bildirgec.org

vicdan hakkında tüm yazılar

HUME’UN AHLAK ANLAYIŞI

doxa | 21 May 2008 22:51

Hume’a göre, ahlak dış tecrübeye dayandırılamaz. Ahlak akılla da açıklanamaz. Ahlakın kuralları, insan doğası ile ilgili araştırmadan çıkar. Bu anlamda da yine ahlak olgulara dayanmış olur. Ancak bu olgular gözleme dayanmaz, duygu durumlarına dayanır. Ahlakın alanını tamamen duyulur dünyadan çıkarmıştır. Hume ahlakın alanının duygu olduğunu söyler. Ahlak kurallarını elde edebilmek için, insan kendi doğası üzerinde araştırma yapmıştır. O bu araştırmayı şöyle açıklar: Ahlakın genel prensiplerini ortaya çıkarmak için, zihnin özelliklerini analiz eriz. Bu günlük hayatta kişisel değerlere karşılık gelir. Ve aklın her durumunu değerlendiririz. Aklın özelliği, objeler hakkındaki nefret ya da sevgi duymamızı sağlar.“Ampirik olarak kazanıldığına inandığı ahlak kaidelerini, deney ve gözlem yardımıyla tanımlamayla ve çözmeye çalışır. Hareket noktası olarak alınan, övülen ve yerilen özelliklerde faydalı ve hoş olan, ölçü kabul edilir.” Yani temel olarak ahlaki kaideleri, takdir ya da beğeni hislerine dayanır. Övgü ya da yergi ahlaki yargıların temelini oluşturmaktadır.“Hume’a göre ise insanlar, mutluluk veren şeyleri doğru, acı veren şeyleri ise ayıp olarak niteliyorlardı. Hume, bu açıklama ile yetinerek ahlakı ilahi bir kaynağa bağlamaktan kaçındı.” Ahlakın kaynağı bizim takdir ve beğeni hislerimize dayandığından dolayısıyla ilahi bir etki söz konusu olamazdı. Ahlakın kaynağı duygular olduğuna göre, Hume duyguları analiz eder. Onun diğer duygulardan ayrı tuttuğu bir duygusu varır: “sympathie”(duygudaşlık)Hume bir kişinin sympathie sayesinde başkalarının haz ve acılarını hissedebildiğini söylemektedir. Ahlakın amacının hazzı elde etmek ve acıdan kaçınmak olduğunu söyler ve bu noktada Hume’un faydacılığının açıkça hissedildiğini görürüz. “Sympathie, sayesinde ancak genel iyiliği kendi isteklerimizin konusu yapabiliriz ve ancak sympathie ile bütün çıkarından birçok noktalarda ayrılan, hatta ona karşı gelen kişisel çıkarlara karşı koyabiliriz.”
Ahlakın temeli olan duygudaşlık birbirimizi anlamamızı ve dolayısıyla da bir toplum oluşturabilmemizi sağlayan şeydir. Bütünün, insanlığın çıkarını ancak biz sympathie sayesinde göz önünde bulundurabildiğimize göre, bir toplumun bütün kalabilmesini sağlayan şey, sympathie olmaktadır. Sympathie olmasaydı, insan egoizmin ileri sürdüğü gibi, sadece kendi yararını düşünen varlık olacaktı. Sympathie, diğer duyguları ve diğerlerinin duygularını anlamamızı sağlayan bir duygudur. Bu şekilde aynı zamanda iletişimin oluşmasında etkili olduğunu görmekteyiz. Bu da toplum için gerekli dinamiklerden olan iletişimde de sympathienin rolü olduğunun farkına varmamızı sağlar.İlk bakışta ‘başkalarını düşünme’ ile faydacı anlayışın uzlaşabilmesini anlamlandıramayabiliriz. Ancak Hume egoizmin temel savını kabul etmiş, aynı zamanda faydacı bir düşünür olarak ‘başkalarını düşünme’ ile yararcılığı uzlaştırmıştır. Öncelikle yararcılığın elde etmek istediği yararın, çoğu kez anlamından sapmasıyla ortaya çıkan ‘çıkar’ kavramı ile karıştırılmaması gereklidir. Burada yarar aslında iyiliğimiz için olan, mutluluk ve haz veren anlamındadır. Hume’ a göre, biz haz verene iyi, acı verene kötü diyoruz. Bu da iyi ve kötünün temelinde haz ve acının dolayısıyla ya yararın olduğunu gösterir. Ayrıca Hume, duygudaşlığında haz ve acıya dayandığını söylemektedir. Duygudaşlık yani sympathie, bize başkalarının haz ve acılarını hissetmemizi sağlar. Biz bu haz ve acıları tasdik eder ve ya tasdik etmeyiz. Böylelikle başkasının haz duyduğu şeyi biz sympathie ile hisseder, tasdik eder ve bu ‘iyi’ deriz. Bu noktadan ancak insan ‘ortak iyiyi’ isteme haline bürünür. Duygudaşlıkla beraber haz ve acı duymak başkalarının ve de bütünün yararını istemeye neden olur. Ayrıca bütün dolayısıyla kişi kendi yararını da düşünmüş olur. Kişi bir bütün içindedir ve başkalarının hislerini hissetmesi, onun kendine iyi olanı istemeyi bırakıp, bütüne iyi olanı yani ‘ortak iyiyi’ istemesine yol açar.“Ahlaksal eylemin değeri yararlı ya da zararlı etkilerine göre ölçülür. Başkalarının eylemlerini, sympathie sayesinde, genel iyiliğe yaptığı etki ile tartmak alışkanlığından, kendi eylemlerimizi de artık bu ölçüye göre yargılarız. Bu değerlendirmelerin toplamı da vicdan denilen şeydir. Bu da insana baştan verilmiş bir şey değildir, insanların birlikte yaşamalarından sympathie ile ilgili duygulardan gelmiştir.” Yani Hume’a göre, sympathienin rolünün büyük olduğu toplum düzenin de, ‘ortak iyiyi’ isteme hali alışkanlığı vicdanı oluşturmaktadır.

david hume
david hume

artı kaynak: http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=1273

Maslow / İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi / Açlık / Ve Genç Bir Hayatın Sönmesi

Anthro | 21 April 2008 19:06

Abraham Harold Maslow
Abraham Harold Maslow
  • Abraham Harold Maslow.
  • 1908 yılında Rus göçmeni olan Yahudi bir ailenin 7. çocuğu olarak Brooklyn, New York’da dünyaya geldi.
  • Eğitimsiz bir ailenin çocuğu olan Maslow, ailesinin ısrarı ile New York Şehir Kolejinde Hukuk eğitimine başladı.
  • Daha sonra bu eğitimi bırakarak Cornell Üniversitesi‘nde felsefe ve psikoloji okumaya başladı. Psikoloji hocası Edward Titchener’dan hoşlanmadığı için, bir sömestre sonra New York Şehir koleji’ne geri döndü. Bu dönemde henüz 20 yaşında iken Kuzeni Bertha ile evlendi.
  • Ardından Winconsin Üniversitesine girerek psikoloji ve felsefe alanında yüksek lisans eğitimini tamamladı. Burada primatlar, dominans, davranış ve cinsiyet konularında araştırmalar yaptı.
  • 1937 – 1951 yılları arasında Maslow, Brooklyn Kolejine döndü. Burada iki önemli mentörü ile tanıştı: Önemli Geştalt psikologlarından Max Wertheimer ve Amerikan antropolojisinin önemli temsilcilerinden olan aynı zamanda Franz Boas’ın talebesi Ruth Benedict. Benedict, bu dönemde kültürel antropolojinin alt dalı olan kültürel psikoloji üzerine çalışıyordu. Maslow bazı alan araştırmalarında Benedict’e eşlik etti.
  • Bunun dışında Erich Fromm, Karen Horney, Kurt Golstein ve Alfred Adler gibi önemli bilim adamları ile çalışma imkânı buldu.

Maslow’un psikoloji ve davranış bilimleri açısından önem kazanmasına neden olan teorisi ise ‘Maslow Teorisi’ olarak da anılan meşhur ‘İhtiyaçlar hiyerarşisi teorisi’dir. Buna göre bireyin davranışlarında iki ana çıkış noktası vardır: Birincisi, her davranış belli bir ihtiyacı karşılamaya yöneliktir. İkincisi ise bu ihtiyaçların bir hiyerarşisi vardır. Bu hiyerarşideki kademeler ise şöyledir:

ÇIĞLIĞIN KARANLIKTA

bahard17 | 08 April 2008 01:03

Karala ismimin üzerini gönül defterinde
sil kokumu evin duvarlarından
çıkar at ruhumu yatağından
ne yaparsan yap
istersen bu evi defalarca yak. yinede atamassın hayalimi,hiç bir zaman yakamassın senin için tatlı bir esinti olan saçımın bir telini.
üzülür ağlarsın belki .
belki de terkedersin bu şehri.
ne yaparsan yap silemezsin benim sendeki izlerimi.

Beyefendilere haksızlık etmemek

makaleci | 23 February 2008 18:19

Kadınlar hakkında bilip bilmeden ahkâm kesene sinir olurum. Kadınlar şöyledir, şunu çok severler, kadına şöyle denmez muhakkak karşılığında böyle der…gibi!

Aynı şekilde beyefendiler hakkında da kadınların bazı tespitleri yapıp, neredeyse atasözü haline de getirip nesilden nesile aktarmalarına yani evlatlarına bu kalıplaştırdıkları cümleleri öğretmelerine de sinir oluyorum…Beyefendiler hakkında da bazı ön yargılara varmak ayıp, hoş değil. Bununla ilgili de güzel bir araştırma yapılmış iyi de olmuş…Kırılmak istenen kalıp cümleler şöyle;

diyanet işleri fetva hattı

taninmayan-68170 | 11 November 2007 19:03

diyanet işleri fetva hattının telefon numarsını bilen varmı !? telefon açıpta sormak istediğim soru şu ;

gerçekten de “dinsizin hakkında, imamsız gelir’mi!?

Bir çift asalet…

| 19 October 2007 23:52

Hergün kapıda dikilip Allah rızası için, çocuklarının başı için vs. diyerek, artık yüreklerimize giden tüm damarların tıkanmasına neden olan vicdan istismarcılarından o kadar illallah etmiştim ki, gözlerinden mağdur olan, ensesinde topladığı, genç yaşında başı bembeyaz olmuş saçlarına ve diğer ayrıntılarına, ancak konuşmaya başladıktan sonra dikkat edebildim.”Çorap satıyorum.” dedi, elinde ve omuzunda taşıdığı kocaman çantalarını yere indirerek.”erkek ve bayan çoraplarım var, almak ister misiniz?” diye sordu kibarca.Ne kadar diye sordum”Çifti üç milyon.” dedi.Oturup biraz soluklanmasını söyledim ve hem kendime hem eşime bir kaç çift çorap seçtim, parasını verdim.Müşterilerimden bir tanesi, dedi; “Helal olsun, senin durumunda olan birçok kimse dilenirken, şu kör halinle sen de rahatlıkla dilenerek belki de fazlasını kazanabilecekken, kolayı değil zoru seçmiş, ekmeğini kazanıyorsun.” Kadın, hafif alınmış ama son derece net, gururlu ve kendinden emin bir ses tonuyla; “Zaten dilenmemek için, çalışmayı tercih ettim.”dedi.Yaşlı annesiyle birlikte yaşadığını ve evin geçimini bu şekilde rahatlıkla sağlayabildiğini anlattı.Teşekkür ederek, yeterince dinlendiğini söyledi ve o kocaman içleri çorap dolu ağır çantalarından birini, yardım teklifimizi zarifçe geri çevirerek, omuzuna, diğerini de eline aldıktan sonra; ağır ağır gözden kayboldu.O kadın öylesine güçlüydüki, hayatından çok daha fazlasını taşıyordu o çantalarda.

TÜRKLÜĞÜN ÖLÇÜSÜ!

| 18 July 2007 17:24

Hiç düşündünüz mü,ne kadar Türküz?Örfümüzü,ırkımızı,dilimizi,dinimizi,toprağımızı,bayrağımızı,anlı şanlı geçmişimizi ne kadar biliyoruz?Ne kadar farkındayız,bir an bile durup düşünmeden basıp geçtiğimiz toprakları,akan bedelleri,altında yatanları…Dünün yarınlarına olan şeref ve vicdan borçlarını,tüm kutsal değerleriyle birlikte bugünlere bırakanları falanca bayram gününde bilmem kaç defa hatırlamak değil,akıldan çıkarmamaktır,Türk’ü Türk yapan.Yarınların emanetini taşıyan sizler!Yarınların ataları olarak anılacaksınız…Bu borcu ne kadar farkındasınız?Hani bir söz vardır,bilir misiniz?”Batan gemiyi terkeden fareler,geminin batmamasını hazmedemezlermiş.”Geçmişten bugüne gelen siyaset anlayışıyla tamamen özdeşleşen bir cümle kanımca.Koltuğu değil,Türkü başının üzerinde taşıyabilmektir,bu tacı değerlerimizle süsleyebilmektir Türk olmak…Bu yüzden bir dakikanızı lutfedip de düşünün ne kadar Türk olabildiğimizi…

EN HAKİKİ NAYLON VİCDAN SÖYLEŞİSİ!

| 15 March 2007 18:41

koza 68 – efendim, “sizinle” yapmış olduğum söyleşiye sevenlerinizin bir kısmı teveccüh gösterdi bildiğiniz gibi.

naylon vicdan – eh, allah uzun ve mesud ömürler nasip eylesin zatınıza…
söyleşi için sitare baks diye ısrarcı olmasaydınız daha memnun olurdum ama neyse… karton bardakta bi şeyler içmek pek bi yavan geliyor azizim koza.

nv – kıymetli koza’cım, bu zahiri alemde kimseye
“hoca, üstat” vb tabirlerle hitap etmemek lazım gelir.
nur-u ayn’ım diyelim, mirim diyelim, azizim diyelim…
bu kabil hitaplar kafidir bence…

Hafif’te, kavga ve klas kadınlar zirvesi…

koza 68 | 31 January 2007 12:40

Hakkın toprağına mülküm var deme,
Dam ile harmana hakkım var deme,
Güçlü kuvvetliyim,arkam var deme,
Sırt üstü insanı yere vuran var…

Vicdan-suz,oturumu , aşık Noksani’nin dizeleriyle açtı…O bir “ideolog” olarak, oturumu yönetme işini de üstlenmişti… Saraydan yetişmiş bir ailenin ferdi olduğu , hal ve hareketlerine de yansıyordu…Hafiflikten hiç hoşlanmaz, lafını “usul-erkan” gereğince söylemeye özen gösterirdi…
Salondaki geniş koltuklardan birine yayıldı, tok ve buyurucu sesiyle oturumu açtı…
“ Arkadaşlar, efkar-ı umumiye bizleri izliyor, lütfen seviyeyi muhafaza edelim, reca ediyorum…”
Vicdan-suz’un bu sözleri üzerine, oturuma katılan genç ve “klas” bayan yazarlar, hep bir ağızdan eyleme geçmeyi tercih ettiler,
“ Bizler bu “teyze” ile aynı oturumda bulunmaktan rahatsızız….”
“Klas” bayanların teyze dedikleri bayan; Hani, gençlerin şimdilerde “taze kaşar” dedikleri cinsten, hafif karnından şişmanca ama “diri” kalabilmeyi başarmış, Elma şekeri hanımdı…
Feleğin çemberinden geçmiş, ellenip didiklenmiş bir kadının ses tonuyla,katılımcılara dönerek,
“ Aaa ! şu maymunlara bakın! Azmış bu karılar ya!,paralayacaklar beni…Kızım bu teyzeniz var ya, menopoz dönemini bile boş geçirmedi,doçentlik sınavına hazırlanıyorum…Çatlayın,patlayın!…”
Katılımcılardan, Huriye; Gece karası saçları, kadife esmer teni, zeytin karası gözleri, kışkırtıcı dudakları ile, çok çekici görünüyordu…İncecik kaşlarını kaldırarak,
“Şu seviyesizliğe bakarmısınız, bu “sarı çıyan” kudurmuş ayol!…Bu kadın 301 den yargılanmalı…Irkçılık bunda,ayrımcılık bunda….”
Tansiyonun giderek yükseldiğini hisseden,Vicdan-suz araya girme ihtiyacı duydu…Huriye’nin gözlerine bakarak,
“ Ne 301’i yahu, kesin be, seviyeyi düşürmeyin” Vicdan-suz,bu seviye konusunda son derece titiz davranıyordu ve asla taviz verme niyetinde de değildi, “ Efenim, mevzuun ehemmiyetine binaen bu müzakerenin uzun süreceği aşikar oldu…Haa ! bu arada aklıma geldi, kız sen niye “pelsenk” kelimesini “pelesenk” diye yazıyosun, doğrusunu öğretmedim mi sana? Edepsiz ! 300 kelimelik Türkçe haznenle bir de bana kafa tutuyorsun ha!…”
Elma şekerinin yanıt vermesine imkan bırakmadan o ana kadar tartışmaya girmeyen marjinastral, hemen atıldı.
“Bu,tozkoparan delisi kılıklı kadından nefret ediyorum, bunun kocasının gözleri bozuk herhalde, bu kadına tahammül edilir mi ayol!…
Elma şekeri, bu sözlerden sonra kulaklarına kadar kızardı…Hayır, ama bu kadarı da fazlaydı, hedefinde önce marjinastral vardı…Ona dönerek,
“Hoşt ! Ocak maşası kılıklı kız kurusu; Sizi gidi karakafalar sizi, ben elmamı kimseye yedirmem, zaten yiyenim var, ohh!sefam olsun…İsterseniz sizin elmanızı da yer benim “aslanım” hepinize yeter…”
Bunca sözden sonra Huriye dayanamadı,saçlarını sağa sola savurarak,
“Güleyim bari, elaleminkini görmeyen kendininkini “cezayir tüfeği” sanırmış…”
İşte tam da bu sırada stüdyoya telefonla marjinastral’ın sevgilisi bağlanır,
“ Alo ! aşkım, herkes duysun sesimi; Dağların dorukları dumanlı olur,geriye dönmez savaşçılar,ben aşkımızın savaşçısıyım. Canım sevgilim,Astral’ım,serseri mayınım,varlığının tiryakisiyim,yokluğunun delisiyim aşkım!…” Bu aşk kokan sözler herkesi duygulandırmıştı…Marjinastral,gözyaşlarını silmeye çalıştı, telefondaki sevgilisine yanıt verdi,
Aşkım ordasın di mi ? Uzun zamandır Ankara’ya gelemedim,sabret bitanem haftaya yanındayım…Seni doyurmaya geliyorum, aç hayvanım benim!…Öptüm,aşkım!…”
Vicdan-suz,bu konuşmaya çok içerlemişti,
“ Kız sen azdın mı, koca delisi mi oldun, patlamadın ya!…”
Marjinastral, ağlamaklı bir sesle,
“Beni , anlamıyorsunuz ben sadece sevgilimle değil, aynı zamanda en yakın arkadaşımla, hayallerimin prensiyle, aşkımla konuştum anlıyor musunuz?…”
Vicdan-suz. “ Anlamıyoruz ! Çünkü hiç bu kadar adamla aynı anda konuşmadım ben canım!..”
Vicdan-suz , “ Neyse konumuza dönelim, şu karakafalar lafını biraz açar mısın , diplomalı elma! “
Elmaşekeri, “ Irkçılık falan yapmıyorum,”karakafa”, bir İngiliz pointer köpeğidir tamam mı?”
Vicdan-suz, “ Aaa !…Kadına bak yahu, bizi köpek yaptı be!…Bana bak senin herzelerin bini aştı artık, bize “gaffur” muamelesi yapıyorsun öyle mi?…Senin elmanı yiyene yazıklar olsun be!…” dedikten sonra ,o saate kadar hiç konuşmayan Sevdalist’e dönerek,
“ Kızım , sen de konuşsana! Kış uykusuna mı yattın ?”
Sevdalist,konuşmaya fırsat bulamadan elma şekeri,alaycı bir gülümsemeyle,
“O magazin güzelinin dersini verdim ben, konuşacak hali mi kaldı çıtır çerezin!”
Sevdalist,kadının saldırganlığı karşısın da ne diyeceğini bilemedi, sadece kadının suratına tükürdü ve ortalık iyiden iyiye karıştı…
Program iyi reyting aldı…