bildirgec.org

tembellik hakkında tüm yazılar

Bazen hayat sizden ruhunuzu ister , benim cevabım hayır…

firatocal | 03 August 2010 09:33

tatil tam benlik bir kavram… bunu şu satırları yazdığım yazlığımdaki aylak ehli keyf hali içinde çok daha iyi anlıyorum…

tembelliğin uzuuuun uzuuuun felsefesini yapabilirim ama o kadar uzatmayacağım… bana hs tembellik üzerine kısacıkötesi bir yazı olacak…

çünkü burada geçirdiğim her dakika ve saat hissettiklerimi çok daha iyi anlayabiliyor ve aslında neyi istdiğimi çok daha iyi ifade edebilir hale geliyorum…

tembellik hakkımı istiyorum.. aynen Paul watlavscik gibi… çalışmanın en ulu din olarak tabulaştırıldığı günümüz kpitalist dünyası içinde kim olduğumuzu , nereden geldiğimizi ve nereye gittiğimizi unutmuş bir halde yaşıyoruz , onca kan ter ve meşgulyet içerisine batıp çıkmış zavallı hayatlarımızı..

Vadedilen Zenginlik (Bir Doğu Masalı)

turritopsis | 30 July 2010 16:51

Çok eski zamanlarda bir çinli yaşarmış. Küçükken 36 yaşında çok zengin olacağı kehanet edilmiş. Velileri çok sevinmiş ve bu haberi etrafa anlatmışlar. Tüm köy bu çocuk için mutlu olmuş. Çocuğun ailesi bahçivanmış, ancak bu çocuk aile mesleğine devam etmek ya da farklı birşeyler öğrenmek istememiş. Ne gereği var? Nasılsa zengin olacakmış.
Böylece, ailesinin himayesi altında yaşamını sürdürmüş. Bir gün ailesi vefat etmiş, adam da evini ve bahçesini satmış. Köyün dışındaki küçük bir kulübede yaşamaya başlamış. Komşuları acıdıkları için bu adama yemek verirlermiş. Zaman geçmiş, adam 36 yaşına basmış, ancak vadedilen zenginlik ortada yokmuş. Etrafında adamın bu haline acıyan kimse de kalmamış.
Adam ormana gitmiş, çilek toplayacakmış, bulamamış. Evine dönerken bir çukura düşmüş. Merdiven yapıp dışarı çıkması lazımmış, o da üşeniyormuş, yanından geçen köylüler onu çıkarıncaya kadar o çukurda oturmuş. Sonra kulübesine dönmüş ve ölmüş.
Çinli göğe yükseldikten sonra Tanrılara şikayete gitmiş. Nasıl olur? Vadedilmişti. Zenginlik nerede? Herkes telaşa kapılmış. Kader kitabına bakmışlar. Gerçekten de, çinliye 36 yaşında zenginlik gelecekmiş. Sorunu araştırmaya başlamışlar. Altın bekçisini sorguya çekmişler. O da:
– Nasıl mı olur? Zenginlikle ilgili bir sıkıntı yok. Alıcıda bir sorun var. Zenginliği alma zamanı geldiğinde, bu adamı bahçivanların arasında aramaya başladık. Aradık, aradık, bulamadık. Ailesinin evine baktık, yabancı insanlar oturuyordu. Tüm bölgeyi taradık, yoktu. En son tesadüfen ormanda bulduk. Zenginliği yolunun üstündeki çukura yerleştirdik, sadece önündeki toprağı biraz eşecekti. Yine olmadı. Sonra adamı kulübesinde bulduk, zenginliği de kafasına düşürecektik, çok zayıftı, öleceğinden korktuk. Bir de, ne görelim, kendisi ölmüş…

Kaynak için buraya bakabilirsiniz.

Tembelliğin Psikolojisine Dair…

turritopsis | 30 July 2010 14:41

Tembellik, değerler sisteminde pek olumlu karşılanmayan bir durumdur. Tembellik, çalışma isteğinin olmaması, işten, çalışmaktan, meşgaleden tiksinme, sürekli dinlenmeye ve asalak yaşam biçimine olan eğilim şeklinde açıklanabilmektedir. Bu tanımda tembelliğin özünde olumlu bir şey yokmuş gibi gözükmektedir. Tabii her şey bu kadar basit değil. Tembelliğin birkaç çeşidi var. Bu yüzden kendinizi, çevrenizdekileri tembellikle suçlamadan önce tembelliğin çeşitlerine ve içeriklerine bakmakta fayda var.
İlerleme motoru şeklindeki tembellik.
Tekerlekten internete kadar insanlığın zamanını ve gücünü rasyonel bir biçimde harcamasına elveren icatları yapan mucitlerin çoğu “tembel” olmuşlardır. Sorunun çözümüne yönelik sergilenen yapıcı yaklaşımdan hareketle bu duruma tembellikten daha çok somut bir sorunu fazla çaba harcamadan optimal yöntemlerle çözme isteği denebilmekte. Aynı şekilde herhangi bir görev/ödev (işte, okulda, evde) alan birini, bunu yapmaya acele etmemesinden dolayı tembellikle suçlamak da yanlış olabilir, çünkü bu işi yapmadan önce en mantıklı, sonuç alıcı yöntemini bulmaya çalışıyor olabilmektedir.
Bünyeyi koruma tepkisi olarak ortaya çıkan tembellik.
Bazen iş yapma isteğinin olmaması, fiziksel ya da zihinsel olarak aşırı yoğunluğun sonucunda da ortaya çıkabilmekte. Fizyologların dilinde “korumacı frenleme” anlayışı vardır. Bu anlayışa göre, uzun zaman boyunca ara vermeden çalışanın vücudu, bir gün basit işlevler için bile güç bulamayacak, bünye insanın denetiminden çıkacaktır. Aniden elinde kitapla yatakta uzanmak, netten ya da telefonla arkadaşlarla sohbet etmek, planlanmamış öğle uykusu istenebilmektedir. Bu tarz “tembellik”, günün 24 saatini çalışarak geçiren insanlara özgüdür.

Masaüstü Mikrodalga Fırın ile Daha Az Kalori Yakın!

beCko | 03 May 2010 12:37

Sonunda, (neredeyse) hiç bir zaman masanızdan kalkmaya gerek kalmayacak bir yol. Masaüstünüzü bu mikrodalga fırın ile birleştirin, internet üzerinden alışveriş yapın (ki ayağa kalkıp markete gitmenize gerek kalmasın.) ve artık sabitsiniz! Sonsuza kadar.

Hamsin 14: Sanatçı ‘Uyanışı’

admin | 15 February 2010 10:39

Uyandım. Bir döndüm yatakta şöyle; başucumdaki suyu dikip içtim. Beyaz perdemden donuk bir ışık geliyor. Yan döndüm. Büzüldüm. Sehpanın üstünde bir kitap var. Öyle, baktım uzun zaman kitaba. Ne kitabı bu yahu? Burada mıydı? Kimin kitabı. Yüzükoyun döndüm. Yatağımın solundaki kalorifer peteğinin üstünde sıra sıra dizilmiş kitaplar. Bazısı yeni, bazısı kopuk. Bunlardan bazısı epeydir burada. Bazısı arada yenileriyle yer değiştiriyor.

Bir adaya düşmüşüm mesela şimdi… Ada ıssız. Sadece bu solumdaki kitaplarla düşmüş olsam… Ne kadar zaman idare eder acaba bunlar… Dönüşümlü okusam hep. Diğerini okurken ilkini unutmaya çalışsam. Böylece tekrar okuyuşlarda hep ilk okunuştaki lezzeti bulmaya çalışsam. Neyse… Kimin bu kitap o sehpadaki…? Telefonumun yanında. Telefona hiç bakmayayım. Göbeğim açılmış uyurken. Hafiften üşüyorum. ‘Tembeller şahı’ dedim kendime.

Akşam kafadan bir tarif uydurup ‘çiiizkek’ yapmıştım. Telefona uzandım. Bir mesaj… Baktım. ‘Sevgililer gününüz kutlu olsun…’. Bu da kim. Numara hiç tanıdık değil. Bir arasam mı… Ne arayacağım yahu!

Bugün birileriyle yürümek istiyorum. Hava ılık galiba. Ilık havada yürüsem. Bir sevgiliyle olması şart değil. Keşke… Bir bakayım kimmiş bu. Numaramı gizleyip yorganın kenarından çıkardığım koluma dayandım. A… Bir erkek sesi? Kapattım hemen. Kimse kim, bana ne. Tanımadım sesi.
Telefonu sehpaya bıraktım. O kitabın yanına. kimin bu kitap yahu? Buradan bakınca sırt kısmı görünmüyor. Kapağı da yabancı gibi. Tanıyamadım. Uzanıp aldım. Edebiyat kuramları ve eleştirisi. Allah Allah… İçine baktım… 15. basım. İçindekilere gözattım. Önsözler… Birinci baskıya önsöz, onuncu baskıya önsöz… Öf…

İlk sayfaya baktım. “Sanat nedir, sorusuna ilk verilen cevap… Sokrates der ki, elinize bir ayna alın… Onaltıncı yüzyılda Van Dyck demiş ki, ‘Bunlar ayna, evet resim değil ayna bunlar’. Dr. Jonshon, Stendhal, bizde de Recaizade Mahmut Ekrem, sanatın, hikaye ve romanın ayna olduğunu… Görüngüler, yansımalar… Üç şekilde olurlar. Yüzey gerçekliğini, tümeli (özü) yahut ideal olanı yansıtır…”

Kapattım kitabı. Gözlerimi de kapattım. Sonra hafifçe araladım kirpiklerimi. Sarı yorganın kenarından peyaz perdeye doğru, kirpiklerimin arasından baktım. İşte tamam? Tıpkı Monet’nin tabloları gibi oldu ‘görüngü’. Sanat yaptım işte. Herkes kirpiklerinin arasından böyle baksa… Olur mu olur.

Bu Monet’nin ayçiçekleri resmi vardı. Van Gogh’un da vardı. Benim de en sevdiğim çiçek ayçiçektir. Kocaman kafalarıyla neşeli ve azman görüntüleri vardır. Monet’nin ayçiçekleri, sakin bir ikindi vakti derli toplu, temiz bir evde masanın üstünde duran, zamanın akışını umursamayan huzur dolu çiçekler. Sanırım bu evde parkeler cilalı. Sigara da içirtmiyor sahibesi. Oysa Van Gogh’un ayçiçekleri akla ölümü getiriyor. Sanki evde ağır hasta, ama hastalığı uzun zamandır devam ettiği için artık yakınları tarafından kanıksanmış biri varmış gibi. Hastanın kocası manyak bir ihtiyar olmalı. Hava sıcak, içerisi de havasız ve loş olduğu için torunlar içeriye girmiyorlar pek. Gelinler de komşularla ‘laklak’a dalmış. Oğullar zaten ilgilenmez. Atmışlar hasta analarının bakımını karılarının üstüne… Aylardan Ağustos…

Tembel Öğrencinin Günlüğü

Guitarist | 04 February 2007 23:53

Öğrenci seçme sınavına az bir zaman kaldı. Bu yıl ben de öss’ye gireceğim.

Henüz doğru düzgün çalışmaya başlayamadım,günde 10 dakika ders çalışabiliyorum ancak. Aptalım…
Öğrenci seçme sınavını zorlaştıran o an ki stres sanırım,bazen o sınava girme fikri bile insanın tüylerini diken diken edebiliyor…

Aslına bakarsanız,bu sınava girecek öğrenciler günde 4-5 saat çalışmak yerine benim gibi 10 dakika çalışsaydı,puanlar düşer,öğrenciler de sosyal konularda daha aktif olabilirlerdi…Stres de azalırdı. Ama gel gör ki toplu halde bir organizasyonla öğrencileri en fazla 10 dakika çalışmaya yöneltmek,benim açımdan günde 4-5 saat çalışmaktan daha zor olur…Ama performansımı da arttırabileceğimi sanmıyorum.Azizname’de denildiği gibi “bakalım ne olacak?”…

teknoloji ve müzik

olimpia | 21 November 2006 13:03

Sabah annemle konuşuyordum.Konu herzamanki gibi benim bişiler hatırlamamla başlayıp tembeliğime kadar gitti.Bilmem izlediniz mi ve hatırlıyo musunuz.Amedeus filminde küçük Mozart’ın ilk önce kemanla sonra da gözleri kapatılmış bi şekilde çaldığı küçük bi melodi var.İşte ben de durup dururken onu hatırladım ve neden gerek duydum bilmiyorum.Anneme melodiyi hatırlayıp hatırlamadığını sordum.O da izlemişti benle ama nerden aklında kalsın kadının.Benimkadar ilgili değil bir,ikincisi de müzik kulağı sıfır desem yeridir:)her neyse Mozartın dahi olduğundan,tanrı vergisi bi yetenek olduğundan fln konuştuk,hatta muhabbet uzadı Paganini’ye kadar!Müzisyenlerin deli olduklarından ve benim de müziği bırakmazsam delireceğimden korktuğunu itiraf etti canım anneciğim:)Şöyle bi soru takıldı aklıma.”neden artık böyle dahiler çıkmıyoR?”Gerçekten hiç düşündünüz mü günümüzde böyle oturup müzik için kafa patlatan insan hiç yok gibi birşey.O da ayrı bi yetenek tabi ben nekadar kendimi sıksam da onca yıllık müzik eğitimime rağmen oturup bi konçerto bile yazmam.Özlem duydum neden böle yetenekler yok diye.İçim sızladı.İnsanlar artık tembelleşti.Herkes teknolojinin peşinde sürüklenen miskinler oldu çıktı.En başta ben.İki program yüklüyosun en güzel sesleri birleştirip müzik yapıosun.tembellik işte ne ki bu başka?Belki elime kemanımı alsam ben de bi konçerto yazardım.Ama yok biliyorum yok o dahilik bende:)Annecim korkma delirmeme ama tembel oluyorum bu gidişle:)