bildirgec.org

öykü hakkında tüm yazılar

Belgesel Film…

| 13 February 2009 09:55

Soru: Genellikle takip ettiğiniz televizyon programları?
Cevap: Belgesel Film.

Nanook of the North
Nanook of the North

Belgesel Film (Documentary)
İnsan duygularının ön planda olmadığı, eğlenceden uzak, tarihsel, sosyal, bilimsel ya da gerçek olaylarla ve kurguya dayanmayan konularla ilgilenir. Gerçeğin kendisini iletir. Bu tür filmler, tamamıyla belgelere, gerçek insanlara, gerçek mekânlara ve gerçek olaylara dayanır. Belgesel filmin genel amacı; bildirmek, öğretmek, eğitmek, inandırmak ve coşturmaktır.

Bu terim, Fransızların kullandıkları “documentarie” kelimesinden alınmış ve ilk defa John Grierson tarafından, Robert Flaherty’nin 1926’da çektiği “Moana” adlı filmin eleştiri yazısında kullanılmıştır. Gerçeği, bir öykü çerçevesinde değil, gerçekliğinin kendi dramatiği ile aktarır. Lumiera’nın çektiği ilk gerçekçi filmler, bu türün ilkleri olarak görülebilir ancak, dünya genelinde modern anlamda belgesel sinema Robert Flarherty ile başlamıştır.

Nanook of the North : www.filmreference.com
Nanook of the North : www.filmreference.com

Belgesel filmin ilk örneği, Flarherty’nin 1922 yılında çektiği “Nanook of the North” (Kuzeyli Nanok) olarak kabul edilir. Ancak bu tür, sinema tarihine birdenbire ortaya çıkmamış, bir takım süreçlerden geçerek oluşmuştur. Bu yıllardan da öncesine dayanan teknik ve konu bakımından önemli gelişmeler kaydedilmiştir.

hırlı kitap hırsız kitap

aylakadamveben | 10 February 2009 14:57

ilk edgar allen poe kitabımı alışımın-ya da elde edişimin-öyküsünü anlatsam dinler misin..hiç alakasız bi yerde,mecidiyeköyde ve şimdi hatırlamadığım alakasız bi amaç için yürüyodum..zaten anlatacağım şeyin bir amaç olması pek doğal bi durum sayılmaz..winona rider mıydı kleptoman olan..hani ünlü bi mağazadan bi şey çalarken yakalanmıştı..işte ne sattığını o zaman da anlamamış olduğum dükkanın önüne kitaplar koymuşlar,böyle telden dikine tezgahlar olur ya öyle bişi..muhtemelen poe’nun önemini bilmeyen birileriydi dükkan sahipleri..öyle sokak ortasına koyulabilecek adam mıdır poe..bi iki adım kala farkettim poe’yu o anlamsız kitaplar arasında..hiç durmadım hatta yavaşlamadım bile..tereyağından kıl çeker gibi,o durum için pekala kullanılabilirdi..kendi cebimden bişi alır gibi aldım kitabı düşey tezgahtan..poe olması anlamlı..ki poe olmasa bile sırf o çarpıcı ismi için bile çarpılabilirdi o kitap;ölümcül öyküler..şimdi sen diyosun ki;ne mezhebi geniş adam ya,hırsızlık yapmış övünerek anlatıo..dio musun..deme..bak bi iki sene önce,öykü ödülüydü galiba,kazanmış bi kitabın adı”bu kitabı çalın”dı..ağır tahrik altındaydım yani..

Empresyonist Bir Ressam ve Empresyonizm ile Realizm Arasında Bir Oğul…

| 10 February 2009 13:50

Self-Potrait; www.clarkart.edu
Self-Potrait; www.clarkart.edu

Empresyonist ressam Pierre Auguste RENOIR (1841-1919), terzi bir ailenin çocuğu olarak, Limoges’de dünyaya geldi. Ailesi, Renoir daha çok küçük iken Paris’e taşındı. Renoir, ondört yaşından onyedi yaşına kadar, bir porselen atölyesinde; bir porselen ressamın çırağı olarak çalıştı. Çalıştığı dönemlerde, ışık ve renk konusunda epeyce tecrübe edindi. 1862 yılında, Charles Gleyre’nin stüdyosuna girerek, Monet, Sisley ve Bazzile gibi önemli ressamlarla, sıkı dostluklar kurdu. Dostlarıyla, Seine ırmağı kıyısında; ressam sehpalarını kurarak çalışırlardı. Renoir, Monet gibi sadece doğa resimlerinden ziyade, insan figürleri üzerinde duruyordu.


“La loge”; satatic.howstuffworks.com

Renoir’in tarzı; Monet gibi, resimde izlenimcilik veya empresyonizm, yani 19.yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan ve bütün sanat dallarını etkisi altına almış bir akım. Resimde izlenimcilik (empresyonizm), ışık ve renkten oluşan gerçek görsel izlenimleri; ressamların kişisel yorumları ile duygularını da katarak yansıtmasıdır. O dönem itibari ile sanatçıların, kendi duygu ve düşüncelerine göre, var olan nesneleri veya figürleri yansıtmaları; sanatta bir devrim niteliği taşımıştır. Bu akımın öncüleri, Claude Monet ve Camille Pissaro olup, Renoir’i de katabiliriz…

Cesur olmak gerekir bazen…

kahramancayirli | 02 February 2009 11:41

türk aydını neden susuyor? bu yazıda cevabını arayacağım temel soru bu. susuyor çünkü vatandaşlara birer birer düşüncelerini anlatmakla, koca bir toplumun değiştirilebileceğini ıskalıyor. belki de üşeniyor. kendini iyi ifade edemeyeceğini düşünüyor, belki. herhangi bir vatandaşın, zihnine (aydının zihnine) göre gereken altyapıdan yoksun olduğunu varsayıyor da olabilir. okuyor, gözlemliyor, diyelim biriktiriyor sonra öykü, şiir, roman, denemeler yazıyor. yazıyor ama aydının yazdıklarını kaç kişi okuyor? milliyetçiliği güdüleyen tarihi bir roman veya bir kişisel gelişim kitabı yazmamışsa, bir avuç entellektüel. bu ülkenin o bir avuç entellektüelden oluşmadığıysa gün gibi ortada.konuşmaya, uyarmaya çekiniyor, aydın. düşündüğü, makaleler dolusu yazdığı gibi yaşamıyor. kitapları, gazeteleri dolduruyor fikirleri ama kâğıt üstünde kalıyor kıymetli düşünceleri. gündelik hayatta yol alabilmek için aydının daha cesur olması, düşündüğü, yazdığı gibi yaşaması gerekiyor. kuşkusuz, emekleri, ürünleri boşa gitmiyor, ama bu şekilde değiştirip dönüştürmek, güç. sahada da cesaret etmek gerekiyor. camdan şatolarda yazılar kaleme alarak düzelmiyor maalesef, hayat. somuta aktarabilmek gerek cümleleri.bu noktada şöyle bir ayrıma gitmek gerekiyor. aydın etiketi altına adı yazılan oncası, dünyadan bihaber, eleştiriye tahammülü olmayan, toplumdan geride yaşayan insanlar. onları ayrı tutalım. kimleri aydın kabul ettiğimiz de tartışılabilir elbette. etrafındaki insanlara somut faydaları dokunan, toplumunun, kendinin farkında olan herhangi biri, raflar dolusu kitap yazmış, otobüste yanına oturan genci uyarmaya çekinen ünlü yazardan yeğdir. kitaplar da, makaleler de ileriye götürür bir toplumu mutlaka. ama aydın daha bilinçli yaşasa, anlatarak, konuşarak bilinçlendirse etrafındaki insanları da, bu dönüşüm / değişim (kafka’ya selam gönderelim buradan) daha kolay, sağlam ve köklü olmaz mı?

Sinemada Faşizmin Tarihçisi…

| 30 January 2009 10:37

resim:profile.myspace.com
resim:profile.myspace.com

Bernardo Bertolucci (16.03.1941- )
Bertolucci, yazar ve sinema eleştirmeni Attilio Bertolucci’nin oğlu. Parma’da dünyaya gelen ve babasının izinden gitmeyi düşünen genç Bertolucci, edebiyat fakültesine yazıldı. Üniversiteye devam ederken yazdığı “Gizem Arayışında” adlı şiir kitabı ile 1962 yılında önemli edebiyat ödüllerinden olan Vieareggio ödülünü kazandı.

Bertolucci ilk yönetmenlik denemesini, 1961 yılında tanıştığı Pier Paolo Pasolini’ye ‘Accatone’ (Dilenci-1962) adlı filmin yönetiminde asistanlık yaparak gerçekleştirdi. Bu işten sonra 22 yaşındaki Bertolucci, yönetmen olmaya karar verdi ve üniversite tahsilini yarım bıraktı. Aynı yıl içinde tamamladığı ilk yapıtı, ‘La Commare Secca’ (Sıska Vaftiz Anası-1962) adlı filminde bir fahişenin öldürülmesi olayını anlatan Bertolucci; bu filmi amatör oyuncularla çekti.

Yönetmen, ikinci filmi ‘Prima Della Rivoluzione’ (Devrimden Önce-1963/64) ile eleştirmenlerin ilgi noktası oldu. Bununla beraber kendi çevresinden kurtulmayı başaramayan, orta sınıf bir gencin öyküsü seyirciler tarafından tutulmadı ve Bertolucci parasal sıkıntılarla karşı karşıya kaldı. Ünlü yönetmen, sinema çalışmalarına bu sebepten ötürü dört yıl ara verdi.

Faşizme karşı 1969-1970 yıllarında çevirdiği iki filmle Bertolucci, İtalyan faşizmini irdelemeye başladı. ‘La Strategia Del Ragno’ (Örümceğin Stratejisi-1969) adlı filmin konusu: Babasına bir faşizm kurbanı olduğunu ve siyasal geçmişinden dolayı öldüğünü düşünerek tapan bir oğul, onun bir hain olduğunu öğrenir. Bertolucci, burada ince ince hesaplanmış bir anlatım yöntemi kullanmıştır. Alberto Moravia’ nın romanından uyarlanan ‘II Confarmista’ (Konformist-1970) adlı filmi ile Bertolucci, kendi ifadesine göre “Faşizmi burjuvazinin bir hastalığı olarak” tarif eder.

Kitapçı

ozanTi | 29 January 2009 14:58

Bu öyküyü nerede okuduğumu hatırlamıyorum.Muhtemelen bir röportajda okumuşumdur ama notlarım arasına alırken nereden aldığımı yazmamışım.Şimdi ne yazayım diye düşünürken aklıma geldi de notlarıma baktım.İlk okuduğumdaki lezzeti bulunca buraya aktarıyım istedim.Öyküyü buraya aktarıp kendi öykümü de eklemek istiyorum.

Kitapçılık yapmaya karar verdiğim günlerdeydi.Yani, dükkânın henüz boyandığı,rafların ev vitrinin filan yapıldığı sıralar.Kitap almaya başlamamışız daha.Bir akşam, akrabalar eve konuk olarak gelmişlerdi.Yaşı elliyi aşmış bir kadın…Çocuklarının kimini avukat yapmı,kimini mühendis…Evdeki kitapların çokluğuna baktı baktı da… “Evladım” dedi, “Sizin için güç olmayacak mı dükkânın kitaplarını önce eve getirip sonra dükkâna taşımak?” Sağa sola küme küme yığılmış bunca kitap, ticaret için değil de, sadece okunmak için alınmış olsun… “Tövbe yarabbi!”

Bu okuduğunuz bir yerden aldığım öyküydü.Aşağıda okuyacağınızsa benim öyküm:

şiir gibi, güzel gibi: sevim burak

kahramancayirli | 26 January 2009 16:17

şiir gibi, güzel gibi: sevim burak
şiir gibi, güzel gibi: sevim burak

ince iş şiirler öyküler sevmeyen birinin atlaması gereken bir yazı, bu. hatırlatalım.
iyi bir öykü yazarından söz edeceğim çünkü tüm yazıda. sevim burak’tan. umarım bu yazıdan sonra en azından bir kişi gider güzel bir sevim burak öyküsü okur. tiyatro oyunu da olur. fark etmez.
elli iki sene yaşamış, burak. alman lisesi’nde okumuş, lisenin orta bölümünün peşinden… …mankenlik yapmış, kendi açtığı modaevini yönetmiş. iki defa evlenmiş ayrılmış, ikinci eşi ressam ömer uluç’la bir süre nijerya’da yaşamış (afrika dansı adlı kitabında belli ki burada gördüklerinden etkilenmiş, yazar). kalp rahatsızlığından öldüğü yazılır yaşamöyküsünün anlatıldığı her yerde ama intihar ettiğini hissettim. bana öyle gelmiş olmalı.
geçen sene tesadüfen afrika dansı’nı okumuştum. birçok şeye farklı, özgün diyoruz hayatta ama bu kadının metinleri gerçekten çok farklı. sayıklama gibi, şiir gibi (şiir bir sayıklama mıdır soru işareti), güzel gibi. hatta çok güzel. şu adresten biraz tadın isterim.
ama gerçek sevimburakseverler bilirler ki esas iş, yanık saraylar’dır. yanık saraylar, bambaşkadır, (bence) gerçek edebiyattır, edebiyata böyle çığlıklar lazımdır arada, yoksa yazar uyur okur uyur, bir şey değişmez. yanık saraylar’dan bir kuple isteyenleri şöyle buyuralım.
burak’ın erken gidişiyle yarım kalan bir romanı var: ford mach I. bu kitabı önerip önermemekte yönsüzüm şimdilik. bir romanı da olduğunu duyun diye söz ettim. everest my lord – işte baş işte gövde işte kanatlar ise : iki oyunu ve daha daha öyküleri.
1985’te devlet tiyatroları’nda sahnelenen sahibinin sesi, burak’ın bir başka eseri. türk edebiyatını yetersiz, sığ, dünya edebiyatı karşısında cılız gelenlere özellikle. sevim burak’ın her satırı her cümlesi ayrı ayrı okutulmalı. şiir gibi öykü nasıl yazılırmış, öyküde kapalı, simgeli anlatım nasıl olurmuş, her yazdığının altı çizilmeli. çizilmeli. çizilmeli.
sevim burak okunmalı. diğer sıkıcı yazarlara öykülere şiirlere romanlara kağıtlara inat.

yaşar alptekin, reha yeprem ve diğerleri

kahramancayirli | 14 January 2009 14:31

yaşar alptekin
yaşar alptekin

dün internette gezinirken yaşar alptekin’in hac fotoğraflarına rastladım. yaşar alptekin, sizin de muhtemelen tanıdığınız 80 ve 90ların gözde manken ve oyuncusu. 2000li yıllarda ise kadın programlarında dini ritüellerini nasıl yerine getirdiğini anlatır oldu.

reha yeprem
reha yeprem

ki nedense yılan yollu beynim bana derhal reha yeprem’i hatırlattı. zehirli bal adında bir kitap da yazmıştı hatta, işte genç bir erkek mankeni hangi tehlikeli tuzakların beklediğine dair. en son samanyolu televizyonunda eşiyle birlikte bir programı sunarken rastladık kendisine. bu yakışıklı adamların orta yaşlarından itibaren din’e bu kadar yaklaşmalarının sebebi (belki geçmişte de yakınlardı ama bu denli açığa çıkarmıyorlardı) ne olabilir ki. şöhretin bir gün kaybolacağı endişesi, insanın düşmekten tırsacağı büyük manevi boşluk korkusuyla birleşirse bu tür gelişmeler olabilir. zaten bu tür u-dönüşleri yapan birçok insan vardır etrafınızda, o iki manken göz önünde oldukları için dikkatimizi celbetmiş bulundu.

2008 biterken. yılın en iyi kitabı?

kahramancayirli | 30 December 2008 10:58

bu yılın da en çok tartışılan edebiyatçısı: orhan pamuk
bu yılın da en çok tartışılan edebiyatçısı: orhan pamuk

Yeni yıla girmemize tam bir hafta kalmışken geçen yılı değerlendirelim isterim. Geçtiğimiz yıl içinde en çok severek okuduğunuz kitap hangisi oldu?

esaslı okurlarının pek beğenmediği siyah süt ile: elif şafak
esaslı okurlarının pek beğenmediği siyah süt ile: elif şafak

Bu yıl en çok satan kitapları biraz sayarsak değerlendirmemiz daha kolay olacak muhtemelen: Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi epeydir beklenen bir romandı ve elbette çok sattı. Murathan Mungan’ın Kadından Kentler’i de uzun haftalar boyunca listelerin üst sıralarında yer aldı.