Bu duyguyu kaybetmemeliyim. Nerden geldi böyle birden?! Nasıl anında günlük güneşlik etti her yeri?.. Bilmeliyim… Ki kaybettiğim zaman yeniden çağırabileyim yanıma.Şu serçeler mi getirdi yoksa onu bana? Kollarımı okşayan güneş… Karşı banktaki sevgililer… Onların az ötesindeki şu ayyaş adam… Evet, evet… En çok da O… Kalbimdeki bu ılıklığı en fazla O’na bakınca duyuyorum çünkü.Ayağının dibindeki şişe yarılanmış… Meydan okuyan bakışları üzerindeki paçavraları görünmez ediyor, onları da o meydan okuyuşun bir parçası yapıyor sanki. O’na bakan biri sadece gözlerini görebilir. Onlardaki karanlıkta yeni baştan tanımlar her şeyi. Şu sevgililerden çok daha fazla şey öğrenir o karanlıktan.Simidimden küçük bir parça daha ısırıyorum. Her biri bir öncekinden daha lezzetli geliyor lokmaların. “Aç mıdır acaba?” diyorum. “En son ne zaman sıcacık bir çorba geçti kursağından?”Kuşlar cıvıldamaya devam ediyor. Adam duymuyor gibi… Duysa gülümserdi mutlaka. Böyle karanlık bakmazdı gözleri. Bense aksine daha da şiddetle duyuyorum o sesleri.Karşımdaki sevgililer bambaşka bir ışıkta görünüyor. Adamın karanlığı onların ışığı oluyor sanki. Her hareketlerini daha çok vurgulayan… En çok da yüzlerindeki o anlatılmaz ifadeyi…Simitçiyi çağırıyor, bir simit daha alıyorum. Bir de sıcacık çay olursa yanında, aklımdan geçen şeyi yapabilirim. Çaycı az ileride görünüyor. Bir çırpıda gidiyorum yanına. Az sonra bir elimde sıcacık çay, diğerinde simit ürkek adımlarla ilerlemekteyim.Hayır, kesinlikle acıma değil hissettiğim… Olsa olsa minnet denebilir. Gözlerimi geri verdi O bana çünkü. Kulaklarımı… Tüm bedenimi… Öyle karanlıktı ki ışığı gösterdi herkese. Ancak karanlıkta fark edilebilecek o ışıkta her şey gerçek renklerine büründü.Yanına gittiğimde bunları anlatacağım işte! Çayla simidi uzattığımda, belki başta aşağıladığımı düşünecek… ve nefretle tutuşacak gözleri. Sözlerim hakkında düşünecek bir süre… Ve sonra yavaş yavaş sönmeye başlayacak alev… Ellerime yönelecek gözleri. Aşağılayan değil dostça uzanan eller görecek onlarda. O da uzatacak ellerini.