Bir sır vereceğim: Küçük, zararsız bir sır… Dünden yayılan, bugünden önce; kendini hep vareden, hep varedecek olan ufak bir fısıltı. Yalnız bir fısıltı…Bazen yorgun bazen bir savaşçı bazen yalnız bir anıdan ibaret olan…Hala devam eden, hep edecek olan. ‘Herkes ölür biz kalırız…’ diyen; anılan, anılacak olan, çok çok sonraları dahi hep duyulacak olan küçük küçücük mısralar… Yılların izi olan mısralar…Söylesem geçmez, öpsem dokunmaz detirten, içinin titrediği kış akşamlarında evine dönerken arkanda duyduğun ayak sesleri kadar yalnız bir o kadar bunaltıcı izler…Söylesem geçmez, öpsem dokunmaz…Gün olur, olur ki; akar düş geceden önce senden sonra ve işte herşey ondan sonra… Adını sen fısıldadın, tekrar ben fısıldayamam. Uyuyakalan sen, epeydir uyuyamayandın. Ki, bu bir yandan da -her yandan da- şu anda ne kadar huzurlu olduğunu gösterir.Başka bir zamanda ben seninle konuşurken, anlatırken uyuyakalmana çıldıracak olsam da, şimdi mutluluğum oluyor. Biliyorum ki, sen uyuyamayandın. O yüzden karşılaştık zaten. İki uyuyamayandık. İki yolcuyduk. İki yol alandık. Şimdi birlikte yol almaya karar veren -vermek üzere olan- iki yolcuyuz.İçimde bir heyecan. Hayatıma kalma- kalacak olmanın heyacanı…Çünkü huzursuz değilim. Çünkü içimde hiç tasa yok! çünkü her yerde sen varsın. Her resimde sen…Çünkü her yazıda sen yazıyorsun. Herkes seni anlatıyor, herhangi bir filmden bahsetse de. İş saaatlerinde dahi sen varsın. Sana kavuşmak var. Kavuşacağımızı bilmek var. Bilmek ah, ne büyük bir huzurmuş bu; ah!!!Bir ay önce, ‘şu an böyle bir huzur duyacağımı söyleseler; ‘hangi rüyadan bahsettiğini’ sorardım.Yeni kokular duyuyorum. O kokuların hangisinin sana bana olacağına bakıyorum. Yeniden hayal ediyorum. Yeniden değil, yazgıma/yazgımıza adını koyacak hayalleri koyuyorum resimlerimde. Bunun ilk defa olacak kadar, ilk defa denilecek kadar gerçek olmasını diliyorum Tanrımdan ve meleklerden… Seni diliyorum. Hayatıma kalmanı diliyorum…Hoşgeldin.Heyacanlıyım. Mutluyum. Üretiyorum, üretiyorsun ve sen de mutlusun. Bunu görmek nasıl hoşuma gidiyor, hayattan beklentisi olmayandın. Yeni yazgılara- bizim yazgımıza yeni sayfalar açıp; kendi cümlelerimizle yeni fısıltılar, esintiler bırakacağız yeryüzüne-Gaia’ya ve Gaia’da mutlu olacak tüm bu olumluluktan…İki yorulmuş ruh, bir köprüde karşılaşmış… İki yorulmuş ırmak; donmaya yüz tutmuşken güneş gülümsemeye başlamış… Yüzümüz gülüyor…Şimdi her okuduğum kitabı sana anlatma özlemi, şarkılar başka güzel; şehrimin her mekanı başka bir şehir gibi… Şimdi sen varsın ve hiçbir yer daha önce adım atılmamış gibi.-‘Naber bebek?’ diyen ses… Telefonu açtığımda bu sözü duyduğumda diyeceklerimi unuttum ya da diyeceklerimin manası kalmadı. Zaten mana sesini- sıcaklığını duymaktı. Evime (Evim: senin göğsün, kalbinin tam üstü; işte huzur. ‘Buldum!’ dediğim tek mekan; sen. Senin ruhun.) kafamı dayamaktı. Sonra sözsüz fısıltıların kalbime akmasını beklemekti. Yanımda ol, kafam göğsünde olsun, an dursun, an bizim olsun. Artık zaman biz’e yazsın…Hoşgeldin…