bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Canan Tan – Piraye

kahramancayirli | 29 October 2009 11:05

turkkitap.de adresinden alınmıştır.
turkkitap.de adresinden alınmıştır.

Bu zamana dek bir sürü kitabı su gibi içerek okudum, hızlı, akıcı okudum. Kalın kalın romanları iki-üç günde bitirdiğim oldu ama bu kadarına rastlamamıştım. Dörtyüz küsur sayfa yarım günde okundu. Kimse aramasın diye dua ettiğim oldu, sırf kitap bölünmesin diye, o kadar akıcı, o kadar sürükleyici. Birkaç yıl önce gezdiğim Diyarbakır’ın her karışını yeniden hatırladım, bir garip oldum, Diyarbakır’ı özlediğimi hissettim, ister istemez roman karakterlerinin yerine koyuyorsunuz kendinizi, ben de oturup aşık oldum, üzüldüm, meraktan kitabın bittiğini anlamadım…

ŞİKAYET VE ŞÜKRETMEK

Seamyhoney | 29 October 2009 09:35

İnsanoğlunun elindekiyle yetinmeyi unutması hatırlamayacağımız kadar geçmişe dayanıyor. Belki de ilk insanla başlıyor şikayet mekanizmasının ortaya çıkışı. Sürekli bir şeyleri tüketme çabasının verdiği hırçınlıkla daha fazlasını istiyoruz hep. Her şeye sahip olabilsek de sürekli bir mızmızlanma, sürekli isyan, sürekli şikayet, hayatımızın büyük bir bölümünü kaplıyor.

Yaşamımızı şöyle bir gözden geçirirsek, sorun ettiğimiz şeyler gerçekten de şikayet edilesi şeyler mi, yoksa sadece şikayet kutusu dolsun diye kendi kafamızda yarattığımız gereksiz mızmızlanmalar mı sorusunu irdelemek gerekir. Benim naçizane fikrim şudur; çoğumuz aslında ortada hiç birşey yokken sadece sorun olsun diye sürekli atıp tutuyoruz ki bunun için halk arasında kullanılan bir tabir var; rahat batması. Rahat, huzur, biz insanoğluna göre değil diye düşünüyorum çoğu zaman. Ne zaman huzurlu olsak bir arıza çıkarma eğilimi oluşuyor içimizde. Yani huzurla sorun çıkarma olasılığı doğru orantıda ileriliyor bizim dünyamızda.

Melek

Colpadan | 28 October 2009 15:28

Şansın varsa bu dünyada
Bir melek girer, milyonda bir de olsa hayatına
Kusursuz güzelliği,
Sonsuz sevgi dolu yüreğinin ortasında,
Masum sesinde, ışıltılı bakışlarında,
Hayat veren aşkının gücünde,
Sımsıcak kucaklayan kollarında

Eğer şansın varsa bu dünyada
Doğanın dengeleyici gücü ile,
Elbet gelir arkasından bir talihsizlik unutma
Bir rüzgar, bir fırtına, kuvvetli bir kasırga
Alır götürür o meleği sonunda
Tekrar geri gelmeyecek günlerin
Akıp gider avuçlarının arasından,
Uğurlarsın eşsiz güzelliği, sonsuz sevgiyi,
Yüklü gözyaşlarıyla…

Üniversite Öğrencisi İş Arıyor

beynimdekihortum | 28 October 2009 11:48

Bu ilk makalemde üniversite okumak için memleketinden uzakta kalan üniversite öğrencilerinin yaşadığı maddi sıkıntıları dile getirmek istiyorum. Ülkemizde her ailenin yaşam şartları farklılık taşımakta, kişi başına düşen gelirin değişkenliği gerçeğini kabul etsek de ben daha çok orta gelire sahip memur, işçi ya da emekli bir babanın birkaç çocuğunu şehir dışında okumaya göndermesiyle verdiği geçim savaşına vurgu yapmak istiyorum.Bir üniversite öğrencisi şayet devletten karşılıksız burs alamıyorsa genellikle öğrenim kredisi almaktadır. Bununla birlikte aynı şekilde harç kredisi de almaktadır. Bunların elbette ki onun küçük bütçesi için önemi tartışılmaz, ama hele de kendisi gibi öğrenci kardeşlerinin de bulunduğunu varsayarsak ailesi için oluşturacağı külfeti, öğrenim masrafları maliyeti, okuduğu şehirdeki geçim şartlarına, şehrin büyüklüğüne göre oldukça yüksek bir meblağ olmakta.Böyle orta kesime dahil bir ailenin çocuğu olan üniversite öğrencileri onlar için makul ek işlerle bütçelerini denkleştirmeye çalışmaktadır. Birinci sınıfta masraflarını gelirleriyle denkleştirebilseler de ikinci sınıftan itibaren bir üniversite öğrencisi olarak ve haklı olarak ekstra masraflarının ortaya çıkmasıyla kendileri için mevcut ek iş imkanlarını araştırmaya koyulmaktadırlar. İşte bu andan itibaren para kazanma ve hayatını idare ettirme savaşının bilfiil içinde bulunurlar. Üniversite öğrencileri için iş imkanları part time olarak dönemsel stand elemanları, anketörlük, tanıtım elemanı gibi pozisyonlarla büyük şehirlerdeki büyük şirketlerin geçici eleman istihdamına dayalı olmaktadır. Okul masraflarına ek olarak kendini geliştirmeye ve örneğin İngilizce kursu ya da başka mesleğe yönelik kurslara devam etme zorunluluğu içerisindeki üniversite öğrencileri bu iş imkanlarına yönelerek bütçelerini finanse edebildikleri oranda rahat ederler. Ancak özellikle son sınıf öğrencilerinin masraflarının artması ve vakitlerinin kısıtlı olması neticesinde tam zamanlı satış eleman, office boy gibi mağaza ve perakende sektörlerinde iş imkanlarına yönelemezler. Bu pozisyonlar daha çok okulu uzatan öğrenciler için söz konusu olur. Boş vakitlerinin daha çok olması ve öğrencilere yönelik dağıtılan kredi kartlarının borçlarını ödeyebilmek için.

Tereddüt

pilli pati | 28 October 2009 10:12

Kaleden aşağı doğru salına salına iniyoruz. Yol, parke taşlı ve biraz eğimli. Fenerin yanından geçerken denizden yansıyan güneş ışınları gözümüzü alıyor. Güneş gözlüklerimi saçlarımdan kurtarıp takmaya çalışırken yazdan artmış bir günün tatlı esintisi altında böyle bir manzarayı izlemek bir anda ruhumu bir tür serbest kalma isteği ile dolduruyor… Sırtımda bir anda kanatlar çıksa, havalanıp uçsam, ne güzel olur!

Fazlasıyla şaşırmış ve gecikmişliğinde, etraftaki ağacı, börtü böceği de şaşırtmış yaz artığı bir günden bahsediyorum size. Arlanmazcasına bizim de kanımıza giriyor. Birden arkadaşım “Buralarda yatır varmış, gidip yerini bulalım” diyor. Yol üzerindeki satıcılara başka işimiz yokmuş gibi, en önemli işimiz buymuş gibi, mütemadiyen yatır soruyoruz. Neredeyse her tezgaha. Hepsi satacakları tülbent ve dağ otlarının derdinde. “Daha aşağıda” diyorlar da hiçbirisi tam yerini söylemiyor, ne hikmetse. Aslına bakılırsa üzerimdeki kıyafet gereği yatırı ziyaret edemeyeceğim. Belki uzakta durup onu beklerken, etrafın nefesini tutmuş, sadece kuşlara meydanı bırakmış halinin fotoğraflarını çekebilirim. Tepeden aşağı yol aldıkça artık adımlarımız zorlanmıyor fazla, alışıyoruz eğime ya da eğim de azalıyor belki. Muhteremin ebedi istirahatgahına yaklaştıkça kuş sesleri oldukça nadir çalınıyor kulağa. Bodur ahlatlar beliriyor etrafta. Hala meyve olgunlaştırma peşinde hepsi. Yabani ve pembe renkli çiçekler çıkmış kayaların arasından, bizi izliyorlar. Sarı çiçekler de var. “Mezarlık çiçeği” de denir bunlara. Toprağa çok sıkı tutunan soğanlı kökleri vardır. Burası çok sessiz bir yer. Eski bir mezarlığın içinden mi geçiyoruz? Bana mı öyle geliyor? Ürperiyorum birden. Yakında bir bedesten görüyorum. Yıkıntılarının arasından eğik eski taşlar farkediliyor. Hislerimde yanılmamışım. Hoşlanmıyorum bu sessizlikten, soğuk bir yalnızlık çökmüş etrafa. Ağaçların arasından gördüğüm deniz manzarası İstanbul’daki ada manzarasını hatırlatıyor. Siliyorum çabukça hafızamdan. Uzak bir sahil kasabasındayım ama hafızamdan sildiklerim yerine aniden uzakta başka bir sahil kasabası beliriyor. Burada her yan portakal kokuyor da arada sanki aklıma gelen görüntü yüzünden baskın çıkan yasemin kokuları da dolanıyor. İnsan sırf bir anı yüzünden bir kokuyu anımsayabilir mi? Tereddüt ediyorum ama inatçı tarafım “Yürü” diyor. Attığım adımların tersi istikamete dönüp bir iki adım gittiğimde, dikkatli bakınca görüyorum. Sağımda, eski bir bahçe çitinden sıkılmış da bir de o çitin yanındaki ağaca tutunmuş. Sarılmış da sarılmış ona. Orada idame ettiriyor yaşamını. Kokusuyla bu çevreden kırk yılda bir geçecek kim varsa, mevsim bu zamanlar, sarıp sarmalıyor bulabildiği herkesi.

KADININ ADI YOK MU? UYANIŞ-KATE CHOPIN

Seamyhoney | 28 October 2009 09:53

Edebiyat tarihi boyunca feminizm ve kadınlara ilişkin konular, tüm dünyada hep önemli bir yere sahip olmuştur. Kadınların kendi kimliklerini bulma çabası ve çıktıkları bu yolda geleneksel rollerine ve kişiliklerine karşı çıkışları sanırım bu literatür içinde en çok ilgi çeken konular arasında. Özellikle 19. yüzyıl edebiyatında kadın, her zaman dönüp dolaşılıp üzerine yazılan ana sorun olarak ortaya çıkar. Aslında bu romanlarda kadının karşı çıkışı ve isyanı aslında bir nevi toplumun da isyanını yanıstır. Durum her ne olursa olsun, kadın için normlarla ve toplumsal baskılarla mücadele etmek her zaman zor olmuştur. Bu mücadelede asıl amaç, erkeklerle eşit olduklarını kanıtlamaya çalışmaktır çoğu zaman. O zamanın şartlarında ( ki aslında günümüzde de modern toplumlar dışında bu durumun değiştiği pek söylenemez) toplumun kadınlara yüklediği belirli bir yaşta evlenip, evinin kadını, çocuklarının anası olma rolü onların hayatını şekillendiren en önemli unsur haline gelmiştir. Kendilerini kocalarına ve çocuklarına adayan bu tür “ ideal kadın”lar dışında tüm sosyal baskılara ve normlara karşı çıkan kadınlar da yok değildi tabi ki. İşte çoğu feminist yazar, bu tür mücadeleler veren “ aykırı kadın”ları yazılarına konu edindiler.

19’uncu yüzyıl Amerikan Edebiyatı‘na damgasını vuran en önemli feminist yazarlardan KATE CHOPIN de ataerkil normlar arasında sıkışmış bu tarz kadınları eserlerine konu edinen yüzlerce yazardan sadece biri. Çoğu eserinde oluşturduğu karakterlerinde genellikle kendi kadın kimliğini ortaya çıkaran Kate Chopin’in bana göre başyapıtı sayılabilecek eseri UYANIŞ( The Awakening) işte böyle “ aykırı kadın”lardan birini anlatıyor. Yazarın bu eseri zamanında pek değer bulmasa da sonradan tüm diğer hikayelerinde olduğu gibi byük ilgi gördü. 1991 yılında kitabın, “Grand Isle” adlı isimle bir filmi yapıldı.

Uyanış adlı öyküsünde aslında Kate Chopin okurları, iyi bir eş ve iyi bir anne gibi görünen Edna karakteriyle karşı karşıya kalıyorlar. Geleneksel bir ailede yetişen Edna başta tüm normları ve toplumsal baskıları kabullense de her zaman bir içsel sorgulama içindedir. İçinde bulunduğu “kendini bulma” isteği ve edinmiş olduğu kimlik ( toplumun ona atfettiği) aslında onun için büyük bir çelişkiden başka bişey değildir . “İdeal kadın” rolünü oynamaktansa, o, kendi kuralları, kendi istekleri doğrultusunda bir hayat yaşama arzusu içindedir. Tüm bu çelişkiler içinde kocasından ve çocuklarından ayrı geçirdiği tatil, kendi kimliğini bulması için eline geçen en büyük fırsattır. Hikayenin adından da anlaşılacağı üzere bu kısa tatil onun kendini bulması adına bir uyanışı temsil eder.

Tarihin ilk transeksüeli: Lili Elbe

nazokiraze | 27 October 2009 16:31

David Ebershoff tarafından yazılan Danish Girl adlı roman 2001 yılında tüm dünyada konuşuldu. Şimdi bu romanın beyazperdeye uyarlanması konuşuluyor. Başrolünü Nicole Kidman’ın oynayacağı film, Danimarkalı bir ressamın hayatını anlatıyor. Elbette kitabın bu kadar ilgi görmesinin sebebi sadece bir ressamın hayatını anlatması değil. Konu edilen Danimarkalı ressam Lili Elbe (gerçek adı: Einar Wegener).

Einar Wegener’in hayatı gerçekten de filmlere, romanlara konu edilesi cinsten. Erkek olarak evlendikten sonra karısı tarafından eşcinselliği kabul gören, hatta kendisi gibi ressam olan eşi Gerda‘ya kadın kıyafetleri içinde pozlar veren, ikinci bir kadın kişiliğine bürünüp eşiyle lezbiyen ilişki yaşayan Wegener, aynı zamanda tarihin ilk transeksüeli.