1960’larda DEC, PDP10 isimli bir makina yaptı. “The Ten” adıyla çağırılmaya başlanan bu makina bir çok üniverstenin araştırma laboratuarında kullanılmaya başlandı.

MIT laboratuvarlarında “10” için işleri kolaylaştıran bir işletim sistemi yazıldı. İsmi ITS’di. O zamanlar kimse bilgisayaran anlamadığı, anlayanlar da bir kaç iyi kalpli programcı olduğu için herhangi bir güvenlik önlemi düşünülmedi. 70’lerde ARPANet kuruldu. ARPANet, bu günkü Internet’in büyük dedesi idi, okulları birbirine bağlıyordu ve güvenlik hala hiç düşünülmüyordu. O zamanlar, bilgisayarlarla ilgili herhangi bir bilginin “değerli” ya da “gizli” olması tahayyül edilemez birşeydi. Herkes herkesin bilgisayarına giriyordu. Dünyanın düşünce bankası olan MIT’in bilgisayarlarına konan şeyler (eğlenmek için yaptıkları programlar vs.) bütün ARPANet tarafından hemen keşfediliyor ve yayılıyordu.

MIT’in dünyaya kazandırdığı ilk oyun, belki şaşıracaksınız, ama “Maze” adında bir multiplayer 3D shooter’dı. Grafikler harflerden oluşuyor, oyuncular kendi ekranlarında bir labirentin duvarlarını görüyor ve birbirlerini kovalayıp duruyorlardı. Yapıldıktan yıllar sonra bu oyunu Boğaziçi Üniversitesi terminallerinde görme şerefine nail olmuştum. Hızlı ve eğlenceliydi.

İkinci popüler oyun, Trivia’ydı, (soru sormalı oyun) ve ister inanın, ister inanmayın, gerçek dünyada kartlarla oynanan Trivia bu bilgisayar oyunundan çıktı. Oyun aslında bir veri tabanı testiydi ve ARPANet’te korkunç bir furya başlattı. Dünya çapında çekişmeli Trivia maçları dönüyordu. O zamanların araştırmacıları, işlerini mümkün olduğunca eğlenceli kılıyorlardı.

1977’de Willie Crowther ve Don Woods, Adventure isminde bir oyun yarattılar. Bu bir Text-Adventure’dı. Daha doğrusu şu anda bu konseptteki oyunlara adventure dememizin sebebiydi. (bir nevi frijder, aybiyem, cip vakası). ARPANet felç oldu. (Adventure’un dünya bilgisayar endüstrisinin gelişmesini iki hafta geciktirdiği söylenir.) O zamanlar iyi bir oyun çıktığında, ki bütün yazılımlar ve tabii oyunlar bedavaydı, hayat duruyor, herkez oyunu oynuyor, bitirince normal hayatlarına devam ediyorlardı.

Fakat bazıları, oyunu bitirince normal hayatlarına dönmek yerine, “Ben, daha iyisini nasıl yaparım?” diye düşünüyorlardı. MIT’ten Tim Anderson, Marc Blank, Bruce Daniels ve Dave Lebling, bunlardandı. Adventure’un kodunu hallaç pamuğu gibi attırdıktan sonra, masaya oturup bir hikaye ve bir çok harita tasarladılar. Ve Zork’u yazdılar. Zork, bir kelime bile değildi. Bitmemiş projelerinden bahsederken, “Şunun şurasını zorkladın mı, abi?” şeklinde kullandıkları, arkadaş-arası bir terimdi. Zork’çular oyunlarına isim vermemişlerdi. Ama ARPANet, oyunu Zork diye tanıdı. Çok zor bir oyundu. Öyleki, harita çizmezseniz oyunu bitiremiyordunuz. Çünkü örneğin bir labirentin sonundaki kapıyı açmak için gerekli sihirli kelime, labirentin haritasını çıkarınca yazdığınız kağıdın üzerinde beliriyordu. Enteresan birşey daha ekleyeyim, Zork sadece MIT’in PDP10’unda kuruluydu ve ARPANet’ten MIT’yi keşfe gelenler tarafından oynanıyordu. Aynı anda yüzlerce kişi MIT’deki bir makinadan oynayabiliyordu. O zamanlar güvenlik diye birşey olmadığını hatırlayın.

Zork o kadar başarılı oldu ki hemen iki tane daha yapıldı. Bilinen bütün platformlara uygulandı. Şu anda Palm-pilotlar için bile Zork var. Daha sonra bilgisayar oyunu mevhumu ticarileşmeye başladığında parayla satıldılar. 90’larda CD-Rom oyunları dönemi başladığında, Zork, sesli, videolu güzel bir oyun olarak geri döndü. Şu anda bu yeni nesil Zork’ların da üçüncüsü (The Grand Inquisitor) çıkmak üzere.