bildirgec.org

Arama sonuçları: nail art

Gezgin fasulyeler

winmaker | 08 October 2003 15:30

Evren tuhaflıklarla dolu. Yüzdeye vurursak, bu tuhaflıkların %90’ı dünyaya aittir. Ve bunların %90’ınıda insanlar oluşturur. Maalesefki bu insanların sadece % 10’unun internet sitesi var.

Bir zamanlar, James Hartman adındaki bir zanããtkarın, yaptığı minyatür koyunları dünyanın dört bir tarafına yollayıp, en bilinen tarihi eserlerin önünde resimlerini çekmek gibi bir merakı vardı. Bu merak bulaşıcı olsa gerek, bir çok benzer proje türemeye başladı. Garipmi desek yoksa oha mı desek, ya da sadece gülüp geçsekmi bilinmez.

mekruh kıymetler borsası

tamilgerillası | 29 July 2003 17:15

bugün türkiye kaçtan kapanmış baksana bi departmanından…

bugün yayınlanan şu habere göre, amerika ortadoğu’daki 8 ülkenin (ırak, iran, israil, mısır, suriye, suudi arabistan, ürdün ve türkiye) politik durumlarını tahmin edebilmek için bir borsa oluşturmuş. (haberin orijinali) buna göre policy analysis market(politika analiz borsası) isimli bu ortak alanda konusunda uzman (!) kişiler bu ülkelerdeki politik, ekonomik, sosyal, kültürel olaylar hakkında tahminler yürütüp bahisler oynayabilecekler. bu sayede amerikalı askeri, politik ve ekonomik karar merciileri bu bölgelerde nasıl hareket edeceklerine karar verirken bir kaynak daha edinecekler. (şahane!)

We knocked the bastard off !

infuscoare | 30 May 2003 21:15

İki adam, bir dağ ve incelmiş mavi gökyüzü… Yeni Zelandalı dağcı Edmund Hillary ve Sherpa dağcısı Tenzig Norgay, Everest zirvesine ayak bastıklarında, o sihirli birkaç dakika boyunca sadece bu dört unsur bir anlam taşımış olmalı onlar için. 29 Mayıs 2003’de Everest’ın fethedilmesinin 50. yıldönümü gösterişli törenlerle kutlanırken, 50 yıl önce sabah 11.30’da tepeye ayak basmış olan iki adam bu coşkuyu, gururun bir saniye arkasından gelen geri dönebilme endişesiyle karışık yaşadılar şüphesiz. Zaten neredeyse soğuktan ve yorgunluktan tükenmiş halde, oksijenleri bile bitmek üzereyken, oyalanmak gibi bir lüksleri olduğunu düşünmek gülünç olurdu. Beraberlerinde getirdikleri bir kaç bayrağı ( Hindistan, Nepal, Birleşmiş Milletler ) tepeye diktikten sonra hızla geri dönüş yolculuğuna koyuldular. Dönüş yolunda tepeye çıkmakta olan bir İngiliz ekibinin kampıyla karşılaştıklarında, Hillary’nin diğer ekipten olan meslekdaşına sarfedeceği şu cümle, sonradan dağcıların zafer nakaratına dönüşecekti ; Well, we knocked the bastard off ! Bu dağcıların, dünyanın çatısının, başka bir deyişle Gökyüzünün Tanrıçasının, tabiri caizse, bekaretini elinden almalarından sonra geçen 50 yıl boyunca kaydedilen istatistiklerinden bazılarından bahsetmekte yarar var. 1953 yılında bu iki adama yenik düşen Everest, 50 yıl boyunca yaklaşık 1200 defa daha dağcıların zirveye ulaşmasına izin verirken, yine zirve yolunda 175 dağcının hayatına malolarak intikamını aldı. 1975 yılında Japon Junko Tabei zirve yapan ilk kadın dağcı olurken, 1978 yılında İtalyan Reinhold Messner ve Avusturyalı Peter Habeler oksijen tüpleri olmaksızın ilk kez zirveye ulaşmayı başarmış dağcılar oldular. Bundan iki yıl sonra yine Messner, ilk solo tırmanışı gerçekleştiren dağcı ünvanını aldı. İlk kış tırmanışı Polonyalı Krzyztof Wielicki tarafından 1980 yılında gerçekleştirilirken, ikinci generasyon ilk zirve fatihi ünvanına da, Edmund Hillary’nin oğlu Peter Hillary nail oldu. 42 yaşındaki Sherpa dağcısı Apa, 13 kez zirve yaparak en çok, 72 yaşındaki Japon Yuichiro Muira, bu ay zirve yaparak en yaşlı olarak Everest`e tirmanan dağcı ünvanını almışlardır. Tırmanan ilk evli çift, ilk henüz boşanmış çift, ilk amuda kalkarak tırmanan, sürekli öpüşerek ilk tırmanan…. Bu tür rekorlar ve ilklerin bitmek bilmeyeceğinin en güzel kanıtı ve aynı zamanda başka bir rekor -rekor kırma rekoru- olarak, iki yıl önce sadece bir yıl içinde değişik methodlar ve mazeretlerle Everest’e 189 değişik biçim ve sebeple çıkıldığını ve bunların Guinness Rekorlar Kitabına kaydedildiğini söylemek yeterli olacaktır sanırım. 1852 yılında bir grup İngiliz araştırmacının bir takım ölçümleriyle, Everest’in rakımının 8840 metre olduğu saptanmıştı. Sonraları güncellenen hesaplamalarda 8848 metre konusunda fikir birliğine varıldı. Bu arada, 1924 yılında bir yandan kati yükseklik saptamasını yapmak, bir yandan da zirveye ilk ulaşan dağcı olma emelleriyle tırmanışa geçen, zamanın efsanevi dağcısı George Mallory ve ekip arkadaşı Andrew Irvine de başarılı olamamış, bir daha hiç geri dönemeyen dağcılar arasına girmişlerdi. Taa ki 1999 yılında, zirvenin 600 metre aşağısında bedenleri bulununcaya kadar ki, hiç bir zaman zirveye ulaşıp ulaşmadıkları bilinemeyecek yazık ki. Bundan sadece dört yıl önce, çok sağlam bir hesaplama ile 8850 metrede karar kılınmış. Geçtiğimiz yıllarda Nepal hükümetine verdiği ve hükümetin dudak bükmekte hiç gecikmediği teklifte, Everest Tepesi’ne tırmanışların yasaklanmasını isteyen 83 yaşındaki Edmund Hillary, gerekçe olarak dağda hızla artan kirliliği göstermiş. Kamp artıkları, boşalmış oksijen tüpleri, boşalmış batarya gibi kimyasal atıklardan, Everest’in üzerinde bir Everest daha yükselmekteymiş. Buna şaşmamak gerek, bundan belki 20 yıl önce, zirve civarında ayak izi görmek mümkün değilken, bugünlerde krampon izleri ve kramponlardan geçilmiyor olsa gerek. Ne de olsa şimdilerde tecrübesi olanlar değil, parası olanlar aşındırmakta zirveyi. İyisi mi. akıllı olun biraz demeli, nitekim bu pek denenmiş bir şey değil, ha Everest mi, aman bırakın canım, en az 1200 defa denenmiş….

Frankfurt Okulu ve Linux

kaptanhayal | 20 October 2002 03:43

Herbert Schiller,Frankfurt Okulu diye bilinen ve aralarında Adorno, Walter Benjamin gibi “Felsefe Tarihinde kim kimdir?” ansiklopedilerinden fırlamış hesabı, dünyanın genel gidişatı hakkında cilt cilt yazma yeteneğine sahip, huysuz, huzursuz, 20. yüzyılda yaşamaktan mesud görünmeyen, Marksist bir düşünce okulunun son temsilcilerinden biriydi. Bu büyük düşünürü, 2000 yılında kaybettik.Ruhuna fatiha. Ama neyse, konu başka… Schiller, genellikle ekonomi dergilerinde ya da, protokolun ön sıraları doldurduğu “internet hayatımızı nasıl etkiliyor? (abi ya?)”konulu seminerlerde karşımıza çıkan “bilgi toplumu” şeysi üzerine, kavramsal bütünlüğü olan, derli toplu ilk teorilerden birini geliştirmiş bir saygın abimizdi.

angarya

nikita | 01 August 2002 21:37

okul bitti, bari yazı boşboş oturarak heba etmeyelim diye babamın da zoruyla tanıdık birinin yanında çalışmaya başladım. tabii burada “çalışma” fiili kulağa fazla oturaklı gelir. benimki az buçuk ayak işleri, tabiri caizse angarya…

iktisatta okuyoruz, biraz ticareti öğrenelim diye umarken; başımıza geleceklerden tabii ki haberimiz yoktu. şu son bir kaç gündür yaptıklarım, hani biraz acı bir itiraf babından da olsun, benim gibi biraz rahat büyümüş adama harbiden oldukça sıkıcı ve biraz da ağır geldi.

neyse dün şirket içerisinde çaylak modunda bulunmam hasebiyle ssk primi yatırmaya yollandım. prim nedir, ssk’nın açılımı nedir, sonra tahakkuk nedir bihaber olan ben kurtlar sofrasına silahsız olarak atılıverdim. dedik 1-2 saat bekleriz, genç yaşta olsak da devlet dairelerinin işlem prosedürlerini azıcık ucundan tatmışız nasıl olsa…

tabii kazın ayağı öyle değil(miş). neyse gittik girdik 3,5 kat+1 koridor burgu yapan sıraya… tam olarak 5 saat sonra sıra geldi; o arada akşam yemeği olarak uzun ve kalabalık insan hengamesinin arasından karpuzlar, ayranlar geçti memurlara yemek niyetine… velhasılı kelam o mşen yüzlü, pek sevecen, tabii hamarat memur zatla yüzyüze gelme şerefine nail olabildik. kendisi pek muteber bir şahsiyet olarak, şirekin numarasını kağıttan okuyamama, bir (1) çeki tam olarak 10 dakikada işleme sokma gibi değişik enstantaneler içindeydi. pek bir mutlu, biraz yorgun bir şekilde çıkarken, geride bırakmış olduğum 2,5 kat+1 bahçe sırasındaki insancıkları düşünmeden edemedim beşiktaş’a kadar yürürken…

multi bildiri

enemy | 10 May 2002 19:40

yazacagim bir suru link vardi bende 50 tane bildiri yazmak yerine hepsini birtanede toplayip paket halinde iscak iscak sunayim dedim

i.) spider ile ilgili yeni seyler varmi yokmu diye arastirirken sunu buldum. sitede ister online olarak, istersen programi download ederek kendine has super kahraman yaratabiliyorsun…cok zevkli!

ii.)surada 3d pacman oynayabilirsiniz. flash ‘ta yapilmis ve oldukcada hosuma gitti. tek garip yani baslar baslamaz hareket etmezseniz yaratiklar gelip seni bulamiyorlar 🙂

iii.) buysa cici cici oyuncak marketlerden birtanesi. zaten sunu humour sitelerden hatırlıyoruz.

iv.) bu ‘da zorb denen bi olayla zopur zopur zorplayan insanların fotoğraflarının yeraldığı bi site( bu insanlari istanbul sokaklarında düşünmek.ho$)

v.) içleri dışlarına çıkmış arabaların resimlerinden bahsetmek bile istemiyorum. aaah! ah! ozellikle su beni derinden yaraladi.

vi.) origami ye farklı bir anlayış.

vii.) eglenceli fotograflarin tek bir çatı altında toplanması iyi oldu site site dolaşmamız denen bir olay ortadan kalkmış oldu. bill gates ile ilgili olanda su

ne biliyim daha baska ne yazsam iste erotik fotograflar ondan sonra ben zombie lerden korkarim diyenler icin zombi dedektorleri(kesinlikle bi daha sizi rahatsiz edemezler. garantilidir!), “abi ben kus,kedi,kopek,fare,domuz, vs. seslerini nasıl çıkarabilirim!?%# diyenler icin surasi(su da Turkce olan yeri), bu aralar yeni tuvalet yaptirmak isterseniz, takı almak isteyen hanımlarımız falan filan.

affedin ben sıkıldım bi multi bildiride baska zaman gireriz artık 🙂

Bilgisayar oyunları hakkında bir hâtırat

admin | 06 March 2002 10:16

1960’larda DEC, PDP10 isimli bir makina yaptı. “The Ten” adıyla çağırılmaya başlanan bu makina bir çok üniverstenin araştırma laboratuarında kullanılmaya başlandı.

MIT laboratuvarlarında “10” için işleri kolaylaştıran bir işletim sistemi yazıldı. İsmi ITS’di. O zamanlar kimse bilgisayaran anlamadığı, anlayanlar da bir kaç iyi kalpli programcı olduğu için herhangi bir güvenlik önlemi düşünülmedi. 70’lerde ARPANet kuruldu. ARPANet, bu günkü Internet’in büyük dedesi idi, okulları birbirine bağlıyordu ve güvenlik hala hiç düşünülmüyordu. O zamanlar, bilgisayarlarla ilgili herhangi bir bilginin “değerli” ya da “gizli” olması tahayyül edilemez birşeydi. Herkes herkesin bilgisayarına giriyordu. Dünyanın düşünce bankası olan MIT’in bilgisayarlarına konan şeyler (eğlenmek için yaptıkları programlar vs.) bütün ARPANet tarafından hemen keşfediliyor ve yayılıyordu.

MIT’in dünyaya kazandırdığı ilk oyun, belki şaşıracaksınız, ama “Maze” adında bir multiplayer 3D shooter’dı. Grafikler harflerden oluşuyor, oyuncular kendi ekranlarında bir labirentin duvarlarını görüyor ve birbirlerini kovalayıp duruyorlardı. Yapıldıktan yıllar sonra bu oyunu Boğaziçi Üniversitesi terminallerinde görme şerefine nail olmuştum. Hızlı ve eğlenceliydi.

İkinci popüler oyun, Trivia’ydı, (soru sormalı oyun) ve ister inanın, ister inanmayın, gerçek dünyada kartlarla oynanan Trivia bu bilgisayar oyunundan çıktı. Oyun aslında bir veri tabanı testiydi ve ARPANet’te korkunç bir furya başlattı. Dünya çapında çekişmeli Trivia maçları dönüyordu. O zamanların araştırmacıları, işlerini mümkün olduğunca eğlenceli kılıyorlardı.

1977’de Willie Crowther ve Don Woods, Adventure isminde bir oyun yarattılar. Bu bir Text-Adventure’dı. Daha doğrusu şu anda bu konseptteki oyunlara adventure dememizin sebebiydi. (bir nevi frijder, aybiyem, cip vakası). ARPANet felç oldu. (Adventure’un dünya bilgisayar endüstrisinin gelişmesini iki hafta geciktirdiği söylenir.) O zamanlar iyi bir oyun çıktığında, ki bütün yazılımlar ve tabii oyunlar bedavaydı, hayat duruyor, herkez oyunu oynuyor, bitirince normal hayatlarına devam ediyorlardı.

Fakat bazıları, oyunu bitirince normal hayatlarına dönmek yerine, “Ben, daha iyisini nasıl yaparım?” diye düşünüyorlardı. MIT’ten Tim Anderson, Marc Blank, Bruce Daniels ve Dave Lebling, bunlardandı. Adventure’un kodunu hallaç pamuğu gibi attırdıktan sonra, masaya oturup bir hikaye ve bir çok harita tasarladılar. Ve Zork’u yazdılar. Zork, bir kelime bile değildi. Bitmemiş projelerinden bahsederken, “Şunun şurasını zorkladın mı, abi?” şeklinde kullandıkları, arkadaş-arası bir terimdi. Zork’çular oyunlarına isim vermemişlerdi. Ama ARPANet, oyunu Zork diye tanıdı. Çok zor bir oyundu. Öyleki, harita çizmezseniz oyunu bitiremiyordunuz. Çünkü örneğin bir labirentin sonundaki kapıyı açmak için gerekli sihirli kelime, labirentin haritasını çıkarınca yazdığınız kağıdın üzerinde beliriyordu. Enteresan birşey daha ekleyeyim, Zork sadece MIT’in PDP10’unda kuruluydu ve ARPANet’ten MIT’yi keşfe gelenler tarafından oynanıyordu. Aynı anda yüzlerce kişi MIT’deki bir makinadan oynayabiliyordu. O zamanlar güvenlik diye birşey olmadığını hatırlayın.

Zork o kadar başarılı oldu ki hemen iki tane daha yapıldı. Bilinen bütün platformlara uygulandı. Şu anda Palm-pilotlar için bile Zork var. Daha sonra bilgisayar oyunu mevhumu ticarileşmeye başladığında parayla satıldılar. 90’larda CD-Rom oyunları dönemi başladığında, Zork, sesli, videolu güzel bir oyun olarak geri döndü. Şu anda bu yeni nesil Zork’ların da üçüncüsü (The Grand Inquisitor) çıkmak üzere.

Sıkıcılık Ölçeği

hafifuyku | 27 August 1998 03:56

Güzel bir siteye rastladım. Nasıl rastladığım, ayrı bir yazı konusu. (Alexa ile buldum) http://jeffglover.com Yaratıcısının ismi Jeffrey Glover. Web sitenizin sıkıcı olup olmadığını anlamanın on yolunu anlatıyor. İsterseniz üşengeçlik deyin, ama benim de rahatsız olduğum ve mütemadiyen yazdığım konulara değinmiş. Aktarıyorum:

Eğer sizin web sitenizin bir özelliği burada listelenmişse hemen celallenmeyin. Web sitenizi canınızın istediği gibi yapmakta serbestsiniz. Adamın tekinin bu lame ve sıkıcı olmuş demesi hiç önemli değil.

İyi dizayn, SİZİN şahsi zevkiniz ve stilinizle alakalıdır, başkasınınkiyle değil. Ayrıca kurallar bozulmak için konulmuştur, bilirim ben de bir kaçtanesini bozdum. Her şey eğlence için.

10. Başlık imajınızın büyüklüğü 50K’dan fazla.
Herkesin T1 internet bağlantısı yok, resimlerinizi thumb nail haline getirin indirmek isteyip istemediğimize biz karar verelim. (Thumb nail, başparmak tırnağı demek. Resimlerin minik haline deniyor.)

9. Kendinizin 400K’lık bir resmini sayfaya koymutsunuz ama siz resmin alt 20k’sında gözüküyorsunuz.
Crop diye birşey duydunuz mu? (Crop terimi resmin bir kısmını seçip, gerisini atmak manasına geliyor.)

8. Ev hayvanlarınızın resimlerine artık dayanamıyoruz.