bildirgec.org

gayei hayal

11 yıl önce üye olmuş, 3 yazı yazmış. 13 yorum yazmış.

BİR TANIK VE BİR SANIK;KALP VE AKIL

gayei hayal | 04 December 2007 16:16

BİR TANIK VE BİR SANIK; AKIL VE KALP
…yine tartışmışlardı ve yine aynı konu… Neydi bu kalbin bu akıldan çektiği; her fırsatta onu bütün işlerine duygusallık karıştırmakla suçluyor, senin yüzünden ben de çekiyorum diyor ve son hep aynı bitiyordu, akıl kapıyı çarpıp gidiyordu… Bu sefer de yüzüne çarpılan kapı sonrası kalp ağlıyordu. Sanki görevi ağlamakmış gibi ha bire ağlıyordu, akıl haklımıydı ki acaba, gerçekten kalp olur olmaz işlerde de ön plana mı koyuyordu duygularını… Biraz sakinleştikten sonra konuşmak için akıla gitmeğe karar verdi kalp. Tereddütlüydü oldukça, acaba derdini anlata bilecek miydi bu sefer. Ama çok da kararlıydı içinden gelenleri söylemeye. Bir de teşekkür borcu olduğunu düşünüyordu akıla. Giderken aynı zamanda söyleyeceklerini de düşünüyordu. Anlatacaklarını toparlaya bilmek için sanki yolu uzatmak istiyor gibi ağır – ağır atıyordu adımlarını. Ağlamaklıydı, dolmuştu yine gözleri yaşla ve kırpmamak için zor tutuyordu kendini. İkna edebilmek için güçlü görünmeliydi akıla. Bu son fırsatı olabilirdi, atışları bir fırsat daha vermeye bilirdi ona. Ve son kez kendini toparladıktan sonra kapıyı hafif – hafif tıklattı… Kapı çalar çalmaz, akıl hemen ‘gel’ diye seslendi. Sanki kalbi bekliyormuş gibi hazırdı ‘gel’ demeye. Eliyle işaret ederek kalbe oturacak bir yer gösterirken sanki yakınına oturmasını ister gibiydi, gösterdiği yer sol yanıydı. Çünkü alışmıştı onu hep sol tarafta görmeğe. Ve söze her zamanki gibi akıl başladı:
– Buyur, seni dinliyorum… Aslında anlatacaklarını biliyorum ya…
– Evet, anlatacaklarımı bilme konusunda haklı olabilirsin ama her seferinde ya benim hıçkırıklarımla ya da senin bağırmalarınla kesilen atışlarım yüzünden anlatamadım anlatmak istediğim her şeyi.
– Kararlısın yani bu sefer!
– Eh, sen de izin verirsen bir defalığına da olsun sözlerimi bitirmeden hıçkırıklara boğulmayacağıma dair söz verdim kendime.
– İyi, ben de söz veriyorum atışlarına engel olmayacağıma, bir defalığına da olsa…
– Başlarını biliyorsun zaten, hatta onu bana sen göstermiştin. Sen ilk görüşte ben de ilk hissedişte âşık olmuştuk ona. Uzun – uzun anlatmıştık birbirimize, bıkmadan, usanmadan. Aynı hikâyeyi defalarca, farklı cümlelerle süsleyip – süsleyip konuşurduk saatlerce, günlerce, aylarca ve derken yıllarca, ta ki sen pes edinceye kadar. Merak ederdik hep sen onun gözlerini ben de kalbini, acaba onlar da bizi fark ettiler mi diye. Sonra da sen beni ben de seni, karşılıklı teselli ederdik birbirimizi. Beraber mahcubane bir tavırla yazdığımız ama bir türlü veremediğimiz o küçücük mektubu saklarım hala.Kalp, bir eliyle gözyaşlarını silerken bir eliyle de cebindeki mektubu akıla uzattı ve sözlerine devam etti:
– Ara sıra açar okur, bu mektuptan sonra yaşananları düşünür ve o ilk günlerdeki safiyeti özlerim aniden. Ve kendimi deniz sahilinde dalgaları izlerken bulurum her seferinde. Dalgalara katarım içimdeki sıkıntıları her sahile çarpıp dönüşlerinde. Topraktan altını ayırır gibi ben de aşkın safiyetini yaşananlardan ayırmaya çalışırım.
– Bu kısmını iyi bilirim, maalesef bu kısımlarda ben de devreye girerim çünkü. Ne de olsa ben de bir görgü tanığı sayılırım.
– Evet, sen görgü tanığı bense gönül sanığı… Aşkın avukatlığını yaparken, sanık kürsüsünde buldum kendimi. Sanık olmanın sonrası değil de öncesi öldürüyor işte beni. Sonrası hapis, öncesi ayrılık. Suçumsa, sevmek…
– Ve bütün bunlara rağmen benim unut dememi kınıyorsun hala!
– Ama unutmak senin işin benim öyle bir yetim yok ki. Olmasını da istemezdim zaten. Unuta bilseydim eğer, her ay ilk buluşmamızın hatırına aynı saatte, aynı yere gidip, aynı masaya oturmak için ısrar eder ve sonunda ikna eder miydim seni?
– Yaa, bir de oralara götürdün ya beni boşu boşuna tam altı ay…
– Boşuna deme ne olur, kalbime dokunuyor… Zaten sonunda istediğin olmuş sen unutmuştun. Ben de sana ikna olmuş gibi gözüksem de aslında hiç unutmamıştım, unutamamıştım. Artık onun gözleri başkasını görüyor, kalbi de başkası için atıyordu ama, ama içimdeki susmayan bir ses hep, sanki, ‘bir gün’ diye haykırıyordu. Sana inanmadığım gibi onu kaybedişime de inanmamıştım veya inanmak istemiyor ve kendimi buna zorluyordum. Artık hayattan işaret bekliyordum hep. Ne yöne olursa olsun, bir işaret işte. Kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi gibi olmuştum sanki unutmak için uğraşıyor ama bir taraftan unutmak da istemiyordum…

Akıl gecenin karanlığını bozan ay ışığında parlayan ıslak gözlerini kaçırmaya çalışıyordu kalpten. Kalpse sadece hıçkırıklara boğulmamaya söz verdiyi için ağlayışını saklamaya çalışmıyordu bile. Titreyen sesi buna izin vermezdi de zaten… Söze akıl devam etti:

gözyaşı

gayei hayal | 27 November 2007 23:52

GÖZYAŞI

Silmiyorum artık akan gözyaşlarımı,
Niye sileyim ki,dindiriyor acılarımı.

Ne kadar sadık bir dostmuş gözyaşı,
Sensizliği yaşarken anladım bunu.
Zonklayınca insanın şakağı,başı.
Ne sen yetiştin imdadıma ne sabır taşı.
Silmiyorum artık akan gözyaşlarımı,
Sokaklarda,caddelerde ağlıyorum doyasıya.
Sokağa inat,gölgelere inat,kaldırımlara inat,
Görmedi böyle bir yaş,ne Mecnun ne de Ferhat.
Mecnun sevemez Leyla’yı,benim seni sevdiğim kadar,
Ferhat sevemez Şirin’i,benim seni sevdiğim kadar,
Fakat Leyla da,Şirin de sevdi onları senin beni sevmediğin kadar.
Silmiyorum artık akan gözyaşlarımı,
Niye sileyim ki,dindiriyor acılarımı.

yalancı papatya

gayei hayal | 27 November 2007 23:24

YALANCI PAPATYA

Adı çıkmış papatyanın bir kere,
Düşman olmuş seven kız ve erlere.
Papatya sen gözükme bu gözlere,
Ah papatya adın çıkmış bir kere.

Yalanın adı sende özü ise beşerde,
Sevdiğini söyleyen tutmaz elini şerde.
Ah papatya sevgi dolu yeşer de,
Öğrensin sevmeyi, sevemeyen beşer de.

İnsanlar gönül tartar senin taç yaprağınla,
Sevgileri denk değil, taşınla toprağınla.
Sevgi arar dururlar, gündüzler elde mumla,
Bulamayınca onu, dikerler iki kukla.

Ne oldu ki sevgiye, oyun oldu dünyaya,
Değerini kaybetti, döndü paslı hurdaya.
Yer yok artık kalplerde dağlar delen sevdaya,
Suçlusu da sen oldun, sen garibim papatya.