bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

AyrıLık

furkan iren | 11 July 2009 10:19

Photographer  Yüksel Balcı - Turkei
Photographer Yüksel Balcı – Turkei

Yıllar öncesiydi
Geleceğim mutlaka demiştim
Döneceğim unutulsam bile yokluğumda
Elbet bir gün, mutlaka

Kocaman bir gülüşle gelirim
Ve bir demet çiçek ellerimde
Usul usul yağan yağmur eşliğinde
Gün üstüne akşam düşerken hafiften

Zamansız gidişlerimin sonuncusunun da bileti gidiş-dönüştü
Lakin; zaman muhasebecisini yitirmiş
Hesapsızca değişivermişti herşey
Zamanın o dizginleyen sınırları olmadan
Yılların akıp geçtiğinin farkına varamadan

Yüksel’in Sırrı-6

ozanTi | 10 July 2009 16:05

Yüksel’le Fatih yemeklerini yerken Özge’nin annesinin evinde elektrikler kesilmişti. Buradan sonrasını Özge anlatıyor:

Çocuklar gün boyu ne olduğunu sorup durdular. Her seferinde atlatmıştım ama sinirlerim iyice bozulmuştu. Sonuçta neyden ya da kimden kaçtığımız bile belli değildi. Bilmediğim bir şeye karşı çocuklarımı nasıl koruyacaktım? Çocuklarıma ne olacağını bilmiyordum ve fazlasıyla korkmuştum. Kendime hâkim olamadım ve ağlamaya başladım. Çocuklarıma karşı güçlüymüş gibi görünemeyecektim. Yine sordular:

“Anne neden ağlıyorsun? Neden anneannem gildeyiz?”

hayat böceği 3 -kadın

taha3045 | 10 July 2009 15:18

Tanıştıgı bildigimiz kurt misali erkeklerle neden yatıyordu, bunun cevabını kendi de bilmiyordu, para için olsa zaten para veren olsa o almazdı, sevdiği olsa o da yok, zevk almak hiç tatmadıgı bir duygu öyleyse neden hem karşısına çıkan ve koynuna girdigi bu adamlar öyle kadınsız kalmış kişiler de değildi , yatacak yer sorunu olmasına ragmen yattıgı kişiler hemen bu henüz ergenlik çağından yeni çıkmış küçük kadını sepetliyorlardı.

Şöyle adam gibi sofraya oturmayalı, deliksiz uyumayalı, uzun uzun banyo yapmayalı ne kadar olmuştu kimbilir, ama yine de asla al sana özgürlük burada onun bunun oyuncağı oldun demedi kendine, kendine bile hesap vermeyecekti çünkü.

fuhuştan tahta uzanan hayat:Theodora

nazokiraze | 10 July 2009 14:26

Kıbrıslı bir babanın üç çocugundan biri olan Theodora hayatın en alt ve en üst kademelerini görmüş bir imparatoriçedir. Babası ayı bakıcısı annesi ise sirk çalışanıdır.

Küçük yaşta dilencilikle başlayan zorlu hayatını zaman ilerledikçe sirklerde pandomim yaparak, soytarı kıyafetiyle gösteriler düzenleyerek sürdürmeye çalışan bu güzeller güzeli kız ,büyüdükçe gösterilerinde vücudunun güzelliğini kullanmaya başlar. Adı ahlaksıza,fahişeye çıkan Theodora imparator Justinianos‘u kendine aşık etmeyi başarır.

GECENİN İKİSİNDE GÜLEBİLEN KAPI TOKMAĞI

il mare | 10 July 2009 13:32

:)
🙂

“Nesneler kullanılır,tekrar yerlerine konur,onların içinde yaşanır:Onlar aletten başka birşey değildir.Ya ben,beni etkiliyorlar.Dayanılır şey değil…”
“Nesneler yalnızca baktığımız şeyler değil,onlar aynı zamanda bakanlardır”
gibisinden çıkarsamalar yapmış varoluşçuluğun simgesi Jean Paul Sartre bir kült olan “Bulantı” adlı eserinde.Nesne olarak algıladığı elini attığı her şeyin, aynı zamanda kendisinin de varlığını eş zamanlı olarak benimsediğini savunuyor Sartre ve bu derinden hissedilen varlık kavramının her yerde karşısına çıkıyor olması bir süre sonra onda bulantı hissini kaçınılmaz kılıyor.Eser,alıntılanan bu kısıma,Roquentin adlı karakter aracılığıyla çok daha geniş açılardan bakıyor,ben henüz okumadığım için geniş bir kitap çözümlemesi yapamayacağım ama çözümlenmiş şekilde rastladığım bir makale,bana çocukluğumun yaratıcılıklarını hatırlattı.

Tahmin ediyorum ki küçüklüğünde neredeyse herkes beynini ‘kapı’ya neden ‘kapı’diyorlar gibisinden sorularla meşgul etmiştir,ya da şimdi söyleyeceğimi herkesin deneyimlediğinden emin değilim ama belki çoğu kimse benim gibi bir televizyonun düğmesini şaşkın bakışlarla arka arkaya 10 kez açıp kapatmıştır ve bu davranış bende,yaşına yakıştığı gibi 3 yaş civarında sergilenmemiştir,tamamen teknik olayı çözme,onu anlamlandırma adına eyleme geçmiş olacağım ki dokunduğum ve televizyonun üzerinde eş zamanlı olarak yanan kırmızı ışığa hayat verdiğimi gözlemlerken o tuş ile bütünleştiğimi,bir yandan elimle onu hisetmeye çalışırken bunu yapamadığımı hatırlarım ben.Hareket imkanı benim elimde olan nesneleri anlamlandırmaya çalışırken,ortaya çıkan kinetik enerjinin büyüsüne kapılıp nesneden daha da soyutlanmama şahit olmuştur zavallı beynim.Ve bu kadar kafa yormanın üstüne onlara haddinden fazla bir varoluş anlamı yüklememek de olmaz tabi,havada kalır tüm çocukluk uğraşlarım.Bu bahsini ettiğim,cansız varlıkların gerçekten de cansız mı olduklarına dair sorgulamaların,diğer durumlar gibi çok sayıda çocukluk dönemine şahitlik ettiğini tahmin ediyorum.
Boş bir odada,sıkılmaya doymayan klasik bir çocuğun,yapacak uğraş bulamadığı zamanlarda etrafındaki nesneleri izleyip onlara anlamlar yüklemesi kaçınılmazdır.Genellikle yetişkin çocukları barındıran misafir evlerinin odaları böyle çıkarsamalara şahitlik ederler,ne kutsal odalardır o misafir odaları,nasıl orjinal bir beyin jimnasitiğine,çocukların akıl almaz gelişim süreçlerine araç olmuşlardır bilmezler hiç…Mi desem? Biliyorlar mıdır acaba? İşte bu soru etrafında dönüp durduğum çoktur.Sıkılganca karşısında oturduğum kapı ve tam üzerinde onun gözü addettiğim tokmağı…İşte orada,bana bakıyor,gülmediği ne malum…Hareket edenler gülebilir,kapı hareket ediyor,tokmağı da öyle;kendi kendini hareket ettirebilenler gülebilir,çiçekler böcükler bunu yapıyor,görmemişim güldüklerini;tamam,taaamam insanlar gülebilir,çünkü gülecek bi çift göz ve bir ağızları var,hayır olduklarından değil gülmeleri;güldüklerini belli etmeye yarıyor onlar;yani onlarsız da gülünebilir,tıpkı onları olmayan ağaçlar,böcükler gibi;taamam sadece aklı olanlar,birşeyi algılayabilip komik bulanlar gülebilir;yoo birşeyi algılama yetisini kaybedip delirenler de sürekli gülebilir,ama onlar da insan,yani sadece insanlar mı gülebilir…Yani gülebilmenin canlı olmakla değil insan olmakla mı ilgisi varmış.E kapı tokmağı insan değil,gülemez evet ama canlı da mı değil?Hadi hem canlı hem algılama yetisi olan birşey,bir çiçeği örnek verelim,sabah olunca açması güneşten midir tek,gülüyor olamaz mı ve gecenin karanlıklarına en içten de ağlayan?
Aman tanrım,neler söylüyorum ben,saat tam 02.21,yeterince açık sanırım…

böylesinin hatırladıkça gülecek ne çok anısı vardır:)
böylesinin hatırladıkça gülecek ne çok anısı vardır:)

Kaçak

PilliGazete | 10 July 2009 12:59

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2009/07/09/kacak

lütfen sonuna kadar okuyunuz

ozgursavas | 10 July 2009 12:53

BANA SORMADINIZ Kİ

Hiç kimse cezalandırılmak istemez kimse kendisini suçlu bulmaz çünkü. Kim ister ki bir saniye bile olsa yanmayı, ihtimali bile insanları korkutuyor ve bazı şeyleri kabullenmeyi kolaylaştırıyor. Merak ettiğinizi duyabiliyorum. Kastettiğim cehennem; kurallara uymayanların tahmin bile edemeyeceği, insan gözünün görmediği, yaşamadığı acıları, ıstırapları çekeceği yer. Rahat olun böyle bir yer yok… Yanlış duymadınız..‘Nasıl olur?’ dediğinizi duyabiliyorum. Öncelikle size bir soru soracağım ve cevaplayacağım bunu unutmayın yazımı okuyup bitirdikten sonra beni anlayacaksınız öle umuyorum. Bir ebeveyn çocukları ne yaparsa yapsın hoş görmeli ne isterse istesin sağlaması gerek durum ne olursa olsun çocuklarına sahip çıkmalı değil mi? Cevabı ‘Evet ellerinden gelenleri yapmalı hatta daha fazlasını’. Neden mi? Bir düşünün; bir çocuk yanlış yapacak, bir şeyler isteyecek duruma gelmişse eğer bir birey olabilmişse bu anne ve babanın sayesinde. Ne kadar güzel diyebildiğinizi duyabiliyorum. Elbette harika bir olay. Ama madalyonun maalesef tek yüzü yok. Bu çocuk ilerde büyüyecek, isyan edecek, yanlış işler yapacak, annesinden babasından olmadık isteklerde bulunacak, ailesinin gözünde kötü biri olacak yanlışlar yapıldığı söylenecek… Peki yanlış gerçekten de kimde acaba? Bence kimse de bir yanlışlık yok, olmak zorunda değil. Burada anlaşmazlıklar ebeveynlerin çocuklarının kendileri yaptığını ve nasıl bir sorumluluk altında olduklarının farkında olmaması.