Herbert Schiller,Frankfurt Okulu diye bilinen ve aralarında Adorno, Walter Benjamin gibi “Felsefe Tarihinde kim kimdir?” ansiklopedilerinden fırlamış hesabı, dünyanın genel gidişatı hakkında cilt cilt yazma yeteneğine sahip, huysuz, huzursuz, 20. yüzyılda yaşamaktan mesud görünmeyen, Marksist bir düşünce okulunun son temsilcilerinden biriydi. Bu büyük düşünürü, 2000 yılında kaybettik.Ruhuna fatiha. Ama neyse, konu başka…

Schiller, genellikle ekonomi dergilerinde ya da, protokolun ön sıraları doldurduğu “internet hayatımızı nasıl etkiliyor? (abi ya?)”konulu seminerlerde karşımıza çıkan “bilgi toplumu” şeysi üzerine, kavramsal bütünlüğü olan, derli toplu ilk teorilerden birini geliştirmiş bir saygın abimizdi.

Schiller’in ne dediğiyle tanışma şerefine, okuduğum bir kitap vesilesiyle geçenlerde nail oldum ve gördüm ki, doğru görünen pek çok şeyin yanısıra, abimiz, bilgi toplumu olayını 3 yıl geriden takip etmesi hasebiyle, gerçeklikle (malesef) pek alakası olmayan şeyler de yazmış bulunmuş.

Şimdi, Schiller’in, teorisini iki ana eksende geliştirdiğini söyleyebiliriz. Bir:

Gelir dağılımı alanında nasıl bir adaletsizlik varsa, bilgiye erişim alanında da, kimsenin sözünü etmediği büyük bir adaletsiz var; ve bu adaletsizlik, gelir dağılımına oranla daha da hızlı bir biçimde genişliyor. Elektronik medyanın gelişmesine paralel olarak toplumun ‘mutlu azınlığı’ (Blog sahibinin notu: Mesela Hafif kullanıcıları olarak biz), her geçen gün daha fazla, daha fazla, daha da fazla bilgiye erişirken, elektronik medyayı kırk yıldaaaan kırk yıla kullanan ‘mutsuz çoğunluk’la aramızdaki bilgi eşitsizliği giderek derinleşiyor. Ve böylece yeni bir ayrım doğuyor: Bilgi zenginleri ve bilgi fakirleri.

Burada bir sorun yok, Schiller fena halde haklı görünüyor.

İki: Schiller’in çuvalladığı konu, “bilgiye kim yön veriyor?” meselesi. Herbert, (Hakkında bu kadar yazdıktan sonra kendisine ön adıyla seslenebilirim artık sanırım) bilgi toplumu olayına Frankfurt Okulu’nun geleneksel karamsarlığıyla yaklaşıyor ve şu soruyu soruyor: “Bilgi toplumu iyi de, bilgiyi kim üretiyor?” Ve buradan da şuraya varıyor: “Bir toplumda, üretim güçlerinin yapısını kim belirliyorsa, iktidar da ondadır. Mevcut durumda hangi bilginin üretilmesi gerektiğini, Microsoft’tur şudur budur global şirketler belirliyor. Onlar ne diyorsa o oluyor, bilginin nereye gideceğine halk değil sadece onlar karar veriyor.

İşte Schiller’in açmazı bence burada. Çünkü, “Linux”, ya da daha genel tanımla açık kod yazılım, Schiller’in öngördüğünün tam aksine, yüzbinlerce bağımsız kullanıcının, bilgi toplumunun rotasını, neredeyse Bill Gates abimizle aynı kuvvetle belirleme olgusunu, dünyanın gündemine getirmiş durumda.

Yarım kalacak bu blog, toparlayamadım konuyu. Ama demek istediğim şu ki, öyle Matrix tarzı “ipler başkalarının elinde” türünden bir karamsarlık, çok abartılı geliyor bana. En azından konu internetse, yazılımsa, futbolsa…