bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Ingiltere Vizesi Reddi mi aldınız?

webking | 28 January 2010 16:29

Vize Reddini sineye çekmeyin !!
Vize Reddini sineye çekmeyin !!

Yakın bir zamanda ingiltere vizesi için başvuruda bulunan ve red alan bir arkadaşımın başından geçenleri diğer benzer durumda olabileceklerin bilgisine sunmak amacıyla paylaşmak istedim. Arkadaşım gayet durum iyi olan ve şirket sahibi biri ve tüm evraklarını tamamladıktan sonra, vize için verilen randevuya gidiyor. Burada 15 sn içinde sorulan bir soru ile vizesi reddediliyor. Arkadaşımın İngilizcesi pek iyi olmadığından ve ne olduğun pek anlayamadığından geri geliyor ve birkaç gün sonrasında da bunu benimle paylaşıyor. Olay şöyle konsoloslukta ona sorulan soru şu “neden Ingiltereye gidiyorsun” , ve arkadaşımın cevabı ise “iş.. business”. Hatta şöyle bir detay veriyor, arkadaşım soruyu anlamayınca İngiliz konsolosluk çalışanı kadın bunu sonradan öğrendiği Türkçesi ile soruyor, ve arkadaşım sadece önce Türkçe “iş” sonra ise aklına İngilizcesi geliyor ve “business “dediği için, bu cevaba dayanarak red alıyor. Arkadaşım buna bir anlam veremediğinden ve şoku atlattıktan sonra İngiltere konsolosluğunu avukatı vasıtası ile mahkemeye veriyor ve sonuçta vize başvurusu uzmanlarca tekrar gözden geçiriliyor ve bu sefer vizesi veriliyor.
Buna inanmakta güçlük çektim ben tabii, öncelikle gayet eğitimli ve paralı olmasına rağmen arkadaşımın vize reddi almasına, diğeri ve benim de çok şaşırdığım konsoloslukların mahkemeye verilebileceği gerçeğine. Bu olay galiba Ingiltere ile imzalanan bir protokol gereği ve sadece İngiltere vizesi için kullanılabiliyormuş” diye de bir ekleme yapmalıyım. Diğer vizeler için durum nasıldır bilemiyorum. Ama İngiltere vizesi için canlı kanıt ve olayların gelişimini Ankara’da bizzat deneyimlediğim için eğer haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsanız mutlaka itiraz etmeyi düşünmelisiniz.

yüz tutmuş yas aslında töz’müş

astral | 28 January 2010 15:34

Ölüm, döş, düş, tut, tutsak, yok, hayal; hepsi bu kadar işte, hepsi bu kadar.

Varoluş gerçeği yokluşa giderken. Yine yine anladığım birşey var ki Avatar’ı seyrederken varoluşun yolu yokolmayı göze almaktan geçiyor usul usul üstadım, usuna yatsa da yatmasa da bu böyle…

Her düş baharlara kalmazmış. Kimilerinin bahar olurmuş, kimileri sadece baharlara bakarmış, kimileri seyretmek dahi istemezmiş, kimileri sadece izleyenmiş, kimileri sadece izleyen. Sahnede burası cehennem de üstad. Kimileri cennet de diyor. Ben de dedim. Yeni yıla girdiğim gece sonraki gün ve gece cennetin yeryüzüne inişiydi. Uslu ve dingindi ortalık. Hayal olamayacak kadar gerçekti. İnandım. Oradaydım. Bendim. An be an deneyimleyen özne. Ahh! Okyanus, ahh yıldızlar… Bu hayat ve ben, yorulmak bilmez sorular. İşte ben, uslanmaz haylaz.

SIKIŞIK HAYALLER

astral | 28 January 2010 14:31

Hiç yazamayacağını bildiği kitabın kapağı dahi hazırdır kafasında. Kolilerin fotoğrafı ve boş bir oda. Üzerinde ‘Sıkışık Hayaller’ini anlatacak teker teker. Geçip giden hayaller.

‘Bu kitap da onlardan biri, bu kitap da diğerleri gibi yazılmayacak’ dedi kadın; hem kitabından bahsederken, hem heycanlanmış halini hiç de saklamaya çalışmayarak… Keyifliydi bahsederken.

‘Bu yazıya tam bu isim olur’ dedim. İç’de kalmış bir kitap ismi. İç’de kalan hayaller. Hiç yazılmayacak ama birinin tüm ayrıntılarını bildiği ve ne kadar etkilense az olduğu; yazılmayacak kitabın adı.

KÖŞEDEKİ HAYAL

mavilikler | 27 January 2010 17:05

O, tam köşede duruyordu. Farkettiğimde, geri dönemeyeceğim bir noktadaydım. O da farketmişti beni çünkü. Eğer başka bir yöne bakıyor olsaydı, hiç düşünmeden sırtımı döner, hemen uzaklaşırdım. O kadar uzun zaman geçmişti ki yollarımız kesişmeyeli… Bir gün aniden karşıma çıkmasını beklediğim günler çok uzaktı artık.

Şimdi köşede, benim önünden geçmemi beklerken, hiç hayale benzemese de, en azından benim için ‘gerçek’ değildi. Benim karşılaşmak istediğim adamla, beş senelik koca bir yaşanmışlık girmişti arasına. Bu iki adam tıpatıp aynı görünüyor olsa da, onları ayıran koca bir fark vardı: Biri yabancıydı, biri sevdiğim…

bebegimin ilk yili 11-12 aylar

simsir tarak | 27 January 2010 13:44

bebeğimin ilk aylarını buradanokuyabilirsiniz.

11. Ayİşte korktuğum başıma geldi. Yardımcım, ben ve Emir, abisinin yatak örtüsünü değiştirirken şakalaşıp bebeklerin en sevdiği şey çarşaftan çadır yaparak Emir’le oynuyorduk. Tekrar işimize döndüğümüzde Emir kafasını abisinin masasının kenarına vurdu. Ve kaşı açıldı. Allahtan yardımcımız yanımızdaydı. Akan kana buzlu havluyla tampon yapar şekilde hastaneye gittik. Hastanede dikiş attılar, kafayı da tencere kapak şeklinde sararak bizi eve gönderdiler. Uykudan kalkınca o sargıyı başında tutmayacağı için eve gelirken hava geçiren bantlardan aldım. Tekrar pansuman yapıp bu bantlarla yapıştırdım. 7 gün sonra dikişlerimizi aldırdığımızda, korkularımın daha da artmasına rağmen kriz anında nasıl sakin kalabildiğimi ben de anlamamıştım.Bir çubuğa takılan renkli halkalar şimdi en favori oyuncağımız. Halkaları büyükten küçüğe dizebiliyor, sadece çubuğuna değil radyatör başlığına koltuk kenarlarına da takıyoruz. Halkaların renklerini tek tek söylüyorum fakat konuşma gelişmiyor. İşaret dilini kullanmaya başladı. Ya da kodluyor. Bizde bu kodları çözüyoruz.Televizyon kumandasına çok meraklı bizde kendimizinkini ona verip yeni aldık fakat bunun çalışmadığını fark ediyor. Yine bizimkinin peşine düşüyor o tarafa oyuncağını kaçırıyor. Sanki ona gidiyor gibi yapıp, kumandayı kapıp kaçıyor. Hem ağzına sokuyor hem televizyona tutuyor. Cep telefonları da aynı muameleyi görüyor.Tek eli ile her yerde ayakta durup diğer eli ile ortalığı karıştırabiliyor. Mama koltuğunda geniş nesneleri başının üstüne koyuyor “hadi siz bağırın” “ıh ıh” biz de hep bir ağızdan “Gevrek, gevrek var” diye bağırıyoruz evin dört bir yanından.İnşaat malzemeleri, temizlik malzemeleri yani sapı olup tutunabileceği, ayakta durup oynayabileceği materyallere çok meraklı. Ne bulursa ağzına götürme işi sınır tanımaz hale geldi, toprak taş, çamur… Her şey mutlaka ağza giriyor. Şunu bildiğim için rahatım solucan böcek gibi şeylerden tiksindiği için eline alamıyor dolayısıyla onlardan yediğini hiç görmedim. Kedi-köpek gibi hayvanları ben severim ancak elleyemem, tüyleri içimi ürpertir. Fakat Emir kedi-köpek ile ilgilendiğinde bu duygumu bastırıp onun ellemesine izin veriyorum. Eve geldiğimizde elini yüzünü sabunlamasını sağlıyorum.Diş çıkarma işi durdu hala 8 diş var boy 78 cm kilooo:14,5 bu gidiş gidiş değil.

işyerinde yabancılaşmak

cpgulen | 27 January 2010 12:14

İŞ YERİNDE YABANCILAŞMAK.

Ne garip değil mi insan insana her daim muhtaç;.aklıma takılan bir sorunu paylaşmak istedim.

Herkes çok iş değiştirmez fakat bazen şartlar gereği bunun yapılması kaçınılmaz olur.yıllarca çalıştığınız iş yeriniz değişmiş artık size aynı şevki vermiyordur.bunun sebeplerini sıralarsak dolu sorun sayabiliriz.ama iş yerine yabancılaşmak dersek …sanırım şöyle ifade edebilirim.yeni bir iş yerine girdiniz bu küçük ya da büyük diye fark etmez ,.yeni iş yeni iştir kişi sayısı önemli, değildir.sanırım her kişinin kimyası dediğimiz manyetik alanımızla da alakalı biraz.eğer orda kemikleşmiş kişiler var ve uzun süredir orda iseler sızı sevmezlerse,kimyanız tutmazsa,sizi kendilerine tehdit olarak algılıyorlarsa,çok yakışıklı ya da çok güzelsiniz,çok akıllı ve yaratıcı iseniz daha bunun gibi bir çok alternatif sayabiliriz sanırım.bu yüzden sizin iş yerinden kaçmanız ,çalışmamanız için her şeyi yaparlar aman dikkat eğer onlarla mücadeleye seçerseniz sizi, çok yıpratacaklar ve eğer karşı koyup direnirseniz de siz, siz olmaktan çıkacak onların yarattığı, bir insan ezen harcayan canavara dönüşeceksinizdir.aman dikkat sınırlarda durabilmek bu noktada sanırım çok önemli .birde sız orda ki kişilerle uyum sağlayamaz ör;.mesela kendi sosyal çevreniz farklı,ailevi yapılarınız çok uçlarda,eğitim seviyeleriniz çok farklılık gösteriyorsa yine bu iş yeri sizin yabancılaşmanız için yeterli potansiyelde demektir.

“Dişisine Kötü Davranan Tek Hayvan İnsanoğludur”: Jack London

24black mamba24 | 27 January 2010 11:30

Jack London
Jack London

San Francisco Körfezi’ne doğru yol alan “Razzle Dazzle” (ABD argosunda “Şaşırtıcı hareket” anlamındadır) adlı teknenin genç kaptanı bir eliyle dümeni tutarken öteki eliyle dizleri üzerindeki kalın kitabın sayfalarını çeviriyordu. Teknedeki büyük tahta kutularda gün boyu istiridye yataklarından çıkardığı ve kendisine üç aylık işçi ücreti denli gelir sağlayacak olan istiridyeler bulunuyordu.

Her an bir devriye botuyla karşılaşabilir ve kaçak avlanmakla suçlanarak hapsi boylayabilirdi. Fakat genç kaptanın çevreyi kollaması gereken bakışları daha çok kitap sayfalarında geziniyordu. Sahil polisinin baskını umrunda değildi; çünkü onlar için en büyük istiridyelerden oluşturduğu bir ikram tabağı hazırlamıştı bile… On yedi yaşına yeni girmiş olan kaptanın adı Jack London‘dı.

Jack London (1876-1916), yoksul bir ailenin çocuğu olarak San Francisc‘da dünyaya geldi. Anne ve babasının koyduğu “John” adını ilkokul sıralarında kendi isteğiyle “Jack” olarak değiştirdi. Sekiz yaşındayken eline ne geçerse okumaya başladı. Yoksulluktan üne ulaşanların ve uzun deniz yolculuklarına çıkanların öyküleri daha çok ilgisini çekiyordu.