bildirgec.org

simit hakkında tüm yazılar

Uyanık Kalp!

Cali Kusu | 19 May 2011 10:52

Tuhaf bir tebessüm var yüzümde. Anlayamadım. Her gördüğüm insan acayip acayip bakıyor bana. Oysa gülümsüyorum ben ne var ki bunda? Üstelik tebessümüm rahatsız edicide değil. Kendimce, basit ve yerinde… Anormal bir durum varmış gibi, birazda acır gibi bakıyorlar bana. Sinirlerim geriliyor o an. ‘Ne ye bakıyorsun lan’ diyesim geliyor. Fakat tutuyorum kendimi. Sıkıyorum dişlerimi kıracak gibi. Ya sabır deyip ve eğip başımı devam ediyorum yürümeye. Biraz yürüdükten sonra ayaklarım ağırlaştı. Adımlarım yavaşladı. Daha isteksiz yürüyorum şimdi. Yorgun gibi. Hasta gibi. Ölü gibi. Ölür gibi…

Ara ara hayaller kuruyorum ve ayağımın altındaki karıncayı ezmekten vazgeçiyorum. Kırılıverir kolu bacağı. Daha nasıl kalksın ayağa. Nasıl taşısın sırtındaki buğdayı! Çekiyorum ayağımı geçip gidiyorum kıyıdan köşeden. Hem zaten günah defterimde doldu. Melekler ellerine ayaklarına yazar oldu. Derste tahtayı sekiz defa dolduran hocaya küfrettiğim gibi küfrediyor melekler bana. Yeter diyorlar. Yeter Allah aşkına! Yazacak ne kalem kaldı nede sayfa…

UZATACAK ELLERİNİ

mavilikler | 29 November 2010 09:33

Bu duyguyu kaybetmemeliyim. Nerden geldi böyle birden?! Nasıl anında günlük güneşlik etti her yeri?.. Bilmeliyim… Ki kaybettiğim zaman yeniden çağırabileyim yanıma.

Şu serçeler mi getirdi yoksa onu bana? Kollarımı okşayan güneş… Karşı banktaki sevgililer… Onların az ötesindeki şu ayyaş adam… Evet, evet… En çok da O… Kalbimdeki bu ılıklığı en fazla O’na bakınca duyuyorum çünkü.

Ayağının dibindeki şişe yarılanmış… Meydan okuyan bakışları üzerindeki paçavraları görünmez ediyor, onları da o meydan okuyuşun bir parçası yapıyor sanki. O’na bakan biri sadece gözlerini görebilir. Onlardaki karanlıkta yeni baştan tanımlar her şeyi. Şu sevgililerden çok daha fazla şey öğrenir o karanlıktan.

SONSUZLUK

mavilikler | 13 June 2010 14:40

Şu anda sadece ellerimi tut, olur mu? Boş ver her

şeyi bunun dışında. Gökyüzü ve ellerimiz, diye düşün. Martılar, deniz, simit ve çay… sonra ellerimiz, diye düşün.

Sonsuzluğu hatırlatan, yüzyıl önce de var olup yüzyıl sonra da var olacak tüm bu şeyler arasına ellerimizi de koyduğunda göreceksin ki, onlar da diğerlerinden daha az ait değiller sonsuz olana.

Çamaşır makinesi, oturma grubu, düğün davetiyeleri… unut! Tüm bunların birer ayrıntı olduğunu, mutluluğumuza giden yolu döşeyen taşlardan sadece biri olduğunu hatırla! Çünkü şu an burada olmamızdan… gökyüzü ve martılarla bir arada birbirimize bu kadar yakından kalplerimizi duyurup, gözlerimizle sevgimizi anlatabilmemizden daha önemli olamaz hiçbir şey!

Şehvetle Şeyederim Enstrümanı Ben!…

Kuduz maymun | 23 August 2009 10:24

Sabah vakti. Otobüse bindim. Hemen muavinin ardındaki koltuğa çöktüm. Muavine;
‘Afedersiniz saat kaç?’ dedim.
‘Yirmi dakika sonra orada oluruz abla’
Demek yirmi dakika sonra orada olurmuşuz. Çevremdeki herkes –bendeniz müstesna- matematik olimpiyatlarına gitmeye hazırlanıyor herhalde. Demek ineceğimiz vakit bana saati söyleyecek, ben de söylenen vakitten yirmi dakika düşüp ilk bindiğim zamanki saati hesaplayacağım.
İnince bir taksiye bindim.
‘Günaydıııın, ablam!’
‘Günaydın.’
Ve 5 dakika boyunca beyabimiz karadenizli olduğunu, 65 yaşında olduğunu ama ‘20’ hissettiğini söyleyecek fırsatı buldu. Aslında taksici olmadığını, müzisyen olduğunu söylerken iyice coştu.
‘Ben o müzisyenlerden değilim!… Ben var ya. Şu ben, ta Amerikalı müzisyenlerle çaldım Paris’te. Adam hayran oldu. Ben çalmam enstrümanı. Sevişirim. Şehvetle şeyederim enstrümanı. Bak yanlış anlama abla’
‘Yok estağfurullah çok iyi anlıyorum sizi’Vapura bindim.
Bir aile. Aşağı yukarı 15 kişi var. Enik-encik doluşmuşlar. Ellerinde torbalar, kilimler, halılar, bavullar, denkler, heybeler, bohçalar… Bir tanesi halıyı yere sermiş. Diğerleri de vapurun orta yerine yayılı bu halının üstünde oturuyorlar. Bir genç kadın. Rüzgar çarpmasın diye oturduğu halı üstünde battaniyeye sarınmış. Derken o battaniyenin altından bir velet çıktı bir süre sonra. Uyuyormuş çocuk.
Karşımdaki kanepede oturan bir kadın bacağını kaşıyor. Yanındaki adam dişleriyle bıyıklarını çiğniyor. Arkamda ayakta duran bir grup genç var. Ellerindeki simitlerden kopardıkları parçaları martılara atmaya çalışıyorlar. Kucağım simit parçacığı doldu. Yesem mi acaba. Kafama da geldi bir parça.
Hasbinallah…

kandiliniz mübarek olsun

nazokiraze | 09 March 2009 09:38

Bugün mevlit kandili, dünya kadınlar günü olmak dışında, müslüman aleminin de mübarek günlerinden biri bugün. Peygamber efendimizin doğum günü olma sebebiyle, İslam aleminde özel bir yeri olan mevlit kandilinin, tüm müslümanlara hayırlı olmasını diliyorum.

Bugün kandil olması sebebiyle akşam kalabalık ailemiz bir araya toplanacak az sonra, giderken gelenek oldugu üzere kandil simidi alacagım, yıllardır denedim, normal günlerde yediğim zaman tat almadıgım kandil simidi, kandil gecelerinde nedense bambaşka bir tada bürünüyor. Bugün yakınlarımızı arayalım, uzakta olmayanları ziyaret edelim, bir küçükken kandillerde el öper karşılıgında mendil ve harçlık alırdık. Şimdi kandilleri sms ve msn sayesinde kutlamaktan, ziyaretlere fırsat bulamayanlarımız çoktur.

seyyar satıcı

nazokiraze | 10 November 2008 16:32

Batıyı, doğuyu bilmem ama ülkemdeki kadar başka bir ülkede seyyar satıcı varmıdır düşünürüm.

Herkesin yıllardır aşina olduğu şeylerdir seyyar satıcılar. Kokoreç, poğaca, köfte, leğen, sepet, simit, balon derken milletçe alışkınız biz. Hele yılların sesi buuuuuuuuuuuzzzzzz gibi soğuk sudan içeeeeeeeeeeeen hep kulaklardadır.

Küçükken biraz daha farklıydı seyyar satıcılar mesela seyyar lahmacuncu vardı, çok ender olarak hala gördügüm bu lahmacunların kedi etinden olduğu efsanesi yine de bizi yemekten alıkoyamazdı. İçindeki şeyin kıyma mı yoksa başka bir şeymi oldugunu hala çözebilmiş değilim. Birde pembe renkli igrenç muhallebiler vardı minicik kaplarda sütten nasibini almamış muhallebiler dakika başı para için eve gitmemize sebebti.Rahmetli Barış Manço domates biber patlıcan diyerek ünlü etmemişmiydi seyyar satıcıları? Ben yağcı bile hatırlıyorum.

Kandiller hakkında ne biliyoruz?

nurdantunay | 14 September 2007 19:06

Akşam işten dönerken veya kızımı gezdirirken burnuma gelen güzel bir koku ardından pastane vitrinlerinde yerini almış kandil simitlerini görmemle ağzımda dökülen sözler:
Aaa bugün kandil mi? Öyle mi ne kandili? Keşke helva yada lokma yapsaydık. Konu komşuya dağıtırdık…

Ardında düşnürdüm bu kandilin önemi neydi bugün ne olmuştu, sadece yaşlı akrabaları arayıp, onları hatırladığımız,
arkadaşlarımıza internetten kopyala yapıştır yaptığımız mesajlar attığımız, helva yemek için hoş bir bahane olan günler miydi?

Eve gidince bunu araştırayım der eve gidincede unuturdum. Şimdi anne olmanın heyecanıyla kızım büyüyüp bana bunları
sorduğunda ne anlatacağım düşünceside eklendi bunlara bende kandilin gelmesini beklemeden bu konuyu araştırp sizlerle paylaşmaya karar verdim.

YÜRÜ DE ENSE TRAŞINI GÖRELİM!!!

| 31 August 2007 20:02

Başlığa bakmayın.
Şimdiki bazı erkeklerin ense traşından geçtim, kendisini görmek mümkün değil.Hadi saçını temiz bakabiliyorsa, uzatsın.Ama ensede biten kıl mı tüy mü ne olduğu belirsiz şeyler gerçekten, çok iğrenç duruyor.Hele tırnaklar, çorba kaşıklayacak kadar uzunsa, yüzündeki kılıyla, burnundaki tüyüyle uğraşıp, kaşlarını aldırıyorsa, bunun yanında kol altındaki kılları kurdela bağlayacak kadar uzatıp,
bunu da çağdaş olmaya yorumluyorsa, ayaklarının kokusundan, burun direğiniz şiddetli depremlerle sarsılıyorsa, ağzındaki dişler ve kokusu size bugünkü menüyü söylüyorsa, tüm bunlar o erkeği yeterince itici kılalacaktır zaten.En azından hala bu kriterlerden bir çoğu, ilk etapta, biz kadınların en çok dikkat ettiği, fiziksel özellikler.
Ama bu erkeği tam anlamıyla erkek yapan özelliklerin, sadece vitrin kısmı.Emin olun; ne yakışıklılık, ne karizma,
yukarıda saydığım özelliklerden en az birine sahip bir erkeği kurtaramıyor.Peki bir kadın, nasıl bir erkek ister?Günümüz erkeğine bakınca, kadınların fazla bir tercih şansının kalmadığını düşünüyorum.Öncelikle sarsılmaz bir kişilik istiyor kadınlar.Kendi kendisiyle barışık olabilecek kadar, kendine, hareketlerine, oturuş kalkışına, giyimine, konuşmasına dikkat eden, kendine güvenli, saygı uyandıran bir erkek.İşini, parasını, kariyerini, tüm herşeyini
kaybetmiş bile olsa, batan gemiyi terketmeyen bir kaptandır erkek. Bütün metanetiyle kendisini ve ailesini ayakta tutabilen, şirket patronuyken sahip olduğu gururu hiç eksiltmeksizin, simit satabilecek, inşaatta çalışıp, hamallık yapabilecek adamdır erkek. Bekarsa, ana babasını, kardeşlerini, evliyse, bunlarla beraber, eşini ve çocuklarını başında tac olarak, hiç sarsmadan taşıyabilen ve oradan asla indirmeyen bir hakandır erkek.İşsiz kaldı diye cebindeki tüm meteliği, şişede balık olmayı değil, bir lokmayı evladına bulabilendir erkek.Kendisini doğuran ananın aşkına, ana, avrat, bacı değerlerini ağzından kusmayan, asla kusturmayacak olan adamdır erkek. Kadını; sırf arkadaşlarıyla oynadığı tavla uğruna, zar niyetine atmayan adamdır erkek. Erkekliği playboylarda, kadının etinde, şişe diplerinde, acize atılan naralarda aramak değildir erkeklik. Siz buldunuz da biz mi kaybettik?

Sokak..

| 06 August 2007 14:53

SİMİT:
İstanbul sokaklarında adım başı simitçi. Çok sert oluşu nedeniyle ben yemem ama seveni bol. Yeni açılan simitevleri ya da pastane simitleri bile yerini dolduramadı. Yanında
peynir ya da bilimum meşrubat olmaksızın susamları döke döke açlık bastırmaya pek elverişli mübarek. Garibanın yolluğu, öğrencinin kadim dostu.

MİDYE DOLMA:
Eminönü, Beyoğlu, Kadıköy’de çokça denk gelinen ikinci sokak yiyeceği. Üç beş taneyle yetinmez yurdum insanı, peşi sıra bol limonlu götürür midesinin aldığı kadar. Merdiven altı imalathanelerde Uğur Abi sayesinde/yüzünden tanık olduğum görüntülerden sonra iyi ki ağzıma koymamışım diyorum.

SÜTLÜ/KÖZLENMİŞ MISIR:
Üüü,ağzım sulandı..Yaz geldi ya, çıktılar piyasaya..Ucuz, lezzetli, erişimi kolay. Daha ne denir. Pek severim.

KESTANE:
Kışın bir numarası. Kazıkılıyolar gerçi ama kokusu iştah açıcı..Lezzeti şahane..

PATLAMIŞ MISIR:
Kışın çıkar. Kokusu iştah açıcı bi sokak yiyeceği daha..Patlamamış alıp evde kendim yapmayı seviyorum, sokaktan hiç almadım bugüne dek.

HIYAR:
Bunu birtek Aksarayda gördüm. Tezgahın bi tarafında hıyarlar, diğer tarafında soyulmuş kabuklar ve tuzluk. Abi soyuyor 4 parçaya ayırıyor tuzluyor veriyor eline..katur kutur yiyosun.

MUZ:
Bunu da bir tek Aksaray’da gördüm. Aynı şekilde tezgahın bi kısmı muz diğer kısmı kabuklar. Abi tanesini 500 kuruştan veriyor.

KOKOREÇ:
Hayatımda bir kere yedim, hiç sevmedim ama kokusu muhteşem. Heryerde var, eskiden bizim evin orda yapardı usta, gözünün önünde hazırlardı malzemeyi.

BALIK EKMEK:
En mühimi..3 liraya sıcacık aldığın balığın lezzeti. Deniz kokusu, balığın kokusu, soğan kokusu karışıyor…Şahane bir öğle yemeği. Yanında da turşu suyu içtin mi senden mesudu yok…

Eski Türk filmlerinde sepetin içinde lahmacun satanlar meşhurdu. Sabah kahvaltılık malzemeleri döşenip yol başlarında satanlar, poğaçacılar, pamuk şekerciler, incirciler…
Konu bu değil ama eskiden yoğurtçular ve sütçüler de vardı. Taze yoğurt taze süt alırdık. Zilini sallaya sallaya haber verirdi gelişini…

Her yolun sonu bir simitçi ve bir heykele çıkan şehir

semazem | 03 July 2007 12:18

Yıllar önce, Ankara’da yaşamaya başlamadan önce, bir şekilde 1 aylığına Ankara’da kalmam gerekmişti. Bilmediğim bir şehirde kaldığım zaman hep yaptığım şeyi, o zaman da yaptım : Kaldığım yeri merkez olarak alarak, yürüyerek, bulabildiğim tüm sokaklara girip çıktım.

Süre uzun ve mekan da Ankara olunca bu “kaldığım yeri merkez alma” durumu giderek genişledi, edinilen bir Ankara haritasıyla, gece geç ve sakin saatlerde arabayla bile bir sürü yeri dolandım. Gündüz muhabbetlerinden adını duyduğum yerleri keşfettim, Sakarya’da “selam ağabey, aynısından mı ? ” diye müdavim kabul edildiğim bir barım bile oldu hatta 🙂