bildirgec.org

Site arşivi: hafif

ümit ılgın yiğit fenomeni

pazardanpazartesiye | 08 October 2011 18:44

Ümit Ilgın Yiğit
Ümit Ilgın Yiğit

Zizek’e göre “oryantalist*” kendi tanımıyla Ortadoğulu. Aktivistler için deli, edebiyat çevreleri için vasatla şaheser arası bir tat… Milyon dolarlık Türkiye ve Lübnan’a yayılan bir servetin varisi, hiç yaşlanmayan mütevazı bir sokak insanı.

Sorbonne Üniversitesi’nden sosyolog Clelia Zernik ve Berkeley Üniversitesi’nden Roy Eric Xavier ortak bir çalışma ile geleceğin filozofları ve topluma yön verecek sosyal teorileri geniş katılımlı bir sunumla anlattılar. Bizde dinledik, notlar aldık.

Sıkı tutun!

shane | 05 October 2011 14:13

http://www.buzzfeed.com/themovied00d/hold-on-movie-montage-48sd

Ergen Kız

mavilikler | 19 September 2011 13:26

Duygularını yaşıyorlardı sonuna dek. Köpürte köpürte… Sallıyorlardı şişeyi iyice… Son yuduma dek dudaklarında hissederek köpükleri, içecek şeyin ne zaman biteceğine kafa yormadan içtikleri müddetin niteliğine odaklanıyorlardı. Aşk biter bir gün teranesine kulak asmadan yaşadıkları an’ı sonsuzlaştırmanın peşinde kalplerinin üzerinde dört nala koşturuyorlardı atları.

Bu koşturmaca arasında yollarına tümsekler, engebeler çıkmıyor da değildi tabii. Ergen bir kızın sivilceli yüzünde koca bir soru işareti olarak yansıyordu aşkları. Annelik mi kadınlık mı önde gelir sorusunun bitimindeki o işareti görmezden gelmek kolay olmasa da baş başa kaldıkları anda her şey gibi o da koca bir kapının ardında kalıyordu.

Parçalanmış ailelerin çocukları diye başlayan tüm cümlelerin karşısına öyle cümleler koyuyorlardı ki, o kızın yüzünü sorularla gölgelenmemiş bir yüz haline getirebiliyorlardı sonunda. Kadın sevdiği adamın kollarında bir anne olduğunu hatırlamaktan korkmayacak kadar haklı ve güçlü hissediyordu kendini. Aşkını kirletecek her suçlamaya içinden dolup taşan o kocaman duyguyla göğsünü gere gere karşı durabilirdi. Çünkü o haksız suçlamaları yapanları da içine alacak kadar büyütüyordu kalbini onların karalamaya çalıştığı o duygu. Onları da seviyordu, evde sadece kendisine ait olmasını bekleyen o bencil, küçük kızı da.

Bu ne zavallılık kızlar !

pillibebekkuyuda | 16 September 2011 11:25

Bu fotoğraflar çok eskidi artık..

Bana ne bana ne beni al, Onu alma.

Kadın erkeğe son derece açık cümleler kuruyor, direk gözlerinin içine bakıyordu.

-Benim kadar gencini, güzelini, tahsilli ve başarılısını bulursan eğer, hemen evlen.

Kendine güven içindeki zavallılığa inanamamıştım bir müddet. Neydi bu güvenli bünyedeki eksik kalmış önemli yüz?

Erkek mevkii sahibi, maddi durumu iyi, idare edecek derecede yakışıklıydı..

DERİN KARANLIK 6

nihansage | 12 September 2011 10:38

.

Oktay ve ikinci kaptan Rıza Aslan, üzerlerinde uzay kıyafetleri olduğu halde büyük bir kapının önünde duruyorlardı. Kapının üzerinde büyük harflerle D KAPISI -2 yazıyordu. Bu kapı dış uzaya açılan ikinci kapıydı. Oktay ve ikinci kaptan Rıza Aslan uzaya çıkacaklardı. Kaptan Çelik, Oktay’ın yanına geldi. Pencereden dışarıyı gösterdi.
– Şu dışarıda duran kırmızı bayrağı görüyor musun?Oktay, küçük pencereden dışarıya baktı. Kapıdan on metre kadar ileride olan bir direğe, kırmızı renkte bayrak asılmıştı.
– Evet efendim. Görüyorum.
– Peki o bayrağın niçin oraya asıldığını biliyor musun?
– Hayır efendim.Oktay, kaptanın sorusuna cevap verirken, sesinin titrememesi için çok uğraşmıştı. Sırtında uzay elbiseleri, dışarıda asılı duran bir bayrak ve yanında tüm gemiye hükmeden bir komutan vardı. Duymaktan korktuğu şeyi, kendisine söyleyeceği anı korkuyla beklemeye başladı.
– O bayrak oraya, siz uzaya çıkıpta onu oradan alasınız diye asıldı öğrenci Oktay.
– ~~~~~~~~~~~~~~~~~~!!!
– Seni duyamadım? Bana söylemek istediğin bir şey mi var?
– Ha! Evet, evet efendim. O bayrak sizin elinize teslim edilecektir. Ama bunu nasıl yapacağimi bilmiyorum.Kaptan Çelik, Oktay’a bakıp gülümse mişti.
– Korkma, bu bir eğitim gemisi. Oraya yalnız gitmeyeceksin. Sana eşlik etmesi için ikinci kaptanımı yanına veriyorum. O sana yardım edecektir.İkinci kaptan Rıza Aslan’a döndü.
– Hazırsanız göreve başlayabilirsiniz.Rıza Aslan ve Oktay, komutana asker selamı verdikten sonra, kendileri için açılan ikinci kapıdan, hava boşluğu odasına girdiler. Kapı kapandıktan sonra, kaptanın sesini duydular.
– Oktay, unutma bu bir eğitim gemisi. Seni tehlikeye atacak hiç bir şey yapılmayacaktır. Eğer hazırsan dış kapıyı açmak için gerekli hava boşaltım düğmesine sen basacaksın. Bunu istemiyorsan da o zaman geri gelebilirsin. Ama unutma, bunu yapmak için başka şansın olmayacak. Ya şimdi uzaya çıkarsın ya da Derin Karanlık Dünyaya döndükten sonra, bir daha uzay gemilerinde görev alamazsın. Tercih senin. Fakat kararını verirken şunu unutma, babanı bulmayı ne kadar istiyorsun?Kaptan’ın sözleri Oktay’ı etkilemeye yetmişti. Babasını bulmayı her şeyden çok istiyordu. Ama uzay ise onu korkutuyordu. Terlemeye başlamıştı. Ağzı kuruyordu. Gözlerini kapadı ve bir süre bekledi. “Babanı bulmayı ne kadar istiyorsun?” Kaptan’ın söylediği bu sözler zihninde sürekli dönüp durmaktaydı. Şimdi bir karar vermesi gerekiyordu. Kaptan’ın sorusunun cevabını, sadece kendisinin duyabileceği kadar kısık bir sesle cevap vermişti. “Her şeyden çok”. Kesin bir kararlılıkla kapının yanında bulunan düğme basmıştı sonunda. Artık geri dönüşü yoktu. Dışarıya çıkacak ve o kırmızı bayrağı alıp kaptana teslim edecekti.Düğmeye basılınca, odada bulunan hava boşalmaya başlamıştı. Tüm hava boşalınca ise basınç dengelenmiş ve Oktay ile Rıza Aslan geminin yer çekimi alanından çıkıp uzay boşluğundaymış gibi havada asılı kalmışlardı.
– Her şay hazır kaptan. Dışarı çıkmak için emirlerinizi bekliyoruz.Rıza Aslan, emri beklerken, kaptan yanında bulunan Doktorla Tülay ile konuşuyordu.
– Durumu nasıl?Elindeki monitörden Oktay’ın sağlık durumunu takip eden Doktor Tülay, Kaptan’ın sorusuna cevap vermişti.
– Çok heyecanlı ama bunu başaracağına eminim.
– Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?
– Kalp atışları yine çok hızlı, tansiyonu iki derece kadar yükseldi ve vücudu ise çok terliyor. Eminim ki gözleri de kararıyordur. Ama daha önce ki ataklarından farklı olarak şu anda çok kararlı. Yapmak istediği işe tamamiyle odaklanmış durumda. Her ne olursa olsun o bayrağı size getirecektir. Bundan adım kadar eminim.
– Çok kesin konuştunuz.
– Oktay’ı yıllardır tanırım. Onun bir işe odaklandıktan sonra vazgeçtiğini asla görmedim. Korku onu yolundan alıkoyamayacaktır. Göreceksiniz. Bunu başaracak…Kaptan, İkinci kaptan Rıza Aslan’a gerekli emri vermek için mikrofon’un yanına gitti. Düğmeye bastı.
– Kapıyı açabilirsiniz.Rıza Aslan, kaptan’ın emrine sadece ” Anlaşıldı komutanım,” diye karşılık vermişti. Ve hiç beklemeden kapının açılması için gerekli düğmeye basmıştı. Kendisi hiç teredddüt etmeden uzay boşluğuna çıkmıştı bile. Arkasına dönüp baktı. Oktay henüz kapının ağzında duruyordu. Eliyla ona gel işareti yaptı. Oktay dışarı çıkmak istiyordu ama bir türlü elini, geminin açık olan kapısından alamıyordu. Sanki görünmez bir kuvvet onun kapıyı bırakmasına engel oluyordu. Rıza Aslan, Oktay’a cesaret vermek için onunla konuşmaya başladı.
– Korkma gel. Bu geminin manyetik bir alanı bulunmaktadır. Seni kendisinden asla uzaklaştırmaz. Hatta gitmek istesen bile en fazla bir buçuk metre uzaklaşabilirsin. Daha fazla değil…Biraz cesaretlenen Oktay, kendisini uzay boşluğuna doğru bırakmıştı. Gerçektende ikinci kaptan’ın dediği gibi gemiden uzaklaşmıyordu. Onun manyatik alanı içerisinde hareket ediyorlardı. Etrafına bakındı. Dünyadayken görmüş olduğu uzay ve yıldızlar, şimdi kendisine ne kadarda yakındılar. “Harika bir şey,” diye düşündü. O bunları düşünürken, ikinci kaptan’ın sesiyle kendine geldi.
– Çok hoşuna gitti bakıyorum. Önce şu görevi tamamlayalım da sonra keyfine bakarız.
– Tamam, özür dilerim. Daha önce böyle bir şey yaşamamıştım.
– Çoğu kişide yaşamayacak. Uzaya çıkan insanlar şanslı azınlıktır. Herkes bu deneyimi yaşayamaz.Oktay, geminin kenarlarına tutunarak, bayrağın olduğu direğe doğru yaklaşmıştı. İkinci kaptan onu hiç yalnız bırakmıyordu.
– Bayrağı al hadi. Bu senin görevin.Rıza Aslan’ın, Oktay’a verdiği cesaret, onu yüreklendiriyordu. Elini uzatıp, bayrağı yerinden aldı. Geri dönmek için hamle yapmışlardı ki, tam üzerlerinden gök taşlarının hızlı bir şekilde geçtiklerini farkettiler. Başını kaldırıp, göktaşlarına baktı. Korkuya kapılmıştı. Ama Rıza Aslan inanılmaz şekilde sakin duruyordu.
– Göktaşlarını görmüyor musun? Ya bize veya gemiye çarparlarsa.Rıza Aslan, sanki hiç bir şey olmamış gibi, Oktay’a cevap verdi.
– Geminin manyetik alanından bahsetmiştim ya sana, işte o manyetik alan bizi nasıl gemiden uzaklaştırmıyorsa, yabancı cisimleri de yaklaştırmıyor. Onun için korkma, gemiye veya bize en fazla bir buçuk metre yaklaşabilirler. Daha fazla değil…Oktay’ın kendisine bir şey söylemesini beklemeden, kapıya yönelmişti bile. Arkasına dönüp Oktay’a baktı.
– Hadi sen gelmiyor musun? Seni bilmem ama ben çok acıktım. Akşam yemeğine anca yetişiriz.Oktay, ikinci kaptan’ın rahat tavırlarından etkilenmişti. O da kapıya doğru gitmeye başladı. Kapıdan içeriye girince, ikinci kaptan’ın onu beklediğini gördü.
– Hadi çabuk ol. İçeriye gir ki kapıyı kapatayım.Oktay içeriye girince kapının kapanması için gerekli olan düğmeye basmıştı. Daha sonra otomatik olarak içeride ki basınç ayarlanmış ve tekrardan yer çekimi sağlanıp, gerekli olan hava verilmişti. İkinci kaptan hemen başlığını çıkarmıştı bile.
– Ohhh… Dünya varmış. Bu meretleri ne kadar geliştirirlerse geliştirsinler, yine de normal şekilde hava almanın yerini tutmuyor.Geminin ikinci kapısı açılıp içeriye Kaptan Çelik girmişti. Her ikiside kaptan’ı karşılarında görünce hazır ol duruşuna geçtiler.
– Tebrik ederim sizi. Öğrenci Oktay. Bana vermek istediğin bir şey var mı?Oktay hemen elinde tutmuş olduğu kırmızı bayrağı, kaptana doğru uzattı.
– Buyrun efendim. Almamı istediğiniz kırmızı bayrağınız. Artık sizindir.Kaptan Çelik, Oktay’ın uzatmış olduğu bayrağı büyük bir gururla almıştı.
– Beni yanıltmadın Oktay, aferin. Babana layık bir evlat olduğunu ıspatladın.Kaptan Çelik, dış uzaya açılan kapının yanına gelmişti. Oktay’a doğru baktı.
– Sana bunun bir eğitim gemisi olduğunu daha önce de söyledim, şimdi de söylüyorum.Kaptan yüksek sesle emir verdi ve ” Işıkları yakın,” dedi. Verilen emirle birlikte her taraf aydınlanmıştı. Pencereden görülen uzay artık yerinde değildi. Kaptan dış uzayın kapısını açan düğmeye basmış ve açılan kapının dışında Oktay’ı hayrete düşüren bir oda belirmişti. Odanın bir tarafında Derin Karanlık’ın dış kısmının maketi yapılmıştı. Oktay’ın bayrağı almaya gittiği bayrak direği ise orada öylece duruyordu. Oktay hayretler içersinde kalmıştı. Şaşkınlık içinde uzay giysisinin başlığını çıkardı ve bayrak direğinin yanına bu sefer yürüyerek gitti. Onu eliyle tuttu.
– Peki ama, ya göktaşları. Onları gördüm. Tam üstümüzden geçiyorlardı.
– Holoğram görüntüler. Başlığında bulunan, üç boyutlu görüntüleri algılamanız için bir sistem var. Onun sayesinde istediğimiz görüntüleri sanki gerçekmiş gibi canlandırabiliyoruz. Bu arada İkinci kaptan Rıza’nın sana söylediği gemi ile ilgili bilgiler gerçek. Gerçekten bu geminin manyetik bir alanı var ve elbiselerimizde bulunan sistem ayesinde bizi uzayda olduğumuz zaman yanından ayırmıyor. Bana öyle şaşkın gözlerle bakma. Senin gibi yüksek risk taşıyan tecrübesiz bir öğrenciyi dış uzaya çıkartacak değildim ya. Sana daha önce de söylediğim gibi, bu bir eğitim gemisi. Sizleri asıl görevlerinize hazırlayan önemli bir gemi.

Aşk Gibi

mavilikler | 12 September 2011 09:26

“Neden seninle konuşamıyoruz?”

Derginin sayfalarında kaybolmuş, onun varlığını unutmayı nihayet başarabilmişken can alıcı bir soruyla yine hayatının baş köşesine kuruluvermişti sevgili kardeşi. Sayfadan bakan aktör, deniz mavisi gözlerinden birini kırpar gibi geldi. Ben burdayım, korkma dercesine… Ama kardeşinin o çok iyi tanıdığı güzelim sesi hala zihninde akisler yapmaya devam ediyordu. Kendisine böyle doğrudan bir soru sormayalı epey bir zaman geçmiş olmalıydı. Birbirini görmeyen gözlerle, aynı odada saatler geçirmeleri ilk kez gerçekleşen bir durum değildi. Ama kardeşi nedense bir anda yabancılaşıvermişti bulunduğu konuma. Dışarıdan bir yerden bakmış ve gördükleri pek de hoşuna gitmemişti.

Basit yazar Zarifce…

zarifce | 09 September 2011 12:24

Yazarlık, doğuştan gelen bir yetenek olacak ki bana doğuşumla bu yeti verilmemiş bu yüzden de kendimi basit yazar kategorisine koyarak iyice hafiflemiş olan hafif.org yazarlarına uzunca bir aradan sonra merhaba demek istiyorum.
Siteye şöyle bir göz attım. Yeni rumuzların yanında birkaç eski rumuzlu arkadaşları da gördüm. Daha yazıları bile okumadan birkaç kelime karalamak geldi içimden. Hafif.org açılınca, sanki evimden ayrılmış birkaç aylığına başka diyarlara gitmiş ve tekrar dönmüşüm gibi geldi.
Neyse. Yazın kavurucu sıcaklarından bunalan insanların sığındığı deniz kenarlarından daha güzel ve serinletici olan yerlerden geliyorum. Öyle entel-dantel işleri değil bizimkisi, bilmem Avrupa ülkelerini tek bildiğim; varsa yoksa Türkiye’dir. Tokat Niksar’dan başladı yolculuğum oradan Ünye geç biraz daha ileri de Fatsa dön oradan Samsun, ne muhteşem yerler hele birde yayla bulupta çıktınsa değme keyfine. Haa denize sığındığımı zannetmeyin benim işim yeşilliklerle kaplı alanda. Tabi ki denizi hor gördüğümden değil. Bu yaz değişiklik yapayım istedim ve ayağımı denize sokmadım. İyi de etmişim.Vücudumda elektrik adına birşey kalmadı.Evet dönelim geziye, Sinop. Vay bee saklı cennet, cezaevinden tutun sık ormanlıklara varıncaya kadar gördüm. Oradan Bolu, çık Abanta hele Yedi Göller. Yeterli. İşte hayat bu be. Gitmeyenlere tavsiye ederim.
Belki yazım biraz basit oldu ama anlatmak istediğimi anladınız heralde.Teşekkürler.