küresel koşuşturmaya hoş geldiniz (too hectic, too hectic)
thomas friedmann denen şahıs, NYT’da yurtdışıişleri muhabirlerinden biridir. kendisi küreselleşme yanlısıdır. (gerçi kitabı bitirmeden bu yazıyı yazmak ne kadar doğru bilmemem,zaten sonuçta ben her konuda hıyarcasına bir fikri olan hırt kişilerdenim değil mi) işte bu konuda birşeyler söylemek gerek.
bu adama göre küreselleşmenin oluşumunu sağlayanlar şunlar, teknolojinin, enformasyonun ve finansın demokratikleşmesi.
küreselleşmenin faydası şu, %100 rekabet ortamı olduğu için, en iyiyi üretmekten başka bir çaresi yoktur kimsenin. buna da “yapıcı yıkım” diyor.
küreselleşmeye ayak uydurmada en iyi sistemi ise “altın deli gömleği” diye tanımlıyor. yani hükümetler bakımından, herşeyi sonuna kadar şeffaflaştırıp, piyasayı sonuna kadar serbest bırakmak. çağı yakalamak ve ileri geçmek için sürekli hareket etmek.
eğer bir firma ya da bir hükümet en ufak bir aksama gösterirse, düşüyor ve ayaklar altına alınıp kaynayıp gidiyor. (1998galiba malezya ve 80lerde IBM)
koşturmak gerek yani, sürekli koşturmak…
altın deli gömleği biraz sıkıyor. ne kadar sıkarsa o kadar altın üretiyor, ve o altın da sıkan yerleri yumuşatmak için yastık alımında kullanılıyor.
yani bu adam için, alınacak en önemli ödül, artı-değerin artması, para para paraa…alllaauuu
peki insan hayatı ne oluyor bu durumda? acele içinde geçip gidiyor. sonunda, para geçiyor eline. ama nefes almaya fazla vakit yok… yani rahatlama nasıl sağlanıyor? bermudada bir tatille, onu istemeyen varsa, yeni mini-cooper’ıyla bir gezintiye çıkar. ya da bilmemne şelalelerinde bir rafting turuna katılır. bunlar kesmiyorsa da parayla rahatlama illa ki sağlanır. burda “sharper image” denen mağaza giriyor devreye. scooterdan cd çalara kadar herşey var. ama hepsi sağda solda bulabileceklerinin 4 katı fiyatına. çünkü onlar “sharper image” ürünü. teknoloji ve tasarım başyapıtları. sonra evine dönersin, özel-su-geçirmez höttörö mekanizmalı radyonu banyoya yerleştirirsin, küvette 1-2 saat geçirip yatarsın, sabahleyin de kaldığın yerden devam ediyorsun.
bu yanlış. insan bünyesine uygun değil gibi geliyor bana. bu kadar aceleye gerek yok. bu konu daha çook uzar ama ben sadece bu noktaya takıldım şimdilik. sakin sakin de yaşayabiliriz. yaşayabilmeliyiz.
ama altın deli gömleği sürekli dayatılıyor ve giymeyenler cezalandırılıyor. herkes birbirini dürtüyor ama kaydedilen ilerleme fazla birşey ifade etmiyor. ben burda duruyorum. ilerlemenin anlamı buysa, kabul etmiyorum. bu yaşam tarzını ve bu koşuşturmayı.
yorumlar
ve olumsuz yanlarını dikkatle incelemek kaydıyla hindistan bu eğilime karşı bir örnek olabilir kanısındayım. hem içinde çemberin, hem de dışında..
neresindeyiz acaba?
🙂
Amerikalı bir zengin, iş seyahati sırasında Meksika’nın küçük bir kıyı
kasabasına uğramış.
Limanda gezerken, bakmış ağzına kadar balık dolu bir tekne ve içinde keyifli bir balıkçı…
“- Merhaba balıkçı” diye seslenmiş,
“… Bu balıkları ne kadar zamanda tuttun?”
“- Bir iki saatimi aldı” demiş balıkçı…
İştahlanmış bizim işadamı;
“- Eee, niye biraz daha kalıp daha fazla tutmadın?” diye sormuş.
“- Bu kadarı bize yetiyor da ondan” diye omuz silkmiş balıkçı.
Şaşmış balıkçının bu kanaatkarlığına işadamı;
“Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun peki” diye üstelemiş.
Balıkçı, özetlemiş bir gününü:
“- Sabahları açılır, biraz balık tutarım.
Sonra çocuklarımla oynarım.
Öğleyin karımla biraz siesta yaparım.
Akşamları amigolarla beraber gitar çalıp şarap içer, geç vakte kadar
eğleniriz.
Oldukça meşgul sayılırım senyor”.
Gerinmiş Amerikalı:
“- Bak” demiş “… ben sana yardımcı olabilirim.
Bu işe daha çok zaman ayırmalısın.
Daha büyük bir tekne bulup daha çok balık tutmalısın.
Oradan elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın.
Daha fazla kazanmak için doğrudan işletme tesislerine satarsın.
Hatta zamanla kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin.
Kısa zamanda balıkçılık sektöründe bir numara olursun”.
Balıkçı merakla
“Bunları yapmak kaç sene alır senyor” demiş…
“15-20 yılda halledersin” demiş Amerikalı,
“Ama sonrası daha parlak !!!
Zamanı gelince şirketini halka açarsın, hisselerini iyi paraya satarsın,kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın.”
“- Milyonlar haaaa !!!…” diye tekrarlamış balıkçı…
“Eeee !!!… sonra???”
“- Sonra emekli olursun…
Küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin.
İstersen zevk için balık tutarsın.
Çocuklarınla oynar, karınla keyfince siesta yaparsın.
Akşamları da arkadaşlarınla şarap içip gece yarısına kadar gitar çalarsın.
Nasıl…? Mükemmel değil mi?”
ve kesinlikle benim noktam da budur. teşekkürler. ama sorun da şu zaten, artık günde 2 saat balık tutan balıkçıları yokediyorlar. mesela nasıl?
amerikalı yatırımcı bölgeye geliyor, yanında da iyi fiyata günde 9 saat çalışacak bir düzine güneyli amele getiriyor. kendine 3-5 tekne alıp günde dokuz saat çalıştırıyor. oldukça fazla balık kaldırıyor bu doğru. ama bizim meksikalıya ne ki bundan?
1-amerikalı fiyat kırmaya başlıyor, meksikalı eski yaşam standardını yakalamak için daha çok çalışmak zorunda kalıyor.
2-amerikalı gereğinden fazla avlayarak bölgeyi sömürüyor ve öldürüyor. artık o kadar çok balık yok. varsa da bulmak için yüksek teknolojili sonarlar gerekiyor. bunlar da amerikalıda var, meksikalıda yok. edinmek istiyorsa da daha çok çalışması gerekiyor.
böylece kendi kendine mısırı ve balığıyla yetebilen bir meksika sahil köyü, küreselleşme içinde yerini alıyor. ve oradan meksikalı milyoner çocukları çıkıyor.
bu en namuslu biçimiyle serbest piyasa ekonomisinin uygulanışıdır. artık amerikalı meksikalıyı sokakta dövdürtür mü, geceyarısı teknesini yakar mı orasını hiç karıştırmıyorum.
doğanın katlediliyor olması ise bütün bu kaygılarımın arasında en sonuncusudur belki de…
demek istediğim, çalışmazsan çalışma, küreselleşmezsen küreselleşme diyerek kurtulamıyorsun.
bu gidisati korkutuyor beni.
gercekten son zamanlarda cok sIk dusunur oldum.Belgesel kanallarinda soylari tukenmekte olan hayvanlari gordukce, insanlarin katletmelerini seyrettikce..
off..
cok az vaktimiz kaldi diye dusunuyorum.hem de cok az.
ve butun bunlarin sorumlusu amerika mi sadece, net bir yargiya varmak zor.
herkesin payi var sanki.
peki ne yapmak lazim?