bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

şiir ağrıyor

dasein | 08 January 2008 13:56

Tüm bu yaşanmışlıklar başımı ağrıtıyordu.
Çekilip, gerilse.
Geriye kalmayacak denli kalındır yaşam delikleri.
Bir yazarın demedikleri için.
Kalbimiz tutulacak.
Turuncu defter kalıntıları arasında bir tutamlık özveri için
Yılmamak ve ezberlenmek için
Yenilmemek.
Ve ezilmek gerekecektir.

özkara siyah

dasein | 08 January 2008 12:32

Her şey ne çok anlamsızdı.
Anlamlı bir yanı kalmayıncaya kadar yaşamak mıydı hayat. Hayır diyebilmekti. Ağza geldiğince. Sararmalı güz, sararmalı gök.
Kırmızı yola düşmeli.
YİNE, yapmadım demeli.
Yine, kar düşmedi payıma.
Yine, bir ağırlıktır yaşam.
Siyah bir duvara CHE posterlemek, siyah ve özsiyah bakmak yaşama.
Yemeği yenir sözcükleri eklemek.
Eklenmek yaşama ve sınırsızca üretmek.
Sınırsızca yarım ay olmak. Ay-lanmak ve güneşi doğurmak. Doğduğuna inkar bırakmak. Bıraktığınca çözülmek ve üzüşmek ve neyi, niye kondurduğunun harfine yakalanmak. Yanmak ve tekrar üzülmek. Üzüldüğüne üzülmek. Hep aynı harften başlamak hayata. Kahvaltıda hep aynı cümlelerde düğümlenmek. Hep aynı yalnızlığı taşımak. Hep aynı duvara bakmanın ikincil bir gerekliliği. Hep aynı manşette tıkanmak . kimsin ya da nesin. Hep aynısın ve yalanının içini dolduruşa getiriyorsun.

Kızılderilinin uyanışı…

cemazulevvel | 08 January 2008 09:56

Oturan Boğa
Oturan Boğa

Kristof Colomb’un keşfettiği, America Vespuci’nin isim babası olduğu yeni kıtaya ayak basanların, ilkin İspanyolların, ardından Fransızların, Hollandalıların, İngilizlerin, ya da tekmiline birden verilen ismiyle Beyaz Adamların bu topraklarIN kavimlerine yaşattıkları hepimizin malumudur. Ölümler, sürgünler, işkenceler…

Bu vahşetten payını alanların başında da Kızılderililer gelmiştir. At üstündeki hünerlerinin mitralyözler karşısında bir işe yaramadığı, ilkel silahlarının çaresiz kaldığı, ve hatta mücadelenin intihara eşdeğer sayıldığı bir soy kırım… Fakat acıklı olan bu söylediklerim değil aslında. Ölüm elbetteki üzücüdür. Hele ki böylesi… Sürgünler ya da katliamlar da öyle… Ama daha da önemli bir şey var. O da özgürlüklerine bu kadar düşkün olan bir milletin zaman içerisinde böylesine susturulması, sindirilmesi… Üzücü olan, zamanında, esareti kabullenemedikleri için bile bile ölüme koşan bu insanların torunlarının kendi topraklarında üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görmeyi kabul etmeleri. Daha doğrusu bu Aralık ayına kadar böyleydi. Aralık 2007 de Lakota kabilesinin reisi Russel Means “Biz artık ABD vatandaşı değiliz ve bizim toprağımızın yer aldığı 5 eyalette yaşamak isteyenler bize katılmakta özgürler” diye bir beyanat verdi. Lakota kabile yetkililerinden oluşan bir heyetin ABD dışişleri bakanlığına gönderdiği mesajda Amerikan hükümetiyle daha öncesinde imzalanmış olan antlaşmalardan tek taraflı olarak çekildiklerini açıkladılar. Bu belkide bir özgürlük bildirgesi değil, hatta bir manifesto bile sayılmaz, ama ben yine de yüzyıllardır ezilmiş bir toplumun uyanışı olarak kabullenmek istiyorum ve Hoşgeldin Oturan Boğa diyorum… Hoşgeldin…

Hayatımı seninle aldattım…

arseli33 | 08 January 2008 09:16

Zamanların hangisindeyim bilemiyorum.Adlandıramadığım bir sürü yitik duygu var omuzlarımda.Kim olduklarını, neden geldiklerini anlayamadığım bir çok insan..Tüm reddedişlerime şiddetle karşı koymaya çalışan feri sönmüş gözlerin hayali karşımda.İçimde, öldüremediğim sen…
Hıçkırıklara boğularak ağladığım gecelere inat, dudağımda sahte bir tebessüm.
Aldığım nefesin bile sebebi senken, içinde senin olmadığın bir hayat beni cezbetmezken, sana ait bir ruhla bana acı veren aşkından uzaklaşabilmek için başka başka insanlara açtım yüreğimi.Tükenen yüreğime yazdım ölümün güncesini…
Oysa hiçbiri sana benzemiyordu, hep eksikti yaşanılanlar, hep kusurluydu.Kırık dökükte olsa umutlar özlemler daha ağır basardı bedenimde.Seni özlediğim zamanlar onlara sığınıyor, bana kendimi değersiz hissettiren aşkının yaralarını onlarda sarmaya çalışıyordum.Rumumu öldürüyordum, seni içimde yok etmeye çalışıyordum, her biri için farklı farklı kimliklere bürünüyordum, yalanlarla süslüyordum canımı yakan aşkını.
Bana bağlanan masum aşkları, seninle aldatıyordum.Ruhunu, bedenini başka kadınlara sunduktan sonra, kirlenen sevgini onların tertemiz duygularıyla örtüyordum.Acımasızlığı, bencilliği ve sevgisizliği senin ellerin koymuştu avuçlarıma. Aşkından çıldırmak üzere olduğum anlarda ” bana ait bir kalple, başka kadınlarla uyuduğun geceleri” düşünüp sırtımı dönmüştüm tüm insancıl duygulara.
Bir nebze olsun acımı hafifletebilmek için sarıldığım tüm sahipsiz bedenlerin, ruhunu esir almıştı yüreğim.Umutsuzca çırpınan kalplerin dilsiz kalmış yalnızlığında, varlığın bir çember örüyordu etrafıma.
Başka hayatlarda, başka ilişkilerde seni unutmaya çalışırken, en ağır ihanetleri sığdırdım içime.Senin bir başkasıyla birleştirdiğin hayatına uzaktan bakarak, hasretin o derin sancısına sarılarak uyumayı da öğrendim.Hasretin dayanılmaz olduğu anlarda, o tarifsiz ağrıyı uyuşturabilmek için kadınlık onurumdan vazgeçip, bencilce sarılıp uyudum başka bir bedene.
İhanetler, yalnızlıklar, hoyratlıklar elini kolunu sallaya sallaya gezerken aramızda hep karanlık, hep koskoca bir boşluk, kaybetmenin verdiği acı, hatırlamaya bile dayanamadığım yanılgılar ilişti yamacıma.Ve hayatı bitirdiğim yerde yine sen çıktın karşıma…