bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

SOĞUK SAVAŞ SIRLARI: KAYIP KOZMONOTLAR

wertikaas | 19 September 2009 10:59

Yuri Gagarin
Yuri Gagarin

12 Nisan 1961 tarihinde, binlerce yıldır gökyüzünün enginliğine dalıp, türlü hayaller kuran insanoğlunun en imkansız görünen hayali gerçek olmuştu. Yuri Gagarin, yalnızca uzaya giden ilk insan olmakla kalmıyor, bir rüyayı da gerçek kılıyordu. İnsanoğlu artık uzaydaydı ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Peki ama Yuri Gagarin gerçekten de uzaya giden ilk insan mıydı? Yoksa sadece yolunda giden talihi sayesinde kendinden önceki kayıp öncülleri arasından sıyrılmayı başaran şanslı biri miydi?

Kayıp Kozmonotlar” Soğuk Savaş yıllarının gizemlerinden biridir. Hala aydınlanmamış noktaları vardır. Bunun nedenini anlayabilmek için Soğuk Savaş’ın en sıcak günlerine geri dönmemiz gerekiyor. Bu yıllarda iki kutba ayrılan dünya üzerinde, her alanda müthiş bir yarış sürmektedir ve iki taraf ta elde ettikleri her başarıyı kutsal ideolojilerine adamaktadır. Nihayetinde yarışma kategorilerine uzay da ilave olunca; önce uzaya ilk insansız uydular gönderilmeye başlanır. Sonra buna hayvanlar da eklenir. Şimdi sıra insanlardadır. Herkesin merak ettiği soru aynıdır: Uzaya ilk önce kim gidecek? Burada “kim” den kasıt; bir insanı canlı olarak uzaya gönderip aynı şekilde geri getirmeyi kimin başaracağıdır. Herkes bu sorunun yanıtını beklerken amatör telsizciliğe merak salmış iki İtalyan kardeş; Achille ve Giovanni Judica-Cordiglia, Torino’nun dışında 2. Dünya Savaşı’ndan kalma eski bir sığınakta kurdukları bir dinleme istasyonunda, Amerikan ve Sovyet radyo, telsiz sinyallerini dinlemekle meşguldürler. Malum internet ya da diğer haberleşme teknolojileri henüz gelişmemiş yahut da gelişme aşamasında olduğundan tüm Avrupa hava sahasını bu radyo sinyalleri kaplamaktadır. Ama 1960 yılının 28 Kasım gecesi ilginç bir şey olur. Bu iki İtalyan kardeş dünyadan gittikçe uzaklaşan bir sinyalden gelen SOS mesajını tesadüfen yakalamayı başarırlar. Bir uydu ya da uzay aracından gelen bu SOS mesajı mors alfabesiyle üç kere daha gönderilir fakat sinyal her seferinde daha da zayıflar ve dünya yörüngesinden biraz daha uzaklaşır. Sonunda ise kaybolur. Bu garip olay duyulunca, bir İsviçre radyosu kardeşlere radyo istasyonlarında uzay uzmanı olarak iş verir. Onlar artık uzaya gidecek ilk insanın sesini kaydetmeye hazırdırlar.

güven

abzugurt | 19 September 2009 10:42

Ne zaman desem kırmızıya kırmızı,
“Kör müsün kardeşim” derler!
Ne zaman desem böyle olmamalı,
“Olmamayı mı tercih edersin yoksa” derler!
Ne zaman bir şeyler demeye kalksam,
“Sus” derim kendime!
Tiksinirim, soğurum kendimden,
bakamaz olurum yüzüme…
Ne zaman bir şeyler demeye kalsam;
Figüranlar, kuklalar,
birbirine inanmadan
kol kola yaşayan insanlar görürüm etrafımda.
Sonra “Ne zaman?” derim kendi kendime.
Konuşamaz kalırım,
susarım kendime…

her yöne çıldırtma bedava

taha3045 | 18 September 2009 13:57

Cep telefonları ilk çıktıgında kızlar için cep telefonu olanlar çok ilginç kişilerdi, begenilen bir erkek tarif edilirken cep telefonu da var denirdi sonrasında cep telefonuna sahip olma durumu görgüye sahip olmaktan çok daha fazlalaşınca işler değişti.

Konturlu hat,, özgür kız, çağrı attım, ödemeli aradım, hadi aşkım kontörüm bitti, kontur mu kontör mü, bana kontör yollasana, sms ile ayrıldık, mms ile evlenme teklif etti, video görüntüleri ayrılmamıza vesile oldu, şarj mı, şarz mı, şarjım bitti inanmadı beni terketti derken, cep telefonu ülkesi olduk çıktık.

Şimdi faturalı hatlar tavuktu, horozdu, bütüm stand-up çılardı, iğrenç ve iğrenç olmayan reklamlardı derken hayatımızda yaygınlaştı, kontörlü hatlar yerini faturalılara bırakmaya başladı, artık kimse kimseye kontörüm yok diyemiyor.

River of no return..

haupbahnhofstr[pilli_silinen_hesap] | 18 September 2009 09:54

Seksen’li yıllarda sinema günlerinin, yönetmen haftaların da, yönetmenin en iyi filmleri gösterilirdi..

Filmi izlememizi, taksim-kadıköy dolmuşunda şöför salık varmişti; Adamın, sinema bilgisi dudak uçurtacak cinstendi. strapenteli 8’lik dolmuşta, sus-pus olup, yol boyunca adamın sinema konusundaki ahkamlarını dinledik. gerçekten inanılmazdı; Filmlerin senaristinden, görüntü

yönetmenine, kurgusundan bütçesine kadar her şeyi biliyordu.. nerdeyse set işçilerini sayacak!
Film yeni melek sinemasında oynatıldı “river of no return” dönüşü olmayan nehir. yüzyılın en iyi western’lerinden, diye kritik edilmişti.Belki de marilyn monroe, filme ayrı bir renk katmıştı.
Film, vahşi batı’da gelecek arayan baba-oğulun hikayesini anlatıyor. sonradan aralarına anne olarak monroe katılıyor vs.
Bu filmi hatırlatan neydi bana?
Son sel felaketi elbette; Tıpkı filmdeki gibi, adeta azgın bir nehirle boğuşan babanın bir benzeri, minik kızının sel sularında ellerinden kayışını yaşayan annenin dramı..
Bu çok hazin ve yürek yakıcı..Dila’nın, ne ölüsü ne dirisi bulunabildi.
Doğanın, asıl efendimiz olduğu bir kez daha belli oldu; Ancak bazen de bizler onu efendimiz olmaya zorlamıyor muyuz?işte o bölgede olup bitenler, can -mal kayıpları.. insana dayalı bir pervasızlığın neticesinde , gene insanların hırslarını gemleyememesi sonucu, alabildiğine büyümek hırsının bir tezahürü değil mi?