bildirgec.org

kadın hakkında tüm yazılar

seks dosyası

taha3045 | 19 December 2009 10:27

Yapılan araştırmalara göre insanların yüzde 54 ü iş yerinde seks yapıyor,erkekler uykuda 9 kez ereksiyon olabiliyormuş. Bu ilginç bilgilerin devamı burada:Çarpıcı seks gerçekleri

Amerika’da yapılan başka bir araştırmaya göre ise hadım edilmiş erkekler cinsellik yaşayanlara göre ortalama 13 yıl daha çok yaşıyorlar.Seks kazaları ise yılda 11 bin kere meydana gelmekte, devamı..

Roma imparatorlugu kadınları

nazokiraze | 18 December 2009 17:16

Roma İmparatorluğu’nda kadınlar diğer toplumlara göre daha özgürlerdi.Gezmek,tiyatroya gitmek, akraba ziyaretleri konusunda her türlü izne sahiplerdi.Ancak hukuklarına göre kadınların evlat edinmeleri,çocukları üzerinde hakları yoktu.

İmparator Augustus üst sınıf kadınların evlenip, çocuk doğurmalarını ön gören yasayı çıkardıgı zaman , pek çok kadın bu zorlamaya tahammül edemediği için kendi istekleriyle fahişelik yapmaya başladılar.Böylece bu kurallardan kurtuldular.

Bu gelişen olaylar, evlenecek kızlara ceza yaptırımı da beraberinde getirdi.Üçten fazla çocuk sahibi olan kadınlara ödüller verilmeye başlandı.Ancak sonraki hükümdar Tiberius, üst sınıf kadınların fahişelik yapmasını engelleyen bir yasa çıkardı.

Antik Yunan kadınları

nazokiraze | 18 December 2009 10:45

Antik Yunan devrinde kadın tamamen babasının hükmüne bağlı bir yaşam sürerlerdi.

Atina’da üst düzey kadınların dışındaki kadınlar dışarıda yüzünü örterken ,şölenlere alınmazken Sparta’da kadınlar ile erkekler eşit haklara sahipti.Kızların da erkekler gibi eğitim alması sonradan Atina’da da uygulanmıştır. Sparta bu serbestliği yüzünden pek çok kere eleştirilmişti.

Kadınlar genellikle bol giysiler giyerler,mücevher ve kozmetik kullanırlardı.Yunan kadınlarının şıklık ölçüsü, yüzlerini beyazlatan pudralar, boyanan tırnaklar, sürülen esanslar ve enselerine yaptıkları topuzlardı. Galenadlı hekim Yunan kadınları sürsün diye yağlı krem yapan ilk kişidir.

seks konulu

admin | 09 December 2009 18:12

Seks bağımlılığı son yıllarda sık duyulan bir hastalık haline geldi.Ekonomik kriz, ilaçlar, hormonlar bunu tetikliyormuş.Seks bağımlısı olarak nitelendirilmek için belirli kriterler var, sıksık cinsel istek duymak bağımlılık demek değil. Uzmanlar kişinin sosyal hayatını etkileyecek ölçüde olan isteklere seks bağımlılığı yönünden yaklaşmakta.

Saatlerce porno sitelere giren, bir kaç kez mastürbasyon yapan, sürekli seks yapan ,seks düşünmekten işini yapamaz olan kişilere bağımlı denilebilir.Bu rahatsızlık biyolojik veya psikolojik kökenli olabilir, bu saptandıktan sonra psikolojik veya ilaçlı tedavi ile büyük başarı sağlanıyor. Bu sorun erkeklerde kadınlara göre daha fazla görülüyor.

sır

astral | 26 November 2009 12:55

Bir sır vereceğim: Küçük, zararsız bir sır… Dünden yayılan, bugünden önce; kendini hep vareden, hep varedecek olan ufak bir fısıltı. Yalnız bir fısıltı…

Bazen yorgun bazen bir savaşçı bazen yalnız bir anıdan ibaret olan…

Hala devam eden, hep edecek olan. ‘Herkes ölür biz kalırız…’ diyen; anılan, anılacak olan, çok çok sonraları dahi hep duyulacak olan küçük küçücük mısralar… Yılların izi olan mısralar…

Söylesem geçmez, öpsem dokunmaz detirten, içinin titrediği kış akşamlarında evine dönerken arkanda duyduğun ayak sesleri kadar yalnız bir o kadar bunaltıcı izler…

ilk doktoralı kadın :Elena Lucrezia Cornaro Piscopia

nazokiraze | 24 November 2009 18:04

Elena Cornaro Piscopia (Elena Lucrezia Cornaro Piscopia) Venedik’te dünyaya geldikten yedi yıl sonra Latince ve Yunanca öğrenmeye başlar, ancak öğrenme arzusu herşeyin önüne geçer ve Elena henüz çok gençken Fransızca, İbranice, İspanyolca, Arapça gibi dilleri, matematik, ilahiyat ve astronomi gibi ilimlerde de ne kadar kabiliyetli oldugunu ispat eder. İlim ve yabancı dil konularının dışında müzik konusunda ne kadar yetenekli oldugunu pek çok müzik aleti çalarak gösterdiginde henüz onyedi yaşındadır.(o yaşta uzman müzisyen olarak otoritelerce kabul edilir)

Padua Üniversitesi‘ne girdiğinde 26 yaşında olan Elena Cornaro’nun hedefi ilahiyat konusunda doktora yapmaktır, ancak buna o dönem din adamları asla sıcak bakmaz, çünkü bir kadın bu alanda doktora yapmamalıdır.Babasından bu konuda tam destek alan Elena yaptıgı başvurularına cevap alamaz, ancak ısrarcı oluşu ve bilgileri din görevlilerini de etkiler, hatta üniversite yetkilileri din adamlarını protesto eder.Doktora yapması kabul edilir ancak ilahiyat bölümünde değil, felsefe bölümünde.Doktora tezi sınavı ise kalabalık oluşundan dolayı tiyatro salonunda yapılır.Babası tarafından kendisine çalıştıgı üniversite yakınında bir ev satın alınır.

KADINLAR ERKEKLERLE EŞİT MİDİR

bellybul | 09 November 2009 20:11

Kadınların erkeklere eşit olduğu masalını bence kadınlar değil erkekler uydurmuştur. Çünkü bu eşitlikten kadınlar değil erkekler yararlanmaktadır. Kanun önünde kadını, erkeği osu busu yok herkes eşit, buna bir itirazımız yok bunun bir alternatifi de yok. Ancak yaşamın içinde kadın neden erkeğe eşit olsun ne münasebet? Doğa “siz eşit değilsiniz” diyorken “illa da biz eşitiz” demenin alemi ne. Bu durum en çok kimin işine geliyor bir düşünün bakalım. “Kadın erkek eşit değildir, olmamalıdır”. Erkekler kendi işlerine, kadınlar da kendi işlerine bakmalıdırlar. Erkekleşmiş kadınların olduğu dünya daha fazla mutsuz insan yaratmaktadır. Kadınlar “erkeklerle eşit değiliz” diye ortaya çıkın ki çıkarlarınız korunsun. Bu düşünce bir erkek oyunudur, oyuna gelmeyin!

Kadının toplumda değişen yeri ve rolü

bursk | 07 November 2009 15:42

Değişen toplumda kadının toplumsal rolü nedir ve nerden nereye gelmiştir? Geldiğimiz noktada, kadının konumunda tarih öncesi çağlardan bu yana niteliksel anlamda birbirine taban tabana zıt iki büyük değişimin yaşandığını saptayabildiğimizi söyleyebiliriz. Zıtlıklar, söylence ve inanışlara olduğu gibi yansıdılar. Değişimin miladı İÖ 3000’li yıllardı. İÖ 3000 öncesinde kadın, ekonomik ve toplumsal işleyişte büyük roller üstlenmiş, önemli değerli, saygın, sözü geçer ve tanrıçalığa yükseltilmiş sevgili bir varlıktır; sonrasında ise yere düşmüş bir yıldız. Toplumsal üretimden dışlanmış, değersizleşmiş, saygınlığını yitirmiş; üstelik bir de ilahlar dünyasından kovulmuştur. Peki bunlar nasıl olmuştur?Isı yükselişinin ardından geçen beş-altı bin yıl sonra Yakındoğu olarak bilinen bölgede yaşayan şanslılar, tarımsal üretime başladılar. Özellikle Mısır ve Mezopotamya’ da gelişimin hızı alabildiğine boyutlanmıştı. Buralarda ortaya çıkan oluşumlar, diğer bölgelerde daha sonra beliren sistemlerin prototipleri oldular. Dolayısıyla kadının konumuna ilişkin değişme ve gelişmeleri tüm boyutlarıyla yansıtan veriler, Yakındoğu’nun prototip yaşamları içinde ayrıntılı bir şekilde bulunmaktaydı. Böylece İÖ. 6000 sonrası için veri edinme merkezi bu bölge oldu.Paleotik (Yontma Taş) Çağlarda kadının konumuna bakacak olursak; örneğin Alt Pleotik Çağ’daki insanlar yaşadığı dönem boyunca yiyeceğini ortaklaşa elde etti ve tüketti. Dişileri, fiziksel ve büyolojik yapı farkı ve doğurgan nitelikleri nedeniyle, av etkinliklerinde sınırlı bir rol üstleniyordu. Buna rağmen toplumu oluşturan bireyin dünyaya gelişine aracılık eden dişi, bu rolüyle “yaşamın devamını garantileyen bir kimlikle” algılanmış ve kimliği ona büyük değer kazandırmış olmalıdır. Çünkü ilkelin sezgi gücü, türün devamı açısından, bireyin tek başına bir “hiç” ancak topluluğun “herşey” olduğunu söylemektedir. Kadın doğurgan yapısıyla toplum içinde önemli bir yere sahipti, ancak değerinin kaynağı yalnızca cinsel işlevi değildi. Erkeğin getirdiği eti işliyor ve onun avı ele geçirmesinin rastlantılara bağlı olduğu koşullarda, topladığı ürünler topluluğun beslenme sorunun çözümünü ciddi bir biçimde güvence altına alıyordu. Orta Paleotik’ de ise “Neandertal” adamı için kadın oldukça değerli ve önemli bir varlıktır. Mağara resimleri ve taştan yapılma figürler ona olan ilgiyi kanıtlar. Üstelik bu dönemde kadın toplayıcılıkta uzmanlaşmış bir anadır. Bu ona meyve cinslerini, yabani tahılları,mantarları çok iyi tanıma fırsatı vermiş ve yaralanan erkekleri için gerekli olan ilaçları bilmesini sağlamıştır. Üst Paleotik de ise verimlilik simgesi varlığı ile ana ve ata rolü onu farklı bir işlevi daha üstlenmeye götürmektedir: Tanrıçalık.Kadının tam anlamıyla yükselişi ve anaerkil düzenin doğuşu Mezolitik(Orta Çağ) Çağ’ a denk gelir. Mezolitik evrenin başlangıcı günümüzden on iki bin yıl önce, Würm Buzulu’nun sona erdiği bir döneme denk gelir. Bu dönemde önceki çağlardaki özellikleri daha belirginleşti.(doğurganlık,toplayıcılık..)Tarımın icadının ve anaerkil düzenin yapılanmasının gerçekleştiği ve günümüzden altı-yedi bin yıl önce başlayarak Endüstri Devrimi’ne kadar uzanan bir süreci kapsayan Neolitik (Yeni Taş) Çağda ise tarımın mucidi kadındı. Toplayıcılıkta bitikinin yaşam döngüsünü izleyen öğrenen toplayıcı kadın, tohumu barındıran başağı ne zaman ve ne kadar kesmesi gerektiğini öğrenmişti. Öğrendiği bir diğer şeyde başakların tümünün kesilmemesi gerektiğiydi. Çünkü kalan tohumlar yeni bitkinin oluşumunu sağlamaktaydı. Burada dikkat çekilmesi gereken diğer bir husus kadın ve toprak özdeşliğiydi. “ Toprak bizim annemiz, gök bizim babamız. Gök toprağı yağmurla döller ve yer bitki ve tahıl verir.bu inanış tarımla ilgili pek çok inanışın ana temasını oluşturur.” Ayrıca bu dönemde kadının çok yönlü etkileri de olmuştur. Buğday ve arpayı işleyen, ekmeği yapıp yemeği pişiren, onları saklamak için çömleği de icat eden kadındır. Üstelik hayvanların evcilleştirilmesininde çok etkin rol üstlenmişlerdir. Çitlerin arkasında tutulan ve kadınlar tarafından beslenen hayvanların bir süre sonra yavrulayarak çoğaldığı gözlenince hayvancılık ve evcilleştirme doğmuştur. Ancak hayvancılığın sürdürebilmesinde erkeğin gücüne ve emeğine duyulan gereksinme, erkeğin de toplumsal alanda önemini yükselten bir faktör olmuştur. Bunun yanında, bu çağda kadın, sevilen, sayılan, koruyucu, üretken, merhametli ve aynı zamanda büyülü güçler taşıyan,toplumun atası bir tanrıçaydı. Kadın artık göklerdeydi ve Erken Neolitik dönem sonuna dek bu konumunu sürdürdü.Geç Neolitik Çağ’ da ise anaerkil düzenden ataerkil düzene geçiş başlamıştır ve alyapısal değişimler kendini göstermiştir. Bu konuda en önemli göstergeler Sümer’ den sağlanır. Sümer tarihte gelişmenin dinamiği olmuş pek çok ilke imza atmış bir delta uygarlığıdır. Saban, tekerlek, çömlekçi çarkı, çivi yazısı, yelkenli tekne ve ilk yasa metinleri onların ürünleridir. Bu ürünlerin hepsi önceki yaşam biçimlerini temelinden sarsmış, yepyeni oluşumların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Burada belirtilmesi gereken ise bu aletlerin erkekler tarafından yapılıp üretildiğidir. Önceki çağlarda kaba taşları yontan ve av işlerinde kullanalar ya da bakıra şekil verenler onlar olduğundan, bu aletleri de onların bulması kaçınılmazdı. Bu durum onlara yeni ekonomi içinde önemli bir güce dönüşme fırsatı verdi. Üretim etkinliğinde kadının ve erkeğin üstlendiği rollere dair deiğişimler böylece başlıyordu. Erkek sabanı icat etmemekle kalmamış, aynı zamanda değerli aletini öküze de koşmuştu. Öküze koşulmuş sabanın gerisindeki erkek, kadının çapayla sürebileceğinden çok daha büyük bir alanı işlemekteydi. Toprak verimli, aletler gelişkindi. Sonuçta beklenen verim elde edildi ve üretim artışı gerçekleşti. Böylece toplum,varlığını erkeğin emeği ve üretip mülkiyetinde bulundurarak kontrolünü de elinde tuttuğu aletler üzerinde gelişmeye başlamıştı. Aynı durum çömlek ve dokuma tezgahı konusunda da geçerliydi. Bu örneklerden şu yargı çıkartılabilir: “ Kadının el işi, erkeğin “mekanizma endüstrisi” karşısında yenilmeye mahkumdu.” Nitekim bir süre sonra, ekonomik yaşamda emeğiyle öne çıkan erkek, sosyal yaşamda da nüfuz ve etkisini artıracak ve yeni koşullara uygun, baskın bir güce dönüşecektir.Geç Neolitik’ e kadar sosyoekonomik yapı içerisinde üstlendiği rol bakımından erkekten daha önemli bir pozisyonda olmasına, itibarının yüksekliğine, hatta tanrıçalaştırılmasına rağmen, kadının erkekle eşit haklara sahip olduğunu belirtmiştik. Baskıyı, otoriteyi temsil eden bir cins değildi kadın. Ancak Geç Neolitik’ in yeni ekonomik yapısı içinde beliren olgular, erkeğin yalnızca emeğini ortaya çıkarmakla kalmadı, aynı zamanda onu baskın ve otoriter bir güç olarak da ortaya çıkardı. Üstelik erkeğin egemen olduğu sosyoekonomik yapılanma içinde üretimin ve paylaşımın niteliği eşitlikçi ve komünal olmaktan uzaktır. Nitekim yeni yapılanmada erkek, kadını alabildiğine ezerek aşağılamış, özgürlüğünü elinden alıp toplumsal konumunda büyük bir altüste yol açmıştır.Yeni düzenin, insan onuru ile bağdaşmayan yeni düşünüş biçimlerinin bir kısmı kadınlarla ilgiliydi ve bu düşünüş biçimi içinde kadına biçilen değer, onun ikincil ve aşağı konumunun kendisi ve toplum tarafından kabulünü garantilemekteydi. Ancak değişim,doğanın ve tarihin diyalektiğinin gereği olan evrensel ve süreğen bir olgudur. Her bir değişim başka değişimleri de tetikler ve böylece yavaş yavaş geçmişin üzerinde yeni yapılanmalar belirir. Kadının toplumsal konumundaki aleyhte değişim, dönemin altyapısal gelişme ve değişmelerin bir sonucuydu. Sonraki süreçte devam edegelen diğer gelişme ve gelişmeler bu sonucu da değiştiricek, kadın açısından yeni yapılara uygun düşen ilişkiler ve düşünüş biçimleri oluşturacaktır. Önceki yapıların inatçı unsurlarının, yeninin kararlı yürüyüşü karşısında aşınarak çatlaması ve yerini yeniye bırakması kaçınılmazdır.

Karşılıksız Sevgi Varmıdır? bu aşk mıdır?

yavuz ile | 03 November 2009 10:50

Çok bilindik bir cümledir. “Seni herşeyden çok seviyorum”. “seni karşılıksız seviyorum”
Sizce ne kadar doğrudur bunlar?
Sevgi, aşk kadın erkek ilişkileri belkide çoğu insanın hayatının merkezindedr her an. Sevmeler, peşinden koşmalar, kovalamalar, kaçmalar. Hayatın akışı içinde keyif veren bazen üzen zamanlar.
Bu kovalamaca sırasında çiftlerin en sık karşılaştıkları durumlardan birisi de birbirlerini neden sevdikleri sorusudur.Bu soru akıllara ne zaman gelir onu çok bilmiyorum ama bu soru sorulmaya başladığında eminim herkes birbiriini karşılıksız sevidğini söyleyecektir, söylemiştir ve hatta şu an bir yerlerde söylenmektedir. Dünyanın en çabuk farkedilen belkide en zararsız yalanlarından birisidir bu . Halbuki herkes severken bir beklenti içindedir, her sevginin karşısında herkes ilgi bekler sevgi bekler kimi güzel zaman geçirmek ister. Eğer karşısındaki kişi ona istediğini veremiyorsa, ve öteki de hala ondan sevgi bekliyorsa bu bir süre sonra o güzel hastalığa yani asşka dönüşebilir. aşkın bir diğre tarfi bu olabilir mi sizce?