bildirgec.org

özgürlük hakkında tüm yazılar

KARTAL

hipangel | 19 December 2006 12:44

Özgürlüğe çırptığı kanatları sevgidendi; sevdikçe özgürleşiyordu.Denize doğru çevirmişti yönünü, o sonsuz ufka.Hayalleri vardı, bir o kadar da korkuları – korkuları kadar hayelleri, hayalleri kadar korkuları vardı.Bilmediği için korkuyordu, korktuğu için azalıyordu sevgisinin coşkusu.Sevgisi azaldıkça kanatlarını çırpışı da azalıyordu, özgürlüğü de;Çünkü özgürlüğe çırptığı kanatları sevgidendi; sevdikçe özgürleşiyordu.Yüreğinde özlemle çırptı kanatlarını.Özlemi arttıkça daha da çırptı.Daha da çırptı..Daha da..Neden bu kadar özlem duyuyordu ki? Özlemi neyeydi?Teksir kağıdıyla yazılmıştı sanki hayatlar.Farklı olan hiçbir şey yoktu. Herkes, her şey aynıydı;Ama o biliyordu, farkındaydı.Farkındaydı; çünkü hayatının nasıl bir oyun olduğunu anlamıştı.Saklambaç oyunuydu onun hayatı, kendisinden saklanarak geçirdiği.Herkes böyleydi aslında;Ama o farketmişti aynılıklar içinde kaybolmuş ayrılıkları;Çünkü hayat aslında ayrılıklar içinde kaybolmuş aynılıklardı.Aslında hepimiz aynıydık, hepimiz o teksir kağıdıydık.Hayat, o teksir kağıdıydı.Özlemiyse kendineydi.Düşündükçe daha da çırptı kanatlarını,Coşkusu sürekli artıyordu,Anladıkça daha da çırptı.İnandığı her şeyi doğru olarak görüyordu.Ya inandığı her şey doğru değilse?Ya inandıkları yalansa?En ufak bir yalan onu mutlu edip, doğruları mutsuz ediyorsa, inandığı her şeyi yalan olarak kabul edip yalanlarla mı mutlu olmayı seçmişti?Hepsi yalan bile olsa, eğer bu yalanlar onu daha mutlu ve daha güçlü ettiyse bunu daha fazla düşünmesine gerek yoktu.Onun doğruları yalandı, yalanlarıysa doğruydu.Sonuçlar önemliydi onun için.Sonuçlarsa, seçimleriydi.Yağmur yağmaya başlamıştı.Kanatlarını çıptıkça yağmur da kalbi de iyice şiddetleniyordu sanki.Var gücüyle çırptı kanatlarını.Şemsiye gibi bir derdi de yoktu.Şemsiyeleri kullanacak elleri bile olsa kullanmazdı zaten.Sırılsıklam olmuştu.Geleceğe çırpıyordu kanatlarını, gelecekteki şimdisine.Kanatlarını geleceğe çırpıyordu;Ama bu sefer korkusuzca çırpıyordu.Kendinden saklanmıyordu artık.Seviyordu.Sevgiyle çırpıyordu kanatlarını,Sevgiye çırpıyordu,Kendine çırpıyordu,Teksir kağıdına çırpıyordu..Yağmur durmuştu.Birden ailesi gelmişti aklına, anne ve babası.Acaba ben annemin veya babamın anne veya babası olsaydım aynı şeyleri yapar mıydım diye düşündü.Acaba tekrar yumurta olup başka bir ailede başlasaydı hayata farklı olan ne olurdu?İnsanları düşündü..Hep ileride evlenip çoluk çocuğa karışacaklarını, mutlu bir aileye sahip olacaklarını düşlüyorlardı;Ama bir şeyi unutuyorlardı:Onlar da bunu hayal etmiş bir anne ve babanın çocuklarıydılar.Bu hayalleri için ailelerinin hayallerini yıkmaya ne kadar hakları var diye düşündü.Hep insanlar mı kuş olsam nereye uçardım diye düşünecekti, bir kez bile olsa onun da insan olsam n’apardım diye düşünmeye hakkı vardı.İnsanları da seviyordu;Çünkü onlar da o teksir kağıdının bir parçasıydılar.Gerçi o bir kuş beyinliydi; ama olsundu, kalbi insan kalbi gibi sınırlı değildi en azından.Kalbiyle çırpıyordu kanatlarını, beyne ihtiyacı yoktu.Aslında onun ”insan olsam n’apardım, başka bir kuş olsam n’apardım, şu olsam bu olsam n’olurdu?”, gibi sorularla kafasını meşgul edecek kadar vakti de yoktu;Çünkü o neyse oydu ve olduğu şey onu mutlu ediyordu.Keşke de dememişti hiç.Geçmişte yaşadıkları onu bu noktaya getirmişti çünkü.Belki şimdi olsa aynı şeyleri yapmazdı;Ama onun o anki bilinç düzeyine göre o yaptığı şeyler doğruydu.Kendini suçlamamıştı hiç.Başkalarını suçlamaktan vazgeçeli çok olmuştu zaten.”Benim” diyordu, ”bu hayat benim. Bu kanatlar benim; istediğim gibi, istediğim yöne çırparım onları. Bu, benden başkasını ne diye ilgilendirsin ki? Hem başkalarının kanatlarından da bana ne?”Kanatlarının çıkardığı ses onu çok motive ediyordu.Hayatının kontrolünü eline aldıkça, bu ses daha da çok çıkıyordu.Kontrol edemediği şeyler için tasalanmıyordu da;Rüzgarın estiği yöne gidiyordu o zamanlar.Kontrolünde olmayan şeyler için ümitsiz bir şekilde çaba harcamaktansa teksir kağıdının önüne ne gibi bir sürpriz koyacağını heyecanla bekliyordu.İşte hayatın da en çok bu yönünü seviyordu;Yarını kontrol etme gücüne sahip olsa bile en ufak bir sürpriz, beklenmedik bir olay bütün planlarını yeniden gözden geçirmesini sağlıyordu.Yarın için plan yapmayı bırakmıştı bu yüzden, gününü dolu dolu yaşamayı seçmişti.Her saniye büyük bir armağandı onun için.Bu armağanı ona verdi diye teksir kağıdına teşekkür ediyordu coşkuyla.Her dakika yeni bir keşifti onun için, meydan okumaydı, zaferdi.Zaferi, zamanaydı;Zaman, onu yakalayamıyordu çünkü.Seviyordu.Sevmeyi seviyordu.Beklentisiz olmayı seviyordu.Affetmeyi seviyordu.Teksir kağıdını seviyordu.Kaybetmeyi bile seviyordu; çünkü kayıplar, yeni keşiflerdi onun için.Sevdikçe güçleniyordu.Sevdikçe meydan okuyordu.Sevdikçe kazanıyordu.Zaman onunla yarışıyordu, kuşlar da;Ama o yalnızca seviyordu;Çünkü o, teksir kağıdının farkındaydı, kazanan yalnızca oydu.Kazanan sevgiydi.Sevgiyse güçlenmekti, meydan okumaktı.O da meydan okuyordu;Çünkü özgürlüğe çırptığı kanatları sevgidendi,Sevdikçe özgürleşiyordu,Özgürleştikçe seviyordu.

HAFİF YAZARLARINA

hipangel | 17 December 2006 10:53

”Bu bölümde atış serbest. Ne istiyorsanız yazabilirsiniz.”, demişti hafif.org’un yöneticileri. Günde en fazla şu kadar sayı yazı yollayabilirsiniz diye bir sınırlama da getirmemişlerdi. Tamamen ”hafif” ve özgür bırakmışlardı bizi, kendilerine yakışır bir şekilde.

Ben de yazmaya başladım. Hafif ve özgür hissederek.. Ben böyle hissettikçe daha çok yazmaya başladım, kimileri buna ilham der, ben özgürlük diyorum sadece..

Keşke burdaki bütün arkadaşlar benim kadar çok yazabilse, keşke üretmemi değil de eğer eleştireceklerse de yazılarımın içeriğini burasının ‘serbest atış noktası’ olduğunu unutmadan ölçülü ve bir okuryazara uygun şekilde yapsalardı. Ama onlar üretilen sayının fazlalığına baktılar. Yeni şeyler üretmeyi bırakın, benim yazdıklarımı cümle cümle değiştirip benimle güya dalga geçip prim kazandılar. Benim hafif.org’tan beklediğim kitle bu değildi, hafif.org’un seviyesinin yazdıklarımla düştüğünü söylemişler, bu konuda yorum sizin. Ne zaman bir yazıya tıklasam hipangel’in olduğunu görüp okumaktan vazgeçiyorum demişler, bu bir ego yarışı mı, kim en fazla yazı yazcak yarışması mı, kim yazıları en komik şekilde değiştirip karşıdakinin ürettiğine daha fazla saygı duymayacak yarışı mı, bir de seviyeyi benim düşürdüğümü nasıl söylerler bundan sonra?

BALIK

hipangel | 16 December 2006 20:27

Eh, hafızam bir hayli zayıf.
Bundan da yakındığım yok açıkçası.
Siz insanlar gibi sürekli geçmişte takılı kalıp üzülmekten iyidir bence.
E tabi sizin kötü olarak göreceğiniz yanları da yok değil zayıf hafızamın..
Bu durumumdan yararlanmak isteyenler çok oluyor malesef.
Üstüne bir de iyi niyet ve yumuşak yüreğimi katınca dayanılmaz bir hal alabiliyor bu durum benim için;
Dayanılmazı olumsuz olarak söylemedim ama.
Hani siz sevdiğiniz bir şeyi görüp ”Bu, benim için dayanılmaz.”, dersiniz ya ben de öyle olumlu bir anlamda kullandım bu cümleyi; çünkü güven benim için dayanılmazdır.
Evet, diğerlerini kendimden ayrı olarak görmüyorum.
Sizin yarattığınız dünyaya göre de bu hayli zarar getirecek bir düşünce belki;
Ama bana göre siz ve ben ayrı değiliz.
Aynı güç yarattı hepimizi.
Farklılıklarımız kendi türlerimiz içinde bile çok belki; ama hepimiz aynı ebeveynin çocuklarıyız.
Üstelik siz bize acımasız davranıp yaşadığımız suları kirletseniz bile biz sizi koşulsuzca sevip oksijeninizi üretiyoruz.
İşte söylemek istediğim de bu aslında: beklenti, karşılık..
Hiç kimseye bir davranışı karşılık bekleyerek yapmadığım için onların benim güvenimi sarsıp sarsmamaları söz konusu bile olmuyor..
Bir daha geldiklerinde yine güleryüzle karşılıyorum onları.
Yaptıkları kötülük maddi ya da manevi ne kadar büyük olursa olsun güvenim zedelenmiyor.
İşte asıl cesaret budur!..
Güven benim için bu yüzden dayanılmazdır..
Çünkü güvenin olduğu yerde sevgi vardır.
Sevginin olduğu yerde de özgürlük vardır, serbest bırakma vardır..
Kimseyi değiştiremem, kimseye zorla bir şey yaptıramam;
Görevim bu değil ki,
Benim görevim koşulsuz sevmek, karşılık beklememek, beklentiyi salıvermek…
Yaşamın coşkusu burada işte, sihir burada, sevgide;
Çünkü kendimi en özgür hissettiğim anlar kafamdaki tüm yargıları atıp merhametli ve bağışlayıcı davrandığım anlardır.
Ne gerek var öfkeye ve intikama ya da güvensizliğe.
İşte bu yüzden hafızamın zayıf olmasından yakınmıyorum,
Balık olmaktan da çok mutluyum.
Geceleri görün hele siz beni..
Sevgim ve inancımın dışa vurumuyla parlıyorum derin sularda en güzel renklerimle..
Hayatımın her anı için şükran duyuyorum beni yaratan güce..
Her an yeniden doğuyorum, hafızamın da boş olmasının yardımıyla,
Ve işte bu yüzden her saniye benim için ilk defa keşfedilmiş bir kıta gibi coşku uyandırıcı oluyor,
Ve işte bu yüzden her anımda daha da arınıyorum ve umudum daha da artıyor.
Ben işte bu yüzden hafifim ve neşeli.
Aslında size bir formül verebilirim, uygulayıp uygulamamak size kalmış:
Sevgi, şefkat, bağışlama, inanç, sevinç, esneklik, cesaret, merak, daha çok kahkaha, heyecan, yaratıcılık, anlayış, hoşgörü…
Gerçi formüller zihinde sınır yaratır belki; ama en azından bu formülle özgürlüğünüz için bir adım atmış olursunuz ve daha sonra kendi formülünüzü kendiniz yaratırsınız.

Deniz suyunda Makarna

kopanisti | 02 December 2006 15:19

– Sen git biz gelmeyelim bu hafta.
– Bir bakayım teknenin durumuna geç kalmam bende hemen dönerim, sen biletleri al ama.
Uzun uzun öpüştük kapının önünde.
Teknenin yanına vardığımda 50 dakika geçmişti.
İşte özgürlük.
Hava bir Aralık gününe yakışmayacak kadar ılıktı, ”Deniz suyu da ılık olmalı” diye düşündüm, teknenin başipinin boşunu alınca biraz daha yaklaştı yanıma ve yavaşça atladım üstüne. Kıçına geçip yüzükoyun sarkarak uzandım denize, elimi suda çırptım, suyun huzuru sardı heryerimi. Motoru çalıştırdım, tekrar başa geçip baş ipini çözdüm, kıça bağlı olan tonozun gerdirmesiyle tekne iskleleden uzaklaştı, sonra tonoz ipini çözdüm, suya bıraktım, geri vitese aldım ve uzaklaştım iskeleden. Sonra bir ileri ve marinadan çıkış. Sevgilimle başbaşa tertemiz suların üstünde süzülerek gidiyorduk artık, ama biran önce motor sesi bitmeli sadece rüzgar ve suyun sesini duyabilmeliydim. Sevgilimle bu güzel günün tadını çıkarmalıydım. Teknenin burnunu rüzgara doğru çevirdim, direk dibine gidip ana yelkeni direğe basmaya başladım. yarıyı geçince iyice ağırlaşmıştı, bu işler tek başına yapılmaz ama sevgilimle başbaşa olmak da ayrı bir keyif. Tekrar kıça geldim ve mandar ipini vince dolayıp elimle sararak yelkeni direk tepesine kadar bastım. Dümene geçtim biraz rüzgar altı yaparak yelkeni rüzgarla doldurdum. Havada tatlı bir rüzgar ve pırıl pırıl bir güneş. Ön yelkenin kilidini açıp onu da rüzgarla doldurdum. Artık motoru kapamanın zamanı geldi. Rüzgar ile hafif yatan tekne tatlı tatlı yol almaya başladı. Su gövdesinden geçerken tatlı bir şırıltı çıkarıyor, burunda oluşan köpükler yanlara doğru açılarak arkamızdan uzaklaşıyordu. İki Saat sonra adanın limanlığına girmek üzereydim. Önce önyelkeni sardım, teknenin burnunu tekrar rüzgara döndürdüm, motoru çalıştırdım, ana yelkeni yavaş yavaş indirmeye ve teknenin içine yatırmaya başladım.Nasıl olsa dönerken tekrar basılacaktı bu nedenle bumbanın üstüne sermekle uğraşmadım. Teknenin havuzluğuna özenle katlayarak yatırdım. Masmavi suyun dibi gözüküyordu, sanki su yoktu ve tekne havada asılı duruyordu. Sezonda çok kalabalık olan bu koy bir Aralık sabahı sadece bana aitti. İçeri girebildiğim kadar girdim ve demiri bıraktım, dalga ve rüzgar olmadığından demirin tuttuğuna emin olunca kapadım motoru. Bir süre sırt üstü uzandım, gökyüzüne baktım. Şu anda insanların şehirde birbirlerini nasıl yediklerini, yeni çamaşır makinası alınmadığı için eşlerinin dırdırını dinleyenleri, trafikte birbirlerine küfür eden sürücüleri, bu güzel günü maça giderek öldürenleri, bacalardan çıkan siyah dumanları düşüdüm, ”Çok şanslısın be moruk” dedim kendi kendime, ”İşte sevgilinle beraber bu güzel cennettesin.” Bunu sesli söylediğimi sonradan farkettim, ve güldüm bu sefer kendi kendime. Portucu açtım, plastik kovayı aldım, sapına bşr ip bağlayıp salladım denize, sapınmın ağırlığıyla yan yatan kovanın içine ağır ağır doldu deniz suyu, çektim aldım yukarı. Kamaraya indim tencereyi doldurdum, ocağın altını yaktım, geçen haftadan kalan ahtapotu dolaptan çıkardım.
Koyda çıt yok.
Benim mutfakta çıkardığım sesler kıyıdan yankılanıp tekrar bana dönüyor.
Elbiselerimi çıkarmaya başladım, ne olur ne olmaz kamaradan dışarı uzanıp etrafı tekrar kontrol ettim. Sonra çırılçıplak suya atladım yüzdüm kıyıya kadar, kumlara çıktım uzandım güneşin altında. Yılları aradan çıkarsam sevgilim de çıplak yanımda olurmuydu? Hala aşıktım O’na, hala rüyalarıma giriyordu, hala düşünüyordum O’nu. Şehirden uzak burada çıplak uzanmak nasıl birşeyse O’nu düşünmek te öyle bir şeydi, O’nunla aramda kimse yoktu. Sadece O ve ben, Issız koyda masvavi deniz, gökyüzü O ve ben.
Canı cehenneme! dedim kaprislerin, tafraların, alınganlıkların, kıskançlıkların, kibirlerin. Canı cehenneme! dedim dünyanın hala seviyorum seni var mı bi diyeceğin. Hala düşünüyorum, hala aklımdasın, kanımdasın, beynimdesin, midemdesin. İyi bok yedin evlendinde. Nerden girdim o gün fotoğrafçıya, Nerden gördüm resmini masada camın altında.
”Bakkal la mı evleneceksin?” demişti banan, al işte yine bakkalla evlenmişsin, ne değişti?
Babanın da canı cehenneme! Evlendiğin salağın da.
Hatta seni terkettiğim için benim de.
Makarna suyu kaynamış olmalıydı, biraz da üşümeye başladım, deniz suyunda haşlanmış ahtapotlu makarna yapacağım. Atladım suya ve tekneye doğru yüzmeye başladım. Yemekten sonra marinaya dönüp eve ulaşmam beşi bulur, dışarıda birşeyler atıştırıp sinemaya gideceğiz.”Ben bugün karımı seninle aldattım haberin varmı?”

Gidebilirdim Ama Sen Varsın

zabun | 03 November 2006 21:22

Yukarıdaki Gürbüz Doğan Ekşioğlu karikatürü, uluslararası bir karikatür yarışmasında mansiyon almış. Alttaki resim ise tahminen orjinalinden esinlenen bir çocuğun çizdiği versiyonu. 9 yaşındaki Ege Topçu’nun çizdiği resmin ne manaya geldiğini “Kuşlardan biri özgür görünüyor, öteki de tutsak. Ama aslında ikisi de tutsak. Çünkü özgür olan uçarsa arkadaşı düşüp boğulacak!” sözleriyle açıklaması ise; çocuklarında büyükler kadar, olanlara vakıf olabileceklerini anlatır gibi. Her özgürlüğün içinde bir tutsaklık var mıdır? Artık o kendimizi bile bile tutsak yapacak vefa, sevgi, bağlılık gibi vicdanla beslenen hasletlerimizden kalmış mıdır? Sorumluluğumuz, idaremiz altında olan insanlarla, bizden sevgi bekleyen; eşimiz, çocuğumuz, sevdiğimizle sadece hem hal olabilecek kadar bile aldırışımız kalmış mıdır?

301

asymptot | 06 October 2006 11:42

burada 301. madde ile ilgili bir haber var.
genel olarak hrant dink ve elif aşafak’tan söz ediliyor.

“But people like Mr. Dink and Ms. Shafak argue that the legal challenges may be backfiring, under the glare not only of Europe but also among Turks themselves, so that in their view, a law used to stifle debate may be encouraging it. ” düşünce ve ifade özgürlüğü için çıkan yasalar tepkileri de birlikte getiriyor şeklinde düşündükleri söyleniyor.

Roman kahramanına dava

| 16 September 2006 18:23

Yazar Elif Şafak’a “Baba ve Piç” kitabında ki Türk düşmanı Ermeni karaktere söylettiği laflardan dolayı dava açıldı.

İşin komik ve acıklı tarafı kitap Ermenistan’da ki ve diasporada ki Türk düşmanı kesimin kendilerini tanımlama aracı olarak Türk düşmanlığını kullandığını, bundan vaz geçerlerse onaları birleştiren herşeyi kaybedeceklerini söylüyor. Kısaca kitapta ki Türk düşmanı karakter bile aslında olan bitenin artık bir önemi kalmadığını söylüyor.

Yani artık kitap yazarken yazarlar herhangi bir karaktere suç oluşturacak birşey söyletemeyecek. Mesela anlamsız olduğunu gösterseniz bile hiçbir karakter Türk düşmanı olmamalı.

Eylem

buddhala | 07 September 2006 20:02

Arkadaşlar bundan önce belki buna benzer başlık açıldı. Benim haberim olmadı. Ama başka bir haberde “bizlere burdan ahkam kesmek düşer!” lafı benim içime oturdu. Evet burdan böyle klavyenin başında olanları tartışmak veya memnuniyetimizi belirtmekle olmuyor. Niyetim kötü değil. Son derece demokratik yolla neler yapılabilineceğini tartışmak. Ve, evet birşeyler yapmak. Gündem kısmında içte, dışta atılan her adım, her haber politik ve sosyolojik olarak ne kadar kötü durumda olduğumuzu gösteriyor. Gerekli, makamlı insanlar 50 yıldır yapılması gerekeni yapamadı. Ben Türkiye’ nin ve dünyanın 20 senesinden haberdarım, aramızda benden daha yaşlılarda var elbet. Hep birlikte bir imza kampanyasımı düzenleriz artık ne olur, neler yapılabilir bilmiyorum. Bunu bir akıma dönüştürmek değil veya ilgi çekmek kesinlikle değil amacım. Sadece sorunlara çözüm. Başbakan, askerlik dediğin yan gelip yatmak değildir dediği gün, PKK karakolu basıyor, 1 erimiz şehit oluyor. Anneler artık vatan sağolmasın diyor. AB, KKTC ve Ermeni soykırımı nda düğmeye bastı. Kandil Dağı’ nda veya müttefik gördüğümüz çoğu ülkede PKK büro ve askeri antrenman yaparken, Marie Claire’ ın Franız baskısında, PKK lı kadın militanalar özgürlük savaçısı olarak tanıtılırken ve Türkiye gerekli askeri müdaheleyi yapmazken, biz Lübnan da, Asala nın miladı olan yere asker gönderiyoruz. Bunlara artık dur demeli. Etrafımdaki herkes durumdan haberdar. Onlarla olan bitenden konuşmaktan sıkıldım. Yapılan siyasi hatalı hamleleri söylerken, adamlar haberim var diyor.
Dediğim gibi, amacım karışıklık çıkarmak değil. Sadece en demokratik yolla, herkesin huzuruna saygılı bir şekilde, olan bitenler hakkında kendi bildiğini okuyan hatta kendi bildiğini bile okusa razıyım, AB ve ABD nin Türkiye’ yi Kullanma Kılavuzuna uygun davranan laf gücüne sahip birimlere sesimizi duyurmak. Hadi, buyrun ne yapabiliriz?