bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

İKİ KİŞİLİK DÜNYA

admin | 12 February 2010 09:19

Bir yüzde anlamaya çalışıyordum dünyayı. O çizgilerde, çizgileri yaşayan bir yüze dönüştüren ifadelerde dünyanın tüm sokaklarını geziyordum teker teker.

Bu masada, sağıma denizi almış, sonsuzluğun nefesini duyarken yüzümde… Bir kez olsun bakmıyordum sağıma… Kendimi uçsuz bucaksız bir alanda bir zerre gibi hissedebilmek; bu zerreyi büyüten, ‘ben’ yapan herşeyden sıyrılıp, kendimden başka çok az şeye yer kalan bir dünyayı bu kez kendim olmadan, yeni baştan keşfedebilmek için… başka bir yol bulmuştum çünkü: Diğer masalardaki insanların denizde aradıklarını, ben bir yüzde bulmuştum.

Di’li Geçmiş Zamanlar..

admin | 11 February 2010 16:50

Mazi, geçmiş, hatıra, anı, bellek, di li geçmişler diyarına yolculuk yapan ben hancı; geçirdiğim di leri destanlaştıran ben yolcu, ‘flashback’ lerle senarist kıvamında yönetmene eşlik eden oyuncu. Velhasıl-ı kelâm sözcüğünü çok seven, evrende bir ivme yaratan benlik. Ne dersin böyle mi geçmeliydi zaman? Zamanın içine eden ben, zamanla oynaşan ben, (Hey sen de olabilirsin o ben.) zifr-i karanlığımın bilmecesi sen. Hoyratça savrulan di li geçmişlerimi anan ben. Yalnız ben miyim, sen olan bu diyarlardan hatrı sayılır adımlarını sayan?

Bulunduğun anın içine ederken di li geçmişler; hoş tutarsın kelâmlarını bir bir beyin zarına işlediğin o, o evet, o’larını.
“Boştu” dersin. Boştu, arkası tıka basa dolu penceremin önü. Baktım! Zamanın bana boş bıraktığı satırlara. Aldım kalemimi, yazdım boşluğa. Ben sana yetişemiyorum, ey zamanların di li geçmişi. İki kelime ile daha girişteyken ben, sen geliştirdin ve sonladın her anımın satırlarını.

gaipten masallar

admin | 11 February 2010 09:40

birrr, kapıyı çalarsam açma

Kımıldamaya bile cesaret edemiyordu. Nefesi, burnunun üzerine kadar çektiği yorganın altında bedenini daha da ısıtıyor, saçlarının terden ensesine yapıştığını hissediyordu. Yatağın ayak ucuna dikilmiş gözleri, az önce orada gördüğünü istem dışı tekrar görmeye çalışıyordu.

Benim dedem çiftçiydi. Gençken sabahları erkenden evden çıkar, 45 dakika kadar yürür, fındık bahçesine gidermiş. Akşam da havanın kararmasına yakın eve dönermiş. O sabah hava hafif soğuk, evden çıkarken anneannemin ördüğü hırkayı almış sırtına. Gündüz çıkarıp asmış fındık dalına, akşam eve dönerken de orada unutmuş. Yürürken soğuktan ürperince aklına gelmiş, hırkayı bahçede unuttuğu. Anneannem de nedense unuttu diye onu bir güzel paralamış. Üzülmüş dedem… Erkenden yatmış. Gece geç saatte, üzerinde bir baskıyla uyanmış. Konuşamamış. Bir güç kaldırmış onu yataktan, ayakları yere basmadan ilerlemiş dedem. Kapı açılmış kendi kendine. Sonra yükselmiş, sabahları yürüdüğü patika yolların üzerinden ilerlemeye başlamış. Bahçeye ulaşmış, hırkayı astığı yere gelmiş. İndirmiş güç onu aşağıya. Tam hırkaya uzanacakken, hırka bir anda sanki görünmeyen bir el tarafından tutulup önünden çekilmiş ve ters yüz edilerek başka bir dala asılmış. Bu esnada içinden kocaman bir örümcek düşmüş yere. Sonra hırka gelmiş sırtına yerleşmiş dedemin. Güç onu tekrar kaldırmış, eve, yatağına kadar getirip bırakmış. Yatağa yerleşince, üstünde hırkayla dedemi heyecan basmış. Kalkmış ayağa, dışarı çıkıp hamağa uzanmış. Sallana sallana uyuyakalmış orada. Sabah anneannemin bağırmasıyla uyanmış; “Deli adam, gecenin köründe ne diye gidip alırsın hırkayı?!” Dedem birşey diyememiş.

ERNST BARLACH: Bir dışavurumcu

admin | 10 February 2010 16:16

ERNST BARLACH (1870-1938)
ERNST BARLACH (1870-1938) “Modern Çağın Heykeltıraşı”

19. yüzyılın sonunda, dünyanın ve özellikle Avrupa’nın ekonomi, politik ve sosyal boyuttaki hızlı temposuna ayak uydurmaya çalışan insanlar yeni yaşam koşullarını yaratmaya çabalarken dünyaya geldi Ernst Barlach. Devrimler yaratan bilimsel buluşlar, savaşları ve daha fazla hırsı doğurdu bünyesinde.

Barlach tüm bunlara uyum sağlayamadı. Bu büyük değişim yaşanırken, l. Dünya Savaşı‘nın gölgesinde, yaşamak dışında hiçbir kaygısı bulunmayan yalın ve doğal insanlarla buluştu. Onları anlamaya çalışırken, daha iyi bir dünyanın mümkün olabileceğine inandı, onun hayalini taşıdı ve eserlerine inancını taşıdı.

ll. Dünya Savaşı arifesinde ve sırasında bu düşünceleri sansürlendi. 1933 yılından itibaren eserleri arasında yer alan büyük anıtlar ya kaldırıldı ya da yıkıldı, müze ve galerilerdeki yüzlerce eserine el kondu, sanatçının kendisine de “yozlaşmış” damgası vuruldu ve dışlandı.

Ernst Barlach, hayatı boyunca basit ve gündelik yaşamdan dem vurdu. İçki içen, dua eden insanları, peygamberleri, konuşmayan hep suskun kalan insanları, arayış içindeki figürleri, her daim endişelileri, tembelleri, çalışkanları, dans edenleri kısaca tüm insanları anlattı eserlerinde. Alman ekspresyonizminin en tanınmış sanatçısıydı Ernst Barlach.

teselli

admin | 10 February 2010 13:17

http1.bp.blogspot.com
http1.bp.blogspot.com

Bir aydır içini rahat tut, birşey çıkmayacak diyordum. İçim de rahattı gerçekten.

İş sonrası telefonumu açtım. Sesli mesaj. Arkadaşım. Hiç beklemediğim bir cümle, beklemediklerim… Sanıyorum ki, özledim, görüşelim diyecek. Ben de mutlu olacağım.

‘Tahlil sonuçlarım çıktı bugün. Olumsuz. Hemen ameliyat dediler. Pazatesi sabah ameliyat oluyorum. Haber vereyim dedim. Öpüyorum.’

topraklanıyorum

admin | 10 February 2010 11:35

Topraklanmak önemli mevzu. Merkezlenmek. Gaia’nın köküne tohumlarımı bırakacağım, gitmeden önce. Karar vermiştim, heves geldi şimdiyse. Duanın çok etkisi var tabii.

Sabah ıslanan yüzümü yağmurun altında hissettim, Tanrıyı hissettim, şükrettim, bininci kez.

Yıllardır sordum neden varım, niye, neden, yaşam niye, neden bu hikaye, niye bu sorumluluk? Bıla bıla; buldum! Şükür. Rüzgarın esmesini tenimde hissetmek ve üşüsede ayaklarım bir kış gününde ayaklarımının üşüdüğünü dahi hissedebilmek içinburadayım. Buradayım. Daha ötesi yok. Anlam burada.

mutlu eden şarkılar

admin | 10 February 2010 10:54

Geçen gün günün tüm yorgunluğunun üstüne otobüsü kaçırıp bir sonrakini bir saate yakın bir süre bekleyince sinirli ve mutsuz bir ruh haline bürünmüştüm. Melih Gökçek’e içimden etmediğim küfür kalmamıştı ve küfür etmenin hiçbir faydası olmadığını düşündükçe daha da kötü hissediyordum. Nihayet otobüs geldiğinde ise her zamanki gibi ağzına kadar doluydu. Hem de hani şu çoktan tedavülden kalkması gereken, Nuh devrinden kalma otobüslerden biriydi…

En azından gürültüyü engeller düşüncesiyle müzik çalarımı çıkardım ve dinlemeye başladım. Farkına varmadan öyle rahatlatıcı ve mutlu edici şarkılar koymuşum ki içine, birden bir ferahladım, iyi hissetmeye başladım kendimi. Hatta kendi kendime sırıttım şarkıları dinlerken. Belki bunlardan biri sizi de mutlu eder diye, paylaşmak istiyorum beni mutlu eden şarkıları:

Beth Gibbons
Beth Gibbons

*Mysteries- Beth Gibbons: Rüzgâr sesleri ve klasik gitar arpejiyle başlayan şarkının sözlerini gözünüzde canlandırdığınızda bir yaşama sevinci, bir şükran duygusu ile doluyor insan. Şarkının kendisini de anlatabilecek en güzel kelime huzur olmalı.
Tanrı biliyor yaşama nasıl hayranım (God knows how I adore life)
Rüzgar kıyılara vurduğunda başka bir gün başlar (When the wind turns on the shore lies another day )
ve ben daha fazlasını isteyemem( I cannot ask for more… )Ah aşkın gizemleri… Savaşın olmadığı zaman, ben hep orada olurum… (Oh mysteries of love, when war is no more/ I’ll be there anytime)

TEK SUÇUM DEHŞET SAÇMAK

admin | 10 February 2010 09:27

“Tek suçum alkol almak!..” diye bağırıyor kadın avaz avaz. Gecenin bir yarısı… Görüntüde ön kapısı açık bir araba… Arabanın hemen yanında iki polis… Ve onların az ilerisinde o kadın… Şık giyimli, bakımlı, genç bir kadın… Modern dünyanın kadını… Gazetedeki küçük bir resimden bile o dünyayı bize taşıyabilecek kadar haykırıyor herşeyiyle, ait olduğu o yeri.

Arabasının yanındaki polislerin asla ait olamayacağı o yerden tüm o kibriyle bas bas bağırıyor. “Siz kimsiniz?!” dercesine… Alkolden birbirine geçen dili damağı, neyse ki sözlerinin gerisindeki bu küçümseme ifadesinin belirginleşmesini önlüyor. Alkol, kadının kendisi gibi kelimelerini de yalpalatıyor, gülünç anlamlara sokuyor. Bu şık giyimli, modern dünya kadını her saniye daha artan küstahlığıyla; annesinin giysilerini giymiş, büyük olma provası yapan küçük kızlara benziyor.