bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

bir bardak Akdeniz

kumsacli | 27 March 2009 10:07

Zamanın İnanılmaz serüveninde gözden kaçırdığımız med-cezirler dünyadan öyle büyük parçacıklar koparırlar ki göğe yükselirkene milyonlarca yıldız arasına karışırlar. Yıldızlar bu kopuşun ardından döktükleri gözyaşları bir deniz oluşturur. Günümüze kadar akıp gelen bu miras; denizlerin incisi, balıkların gözdesi, mavinin gerçek sahibi Akdeniz’dir.
Mavi payından paydasına düşen kıyılarında Akdeniz, hayallerde canlandırılanlar kadar renkli. Serin ve dalgasız alacakaranlık suları, göz kamaştıran sıcağı, yalın ayak serilen pıtırlı kumları ve daha sıralayamadığımız şölende ne saklı?
“Adem ile Havva” temasını belirleyip çalmaya başladığımızda kulağımıza fısıldanan sesler Akdeniz’le gelir -varoldukları kıyılar olarak da bilinir -Tarih senarosunda Akdeniz uzun yıllar boyunca ulaşılmaz, gizemli, kapalı bir dünya olarak kaldı insanlığa. İlk çağdan beri ticari amaçlar, kültürel temaslar, siyasal çalkantılar Avrupa, Asya, Afrika kıtalarının çanağında Akdeniz de oluşmaya başladı. Akdeniz mavisinden mahrum kalmamak adına birçok ulus-devlet bu bölgenin ele geçirilmesi ve buraya hakim olabilmek büyük istilalar yaşanmıştır. Fenikelilerden Truvalılara, Kartacalılardan Romalılara bu kıyılar yaşanmışlıklara seyir etmiştir. Akdeniz’ Akdeniz olarak yaşayan iki güçlü deniz devleti vardı. Bunlardan biri Fenikeliler; diğeri ise Girit’teki Minos devleti idi. Doğu-Batı yönünde ilerleyen akımlar Akdeniz havzasını güçlü bir sömürgeleştirme merkezine çevirdi. Akdeniz ile uğrak yerlerin deniz yolculuğu Yunan adalarında çanak-çömlek, şarap, zeytinyağı; Mısır ve İtalya’dan tahıl; Anadolu’dan kereste, demir ile baş gösterdi. İlk Akdeniz çıkarması Romalılar tarafından yapılmıştır. Akdeniz havzasında yerini alarak bölgenin kültürünü ve dilini benimsemiştir her egemenliğin altına aldığı uygarlıklar gibi. Ayrıca Roma tarihinde, “Akdeniz bir roma gölüdür” olarak geçmektedir. Türk tarihlerinde ise, Selçukluların Akdeniz yakınlarına büyük bir devlet kurma girişiminde bulunması ve göçebeliklerini bu verimli topraklara kaydırdırmasıyla, “Akdeniz bir Türk gölüdür” sözü vardır. Coğrafi keşiflerle birlikte çözüm aradıkları ticaret yolları alternatiflere zafer bayrağı açarken eski önemini kısa süre ile kaybetti. Fakat yinede İspanya ile Fransa, Fransa ile Büyük Britanya (İngiltere), Haçlı seferleri ile Hristiyanlar ve Müslümanlar aynı sahneyi paylaştılar Akdeniz’in parlak güneşinde çatışmaları fişekleyerek. Osmanlı döneminde Süveyş kanalının açılmasıyla itibarını güçlendiren Akdeniz, dünyanın en işlek ve ehemmiyetli bir deniz yolu oldu. Haçlı seferleri ile namına nam katarak Avrupa devletlerinden Fransa ve İngiltere’nin gözdesi olup çıktı. Mesafeler azalınca Hindistan’ın ticari insiyatifinden daha çok yararlanmak için birbirlerini saf dışı etmeye başladılar. Bu sırada araya Rusya faktörü eklendi. Bu duruma ortak etmek istemediklerinden Rusya’yı sur gibi engellemek istediler. İtalya’nın ne eksik kalır yanı mı var? İtalya da Oniki ada ve Trablusgarp’ı alarak bu ilerleyişte bende varım diyenlerden olmuştur. Tüm bu gelişmelere paralel Sanayi Devrimi ile ticaretin canlanmasını hız kazanır ve Birinci Dünya Savaşına kadar süregelen bu anlayış İkinci Dünya Savaşı ile ABD’nin söz hakkı doğmaya başlar. Ama sömürgecilikten kurtulma girişimleri, Sanayi devrimi ile ortaya atılan realist fikirler sonrası doğan Kapitalizm ve Uluslararası yaşanan iktisadi bunalımlar ile Akdeniz’in güncelliği alt sıralara düşer.
Bir göç ağı gibi, ticaret ve etkileşim bu denizi Batı ve Doğu arasında bir bağ haline getirmiştir. Daha da önemlisi başka hiçbir deniz Akdeniz kadar çalkantılı, serüven dolu, yazılı tarihin binlerce yıl öncesine dayanan bir geçmişe sahip değildir Kıtalar, insanlar, fabrikalar, şehirler tarafından kuşatılmış bile olsa, nefes kesici güzellikleri sayesinde ehlileştirilmemiş bir çekiciliğe sahibi olarak modern dünyamız içinde hep bir gizem barındıracaktır.

Dalgalı ..

pillibebekkuyuda | 27 March 2009 09:32

Bugün,dalga giyindim üzerime
Kararsızım, yakıştığına, durmuyor yerinde
Bugün, düş rengim, dalga
Hayırlı düşlerim var, çiçekçiiiiii

Bir şarkı söylüyorum,
Ses tonum, dalga.
Çekilin oradan, oynayacağım,
Ray nini, ray nini de..

Bir Aşk var, dalgadan.
Sebepsiz şampanyam var elimde
Sana köpüren benim, yine.
Etrafımda dönüyorum, eteklerim dalga.

Sana koşuyorum, dalgalar eşliğinde.
Dalgaya yenildim, ulaşamadan, şerefe
Saçlarım var dalgalı, ”çek kurtar” diyorum,
”Kıyamam” diyorsun, gözyaşlarım, dalga,
Gömülüyorum, oyun bilmez dalga..

Antebin Hamamları

aggali | 26 March 2009 17:35

Şıpıdık terliklerimi geydim, elime de aldım kahkemi,
gözüm emmimgilin bahçasine kaldı.

Tamatos, balcan, hıta hepisi yetişiydi, amma emmim yememizi istemiydi ki. Onun gendi malını kimseye vermediğini cümle alem biliydi.

Emmim mırhızın tekiydi, elindeki tek çöpü bile atmiy, biriktirip duriydi.

Emine bibi, çok kızıydı buna, “Çerçöpü neyniycin herif, feleen çapıdına taş mı bağlıycın” diy, emmime kızıydı.

Emmim heç oralı olmıydı valla, gendi bildiin yapıydı.
Diydi ki; “Avrat işime garışma, madeyin ortasına zumzuunan kodum muydu, balkısından duraman haa!…”

dilsiz kelam..

morfik | 26 March 2009 14:29

Şeytanla inatlaşmayan bir Tanrı düşündüğümde kesildi başım.
Tanrı ile inatlaşmayan bir şeytan dilerdim, son dileği sorulmayan bendim.

Belki de fazla yaklaştım kıyılara. Sığ sular boğar insanı. Açıklar yüzdürür.
Kesik başlar kimbilir kimleri güldürür ??

Gelme buralara sevgilim..!
ruhun, dut ağacında deli bir yaprak olması da hoş değil. Yaşamın kuralları çıkarılmadıkça bu dünyada, ha yaprak olmuşsun ha insan. İster deli olmuşsun ister dahi.
Bir görüntüdür kalan..et, kan, damar ya da yeşil bir ten olan.

Hiroşima Sevgilim: MARGUERITE DURAS

queennothing | 26 March 2009 12:39

Birinci Dünya Savaşı, başlangıç sinyallerini verirken Çinhindi’ne (Hindiçin) atanan öğretmen çift, savaşın resmi olarak başladığı 1914 yılında üçüncü çocukları Marguerite‘ye sahip oldu. Yeni doğan Marguerite ve diğer iki oğlan çocuğu Paulo ve Pierre ile gönüllü olarak yaşadıkları Vietnam‘ın en büyük şehri Hi Şo Ming (Saygon) komşularından Gia Dinh‘te matematik öğretmeni baba ve Fransızca öğretmeni anne, çocuklarının; özellikle Marguerite‘nin uyum sorunlarıyla baş etmek zorunda kalacaktı.

Hastalıklı gibi görünen beyaz teni, siyah saçları ve mavi gözleriyle bir ‘yabancı’ olaran Marguerite, diğer çocuklar gibi davranmayı, onların dilinde şarkı söylemeyi, hatta düzenli olarak kiliseye gidip dua etmeyi öğrense de, O’nda hep çok sevdiği babasının bile ulaşamadığı ‘dokunulmaz bir yabancılık‘ olacaktı.
Yokluk, yoklukla gelen açlık, korku ve kanla bulanan savaşın en çirkin sahneleriyle yüzyüze kalan Marguerite‘nin, annesiyle kurduğu ‘normal‘ ilişkisi, babasıyla düzenlediği piyano geceleri ve sevmeye başladığı dış görünüşü; 10. yaşına geldiğinde babasını dizanteriden kaybetmesini, içinde sakladığı bir ‘trajedi‘ olarak nitelendirmesine engel olamayacaktı.
Babasız kalan üç çocukla Fransa‘ya dönen anne, ailesinin de desteğiyle, çocuklarına bakabilmek için öğretmenlik yapmaya Paris‘te devam eder. 2 yıl Fransa‘da kaldıktan sonra 1928 yılında Kamboçya‘ya tayini çıkan anne, çocuklarıyla birlikte ailesinin yanından ayrılır.