyor? türkiyede ilaç üretimi, tıp araştırmaları… viiijjuuuvvvv yerin dibine kadar alçalıyor. bağımlı bir ülke oluyor. (lan torbacı gibiymiş be) peki eğer aşıları almazsan? o zaman, kendi aşını yapmaya gücün zaten yetmiyor. ama direk aşı yerine teşvik olsa, zamanla fabrikası da olur bunun herşeyi de olur yani. ama sen şimdi o fabrika olan kadar çocukları aşısız mı bırakacan? (pardon biraz karıştı düşünceler ama tek ve büyük bi komplo teorisi işte toparlayamıyorum tam, eksiklikleri ahkamlarda tamamlarız) evet çocuklar aşısız kalamaz, BEYAZ ADAMIN YÜKÜdür bu, güzelim verimli topraklarda yaşayan medeniyetten uzak zavallı ilkel türkler. ve kahraman ünicef. ee istersen alma aşıları, vay seni insan hakları düşmanı, bütün çocukların aşı hakkı vardır, sen de aha böyle girersin ABye. işte bu, komplo budur. küreselleşmenin tadına doyum olmaz. peki başka ne var? avrupanın biryerlerindeki, insan hakları komisyonu AFRİKAdaki insanların haklarıyla neden uğraşıyor. oralarını bilemem. ama buralarını biliyorum. eğer koca, karısını ya da çocuğunu dövüyorsa, türkiyenin de imza attığı insan hakları sözleşmesine göre, karı ve de çocuk (ya da dayak yiyen her kimse) yasal yola başvurabilecektir. gayet insanca görünüyor değil mi. ama olay şöyle oluyor: çocuk önce karakola gidecek, polis raporunu doldurtacak, sonra doktor raporu alınacak, yeterli değilse(morluklar geçmişse) tanık bulunacak, mahkemeye gidilecek, ifadeler tekrarlanacak ve sonuçta çocuk kurtarılacak. belki adam hapse atılır, çocuk yetimhaneye ya da başka biryere yerleştirilir. höttörölötlöt. ne kadar da insanca. buna mekanik denir. türkiyenin varolan yapısının üzerine getirip bunları koyarsan tam bir insanlıkdışı işleyişle karşılaşırsın. (afrika için de benzer bir durum olduğuna eminim) En başından, morlukları ve çürükleri yapanın kim olduğunu ispatlamak için tanık bulmak şarttır ki, çok büyük bir çoğunluk aile arasına girmek istemez. bu şekilde bastırılmış çocuğun, karakola şikayette bulunması zaten düşünülmediğinden, birilerinin şikayet etmesi gerekecektir, e ispiyonculuk da beterin beteridir yani… nereye varıyorum? eh işte böyle oturmuşsa düzen, herif aileyi sıradayağından geçirirken, komşular da kulaklarını tıkamış, zaten büyük şehirde kimse komşuyu tanımıyor apayrı bir mesele… alın size haklar, insan hakları. insanlık mı kalmış anasını satayım bea… neden dövüyor bu adam bacıyı? diye sormadan hiçbir yazılı kanun kimseye refah getirmez. insan haklarıyla, geleneksel düzenin karşılaştırılması, hiyerarşik olarak değişen geleneksel haklar ve doğuştan gelen İNSAN HAKLARI. insan haklarının çıkış yeri de liberal demokrasiler olduğundan, her zaman şöyle biryere ulaşılıyor; Al sana hakların, kimse kılına bile dokunmayacak, süper-demokratik ortamda özgürsün, git istediğini yap. birileri sana zarar verirse de gel bize söyle. _evet ama ben biraz açım… orası bizi ilgilendirmez, gidip bulacaksın yiyeceğini. labirentteki fareyi anımsatıyor bu bana. evet laboratuar ortamında çok güvende, ama labirent istemiyorum ben. peynir peynirdir, kedi de kedi. labirent istemiyorum.(yine karıştı biras) peki bu ilkel-vahşi-aşiret yönetimi nasıl bişeydir? kesinlikle insan haklarına aykırıdır. ilkeldir, düzeltilmesi gerekir. kan davaları, namus cinayetleri, eşitsizlikler. evet, aşiret reisinin hakları tabasındaki harhangi birinden çok daha fazladır ama, yönetimi altındaki herkesin, minimal düzeyde bile olsa, karnının doyması ve barınmasından sorumludur. haa, liberal demokraside mobilite vardır, isteyen zengin olur, sınıf atlar, onu kimse tutamaz. ama unutmadan, düşeni de kimse kaldırmaz… katastrofik(bu ne ya) görünen şeyler daha çok dikkat çeker, (adı üstünde katastropik) yani aslında namus cinayetinden ölenlerin sayısı, amerikadaki evsizlerin sayısını asla geçmez(bak yine bilip bilmeden yorum yaptın) evet ama ortadoğuda böyle giderse açlıktan ölenlerin yıl geneline bakıldığında milyonları bulacağını biliyorum. insan hakları ihlalinden öte birşey bu. insan hakları komisyonunun üstünde bir güç gerektiriyor çözümler. bu da bir otorite, bir yönetim ya da bir hükümet olamaz, bu bütün insanların aynı fikirle birleşmesiylen olur. (ama sen iyice saçmaladın) yaw neyse işte, avrupadan gelen her iyilik güzellik şeysinin altında şeytan görüyorum. dünya bu hale bu kıtanın yönetim şekilleriyle geldi. dolayısıyla bunları taklit etmeyi bırakmalıyız. yani komşular el koymuyolarsa olaya, insanların arasında biraz daha sağlam ilişkiler yoksa, adamın derdini dinleyecek ona yardım edecek kimse yoksa, karıyı dövdüğünde de kimse duymaz, türk kültürünün yapısına göre de kimse polis çağırmaz.