bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

korsan.

taha3045 | 06 June 2009 17:21

İncelense

olağan ve sıradan yaşayan insanların kaç tanesi haftada birkaç tane tanesi şu kadar Türk lirası olan dvd lerden alıp izleyebilir veya tiyatroya sinemaya istediği an bilet alabilir.

Öğrenilse
korsan cd dvd kopyalayan kişilerin birde dalga geçer gibi filmin başındaki bu eser orjinal kopyasıdır cümlesiyle başlayan korsan ihbar hattının telefon numarasıyla son bulan yazıyı bile silmeden filmi izlettikleri.

Bilinse
Türkiye’de sanki her haltı okumamış insan yapıyor gibi suçlama yapanların tezleri doğru çıksa bile 30 lira 20 liraya satılan kitapların alınıp okunma ihtimali, bir ton para verilip alınan kitaplardan alınan feyzin o kişiyi şiddetten uzaklaştırma ihtimalinden daha az olduğu.

Oyy Oymapınar Oyy

nacak | 06 June 2009 17:09

Güzel güneşli bir gündü. Manavgattaydım. Her geldiğimde Manavgat şelalesine gidiyorum, bu sefer başka bir yer olsun dedim. Aklımda Oymapınar Barajı vardı aslında. Manavgatlı tanıdığıma sordum nasıl gidilir, gitmeye değer mi? Sanırım daha önce hiç Oymapınar Barajına gitmemiş olacak ki veya tekneyle falan gittiyse ondan sebep minibüse atlayıp gidebileceğimi söyledi. Atladım minibüse son durak olan Oymapınar Barajında indim. Kapıdaki görevliler girişin yasak olduğunu söylediler. Ben turist olduğumu söyleyince bana güzellik yapıp içeri aldılar. Tam bu olayın cereyan ettiği esnada son seferini yapan minibüs yolcuları alarak Oymapınar Barajından ayrılıyordu. Dönüş ne ile yapılacak bir muamma. Kafamda başka başka muammalar varken onu erteliyorum şimdilik.

tam vakti..

morfik | 06 June 2009 15:49

Erken denen şey tam vakit olmaya doğru aşama kaydederken, duş alması ve karnındaki orkestrayı susturması gerekiyordu. Kurtlarını beslemesi elbette, zamansız bir vakitte ağzından dışarı çıkmamaları için tok olmaları gerekti. Duş alma seansları en mahrem mabet de inançsızlığa niyet ederek rüku içinde geçerdi. Çanlar çalınmış ya da ezanlar okunmuş, mumlar söndürülmüş olurdu kahvesini yudumlarken. Göz gezdirdiği haberlere şaşırma numarasından bıkmış olduğundan bu oyunu oynamıyordu son bir yıldır. Fakat saçlarını çeşitli nesnelere benzetmeye çalışmaktan hala çok keyif alıyordu. Gözleri yukarıya bakarken aynada görmeye çalışmaktan vazgeçmiyordu.
Özenle siyah elbiselerine baktı. Kararsızlığa düşmüş gibi gözükse de kararı netti. Göğüs altına kadar dar sonra genişleyen siyah elbise uygun değildi. Üstü gömlek tarzında, alt kısmı dar ve dizlerine kadar olan siyah elbise resmi gelecekti ruh haline. Hepsinde bir sorun vardı. Evet ince belini saran siyah elbiseyi seçecekti. Siyah ayakkabılarında da durum aynıydı. Elbiseyi seçtiği anda çok sivri olmayan uçları, aşırı yüksek olmayan topuklu siyah ayakkabısını giyecekti. Gümüş rengi farı, belirsiz allığı, az sürülmüş rimeli, kırmızı rujuna rağmen doğal bir hava veriyordu. Saçlarını açık bırakmış fakat düzleştirmişti. Gümüş küpelerini ve gümüş kol saatini de taktı, evden çıkmanın tam vaktiydi.

erken..

morfik | 06 June 2009 14:43

Yataktan kalkmak için erken bir zamandı. Kalması için sebep yoktu. Rüyalarını hatırlamıyor, kendine gelmek için en az iki saat geçmesi gerekiyordu. Başka bir durumda olsa, geç sayılabilirdi.
Yeni, harika siyah eşofmanlarını giyerken sabırsız davranmasına anlam veremiyordu. Bütün eşofman takımları siyah ve hepsi harikaydı. İçine, eskiden dar, şimdi ise eskiye nazaran genişlemiş omuzlarını açıkta bırakan yeşil tişörtünü giymişti. Natürelliği yakalayabilmeyi umuyordu.
Yeşil; ceviz yeşili, cennet yeşil,vernik yeşili, zümrüt yeşili….arasında yürürken onlardan biri olmak istiyordu. Bu yeşillerin, çok ağaçta değil de bir ağaçta çok yeşil olmasına yeniden hayran kalacaktı. ‘Ağaç olmak ne güzel’ diyordu.
Gece ve ağaçlı bir yolda, gece ve ağaç bütün halinde ilerliyordu.

Bir güfte, 12 beste…

kaankisisi | 06 June 2009 14:26

İstiklal Marşı’ nı hepimiz “ezbere” biliriz. Söylemesi zor, güfte-beste uyumu zayıf da olsa, hatta “…larda yüzen alsancak” , “…mun üstünde” , “…cak-o-be” , “…nim milletimin” gibi “prozodi” zorlukları bulunmasından ötürü toplu halde söylenirken (büyük çoğunluğumuzda “müzik kulağının” zayıf hatta hiç olmamasından da kaynaklanıyor bu…) kakafoniye neden olsa da, sokaktan geçen her hangi bir kişiye sorduğumuzda, kırık dökük de olsa söyleyebilir…

Ancak İstiklal Marşı’ nın Kazım Karabekir tarafından bestelenen halini ya da Abdulkadir Töre’ nin kanunla, neyle hatta udla çalınan bestesini kaç kişi biliyordur?

geç..

morfik | 06 June 2009 13:08

Tam vakti anlamını yitiriyordu eve girerken. Ayaklarının sivri uçlu halde olmamasını dilemiş ve dileği gerçekleşmişti. Siyah elbisesi görevini tamamlamış, ince belini gün boyu sarmıştı. Çağrıya kulak vermiş ve ibadetini aksatmamıştı. Bunun için ödüllendirilebilecek miydi? Sorusu ile harika siyah eşofmanını giydi. Elbette diğerini.
Bay Westward’a dönerek; ‘Buraya ilk kez geliyorum. Biriyle randevum var. Sizce salonda mı beklemeliyim?’ cümlelerini kaldığı yerden okuyabilmeyi diledi, bu kez dileği ne yazık ki yerine gelmedi.
Harika siyah eşofmanını giydikten hemen sonra arabasına atlayıp ağaçları aşarak Bay Aşk’ın yanında olmalıydı. ‘Sizi seviyorum. Ve çok özledim. Yanınızda bir müddet zamansızlığı yaşayabilir miyim?’ diye sormalıydı.
Başka durumlarda farklı anılabilirdi; artık geçti.. yalnızca geç..
Beklemenin diş çarkı kokusu; taş yanıyordu ve kan rengi olmaksızın o koku tüm yüzünü ele geçiriyordu..siyah perdelerini çekmeden önce karanlığın olgunlaşmamış ceviz tadı uykusunu kaçırıyordu.

düpedüz hakaret..

morfik | 06 June 2009 12:33

Üvey ana baba elindeki bir çocuğun mutluluğu kadar aşk.
Her zaman özünü arar.. kavgalar, yap-ma-lar, otur-kalklar.. korkumuz mutluluklar, ne de olsa sonu var. Sanki anlık değilmiş gibi..
Çekip gitmek ise daha kolay. Bir sürü de seçenek var. Gerçek bir sürü.
Çoğu zaman hayvandan öteye! gidemediğimizi düşünüyorum. Yemeğini paylaşamayan köpekler gibi.. öylesine değerli buluyoruz ki kendimizi ve öylesine seviyoruz, paylaşamıyoruz bir türlü içimizi..biliyor musunuz bilmem: Çok nadir de olsa yemeğini paylaşabilen köpekler vardır. Aynı bizler gibi.
Yok köpek kelimesi it-ici oldu. Hem kimi köpekler bir başka köpek için yaralanıp ölebilir.!. Köpek kelimesi itici oldu dedim ama hep birilerinin bizim için köpek olmasını bekleriz. Değerimizin ispatıdır köpeklerimiz.
Bir yavru kanguru misali taşınmayı beklediğimizi söylesem daha mı sevimli olacaktı..taşımak ise hamal mıyız canım?! Bölüşelim yükü, vardiyalı işçi miyiz? Yazalım saatleri asalım görünür bir yere..üstelik hepimizin yükü yeterince ağır..
Yine de benzetmelerimizde bu ağır yüklerimizle yüksekten uçan kartallarız..keskin gözlerle her şeyi görebilen yırtıcılarız. Elbette yalnızız. Olmasak şaşardım. Bunca meziyetlerimizle, erdemlerimizle ne erişebilir seviyemize. Kalabalıklarda dahi yalnızlığımız. Hangi canlı, kalabalığı yalnızlaştırabilir ki insandan başka!!
Ve ne güzel canlılar sürü halinde göç eder. Durup beklemese bile birlikte hareket eder. Ve o canlılar birlikte pusu kurur göç yolları üzerinde. Hangi birliktelik üstün gelirse, hiç olmazsa mertçe..
Sevişmek hususunda en çok kertenkeleleri merak ederim. O duvara çivili eşini on yıl besleyen kertenkelenin nasıl bir aşkla doludur yüreği!! Aslı varsa tabii..Ki bırakın aşkı, yüce insanoğlu özürlü çocuklarına bile aynı özeni göstermez..boyu devrilsin insanlığımızın..konumuzu dağıtmayalım..
İnsanoğlunun sekse düşkünlüğünde ne alaka kertenkele..çiftleşmenin alası bizde. Cins ayrımı her zaman aramaksızın: Denizde, karada,havada..şaraplar, meyveler..ikilemeler, üçlemeler, beşer..aa bir delik..ruhumuz ise delik deşik..
Angut angut konuşmak kalmış bize angut olamadığımız için. Eş olmak kağıt üzerinde yazılı ya ne gerek var evlerimiz içinde..evlerimiz biraz lokanta hizmetinde, çamaşırhane ve yatakhane..
Aman bana ne!! alan memnun, satan memnun..

on yedi ilinti

kahramancayirli | 06 June 2009 11:31

1-Haziran da geldi. Haziranda yılandan, ramazanda imamdan korkacaksın, der eskiler. Çok sıcak, hava.
2-2006 Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü kazanan “Çok Tanrılı Sular” adlı şiir dosyası, Komşu Yayınları’nca yayımlandı. Kitabın yazarı Kaan Koç, 86 İstanbul doğumlu. Ve halen Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğrenci. Epeydir dergilerde ismine rastladığım bir genç. Bir an önce okumalı.
3-Şu ana dek okuduğum kitapların arasında en güzeli hangisiydi? Bu soruyu çok defa sordum kendime. İlk sorduğumda içimdeki yanıt: Orhan Kemal – El Kızı idi. Belki de insan küçük yaşlarında kitaplardan daha fazla etkileniyordur. El Kızı’ndan gerçekten çok etkilenmiştim, belki bir de yanında Yaşar Kemal – Karıncanın Su İçtiği (Bir Ada Hikayesi 2)’nin ismi anılabilir. Yaşar Kemal’in dili su gibi hakikaten. İnsan o kalın kalın, karınca duası gibi küçücük harflerle basılan romanları nasıl bitirdiğini çözemiyor. Edebiyatın büyüsü de bu.
4-İhsan Oktay Anar’ın bir internet sitesi var artık. Yeni açılmış olmalı, çünkü ben google’da sık sık Anar’ı arattırıyordum. Belki yeni bir gelişme, bir kitap vs. Anar’ın tavrı çok hoş. Beş güzel kitap yazdı, tek röportaj yok. Edebiyat büyülü kalmalı. Bir de diğer yazarlara bakın, aynı soruları aynı yanıtları tekrar tekrar tekrar… İnsanda kitap okuma heyecanı kalmıyor. Allahtan şairler böyle değil. Yoksa şiir de okunmazdı.
5-Aylin Aslım’ın yeni albümünün ilk klibi “Sen mi” şarkısına geldi. Daha sert bir müzik, ama sözleri sevmedim (sözleri bayat bence şarkının). Şarkıya da alışamadım daha. Mtv Türkiye’nin sitesinde var, klip.
6-Metis Yayınları’nın internet sitesinde gezerken Ahmet Güntan’ın bir şiirine rastladım. Bence çok etkileyici ve çok öz. Buraya alıntılamak istemedim, isteyen adresten okur, diyerek. Epeydir hiçbir şiirden bu denli etkilenmemiştim.
7-Dün gece yağmur yağdı. Evin tüm pencerelerini açtım, yağmur kokusu içeri doluştu. Yağmur kokusuyla uyudum.