bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Hakim-Savcı Yasası Yürürlükte

xvolvox | 05 December 2007 08:16

Üzerinde çok tartışmaların yapıldığı “hakim ve savcıların mülakata tabi tutularak işe alınmasını” öngören yasa Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.Bu yasaya göre 5 yıl avukatlık yapmış ve 35 yaşını doldurmamış kişiler ÖSYM’nin yazılı sınavına ve Adalet Bakanlığı’nın yapacağı mülakatla hakimlik ve savcılık mesleğine kabul edilebilecekler.
Haberin devamı…

Umke Nedir ?

CMP2 | 04 December 2007 22:11

http://www.turkacil.com/haber_detay.asp?haberID=35

Ömrümün isyankâr kekeme zamanlarına

plakton | 04 December 2007 17:43

Yazılabilecek ne kaldı, sensizlik için… Anlatılacak ne kaldı çaresizlik için. Kim ne söyleyebilir artık unutulamayan için. Kim geri verebilir ki kayıp zamanı…

Akıl erdiremiyorum artık bu hayatın umutsuz çöküşüne. Hazanda geleceğim deyip gelmeyen gezginine. Benim isyanım sakin imbatın hırçın poyraza çevrilişine. Benim isyanım senin gelmeyişine…

İsyanım kahrolası kapıdan hep anahtarla girmeme. Karanlığın gelmemden biraz önce çökmesine. Denizin üstünde yakamozun seni resmetmesine. Pes artık be. Tek âşık ben miyim bu körfezde?

İşte bu da bölücüktür

neoturk | 04 December 2007 16:59

Kardeşimle aramı bozmaya çalışma !
Kardeşimle aramı bozmaya çalışma !

Türksolu dergisinin 164. sayısında kapak konusu olan “Alışverişimi Türk’ten yapıyorum param Pkk’ya gitmiyor” adlı kampanya toplumda infial uyandırdı. Bu yazıyı kaleme alan ve kampanya yöneticisi olduğunu tahmin ettiğim Kaya Ataberk amacına ulaşmış oldu. Artık dipsiz bir kuyuya dönen ülke gündemimize bir taşta kendisi bıraktı.
Bu yazıyı yazmasının ve kampanyayı başlatmasının sebebi Pkk para ve finans kaynaklarını kurutmak (acaba ?) ve sonunda ülke bütünlüğünü sağlamak , (varılmak istenen hedef buysa )
Kampanyanın ucunun nerelere dokunduğunu kendisi kestiremese de onun iplerini elinde bulunduranlar bunu gayet iyi biliyorlar. PKK nın dört koldan sıkıştığı , hatta kendine Ermenistandan yer beğenmeye kalktığı bir dönemde. Türkler ve Kürtler arasına nifak tohumlarını istediği gibi ekemeyen PKK nın işini sağolsun xxxSolu dergisi (Türk adını lekeliyor), PKK nın yerine bunu bir güzel yapmaya soyunmuş.
Devletimizin Savcılarını vazifelerini yerine getirmeye davet ediyorum.
1. Kampanya da izinsiz Türk bayrağı kullanımı
2. Vatandaşları etnik kimliğe ayırma suçlarından

Bu derginin zaten şaştığım 164. sayısına kadar nasıl ulaştığıdır. Bırakın kendi çağlarında eğlensinler diyerekten mi dokunulmuyor ?. Bu dergiyi kim finanse ediyor ?. Hatırlanacağı gibi nokta dergisi bir yayını gerekçe gösterilerek apar topar kapatılmıştı.
Birilerinin kalkanı din olduğu gibi , kendini Atatürkçülük kisvesi altında ortaya koymaları bu xxxsolu camiasına doğal bir kalkan mı olmaktadır ?.
Sağduyulu her Türk vatandaşının bu provakasyon ve kıştırtmaya gelmeyeceğine eminim , bizim sadece kendi içimizdeki insanlarla değil dünyanın her yerindeki toplumlarla o kadar sıkı ticaret ilişkimiz olmalı ki bu ilişkiler insanların kardeşliğini , toplumların birlikteliğini doğursun benim bildiğim sol düşünce budur. Bana kimse xxxsolu dergisini solcu ve Atatürkçü diye yutturmasın…Solcular Faşist , Milliyetçiler şoven olmuş!

BİR TANIK VE BİR SANIK;KALP VE AKIL

gayei hayal | 04 December 2007 16:16

BİR TANIK VE BİR SANIK; AKIL VE KALP
…yine tartışmışlardı ve yine aynı konu… Neydi bu kalbin bu akıldan çektiği; her fırsatta onu bütün işlerine duygusallık karıştırmakla suçluyor, senin yüzünden ben de çekiyorum diyor ve son hep aynı bitiyordu, akıl kapıyı çarpıp gidiyordu… Bu sefer de yüzüne çarpılan kapı sonrası kalp ağlıyordu. Sanki görevi ağlamakmış gibi ha bire ağlıyordu, akıl haklımıydı ki acaba, gerçekten kalp olur olmaz işlerde de ön plana mı koyuyordu duygularını… Biraz sakinleştikten sonra konuşmak için akıla gitmeğe karar verdi kalp. Tereddütlüydü oldukça, acaba derdini anlata bilecek miydi bu sefer. Ama çok da kararlıydı içinden gelenleri söylemeye. Bir de teşekkür borcu olduğunu düşünüyordu akıla. Giderken aynı zamanda söyleyeceklerini de düşünüyordu. Anlatacaklarını toparlaya bilmek için sanki yolu uzatmak istiyor gibi ağır – ağır atıyordu adımlarını. Ağlamaklıydı, dolmuştu yine gözleri yaşla ve kırpmamak için zor tutuyordu kendini. İkna edebilmek için güçlü görünmeliydi akıla. Bu son fırsatı olabilirdi, atışları bir fırsat daha vermeye bilirdi ona. Ve son kez kendini toparladıktan sonra kapıyı hafif – hafif tıklattı… Kapı çalar çalmaz, akıl hemen ‘gel’ diye seslendi. Sanki kalbi bekliyormuş gibi hazırdı ‘gel’ demeye. Eliyle işaret ederek kalbe oturacak bir yer gösterirken sanki yakınına oturmasını ister gibiydi, gösterdiği yer sol yanıydı. Çünkü alışmıştı onu hep sol tarafta görmeğe. Ve söze her zamanki gibi akıl başladı:
– Buyur, seni dinliyorum… Aslında anlatacaklarını biliyorum ya…
– Evet, anlatacaklarımı bilme konusunda haklı olabilirsin ama her seferinde ya benim hıçkırıklarımla ya da senin bağırmalarınla kesilen atışlarım yüzünden anlatamadım anlatmak istediğim her şeyi.
– Kararlısın yani bu sefer!
– Eh, sen de izin verirsen bir defalığına da olsun sözlerimi bitirmeden hıçkırıklara boğulmayacağıma dair söz verdim kendime.
– İyi, ben de söz veriyorum atışlarına engel olmayacağıma, bir defalığına da olsa…
– Başlarını biliyorsun zaten, hatta onu bana sen göstermiştin. Sen ilk görüşte ben de ilk hissedişte âşık olmuştuk ona. Uzun – uzun anlatmıştık birbirimize, bıkmadan, usanmadan. Aynı hikâyeyi defalarca, farklı cümlelerle süsleyip – süsleyip konuşurduk saatlerce, günlerce, aylarca ve derken yıllarca, ta ki sen pes edinceye kadar. Merak ederdik hep sen onun gözlerini ben de kalbini, acaba onlar da bizi fark ettiler mi diye. Sonra da sen beni ben de seni, karşılıklı teselli ederdik birbirimizi. Beraber mahcubane bir tavırla yazdığımız ama bir türlü veremediğimiz o küçücük mektubu saklarım hala.Kalp, bir eliyle gözyaşlarını silerken bir eliyle de cebindeki mektubu akıla uzattı ve sözlerine devam etti:
– Ara sıra açar okur, bu mektuptan sonra yaşananları düşünür ve o ilk günlerdeki safiyeti özlerim aniden. Ve kendimi deniz sahilinde dalgaları izlerken bulurum her seferinde. Dalgalara katarım içimdeki sıkıntıları her sahile çarpıp dönüşlerinde. Topraktan altını ayırır gibi ben de aşkın safiyetini yaşananlardan ayırmaya çalışırım.
– Bu kısmını iyi bilirim, maalesef bu kısımlarda ben de devreye girerim çünkü. Ne de olsa ben de bir görgü tanığı sayılırım.
– Evet, sen görgü tanığı bense gönül sanığı… Aşkın avukatlığını yaparken, sanık kürsüsünde buldum kendimi. Sanık olmanın sonrası değil de öncesi öldürüyor işte beni. Sonrası hapis, öncesi ayrılık. Suçumsa, sevmek…
– Ve bütün bunlara rağmen benim unut dememi kınıyorsun hala!
– Ama unutmak senin işin benim öyle bir yetim yok ki. Olmasını da istemezdim zaten. Unuta bilseydim eğer, her ay ilk buluşmamızın hatırına aynı saatte, aynı yere gidip, aynı masaya oturmak için ısrar eder ve sonunda ikna eder miydim seni?
– Yaa, bir de oralara götürdün ya beni boşu boşuna tam altı ay…
– Boşuna deme ne olur, kalbime dokunuyor… Zaten sonunda istediğin olmuş sen unutmuştun. Ben de sana ikna olmuş gibi gözüksem de aslında hiç unutmamıştım, unutamamıştım. Artık onun gözleri başkasını görüyor, kalbi de başkası için atıyordu ama, ama içimdeki susmayan bir ses hep, sanki, ‘bir gün’ diye haykırıyordu. Sana inanmadığım gibi onu kaybedişime de inanmamıştım veya inanmak istemiyor ve kendimi buna zorluyordum. Artık hayattan işaret bekliyordum hep. Ne yöne olursa olsun, bir işaret işte. Kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi gibi olmuştum sanki unutmak için uğraşıyor ama bir taraftan unutmak da istemiyordum…

Akıl gecenin karanlığını bozan ay ışığında parlayan ıslak gözlerini kaçırmaya çalışıyordu kalpten. Kalpse sadece hıçkırıklara boğulmamaya söz verdiyi için ağlayışını saklamaya çalışmıyordu bile. Titreyen sesi buna izin vermezdi de zaten… Söze akıl devam etti: