bildirgec.org

hüzün hakkında tüm yazılar

Anneler günü bitti ama….!

darjeeling | 14 May 2007 21:07

Anneler günüm buruk geçti..
Ne annemin böyle bir günde yanımda olması, ne ona aldığım hediyelerin yüzünde yarattığı gülücükler ne de ona sarılıp koklamam bugünü mutlu geçirmeme yetmedi.
Annem, kah yanında olayım kah olmayayım bugünü ağlayarak geçirdi. 7 sene önce kaybettiği ve bir daha asla göremeyeceği annesinin acısını en çok bugün belkide içinde hissetti.Gidemedim üstüne. ‘Ben burdayım bak’ desem de yersizdi.Bana hep gülümsedi ama mutsuzdu.Boncuk mavisi gözlerinden yaşlar süzüldü ve ben sildim.
Gece yattıktan sonra tek birşeyi düşündüm.Tanrım bana 3 kuşak mutluluğu uzun uzadıya yaşama fırsatı ver, gidebildiği yere kadar gitsin, göreyim dedim..

Hüzün nedir, biliyor musunuz?

| 22 April 2007 17:38

Hüzün nedir biliyor musunuz… Bir çocuğa son paranızla alıp verdiğiniz çikolatanın yere düşmesidir… bir pazar günü bir aileyi uzaktan izlerken aile reisinin gelip sizden fotoğraf çekmenizi istemesidir… dünyada insanlar açlıktan ölürken yediğiniz yemekten utanmanızdır… kimsenin gelmediği bir adada, kimsenin gelmeyeceğini bile bile beklemektir…
gecenin en güzel saatlerinde ayın yansımasını demir parmaklıklar arasında izlemenizdir… Nöbette beklerken size sıkılan kurşunla yere yığıldığınızda, elinizin sevdiğinizin vermiş olduğu mendile gitmesidir…. Çöp kutusundan bulduğunuz atıl bir oyuncak arabayı akşam çocuğunuza getirmektir… Yaşlı bir insanın yıllardır yaşadığı eşini kaybettiği halde çocuklarına destek olmasıdır… hüzün; bir kaybedişe gülümseyiştir, hüzün; hayatın güzelliğini görmektir en büyük acılar içinde, hüzün; peş parasız sokaklarda gezerken cebindeki son parayla aldığı ekmek arası döneri bir kediyle paylaşmaktır… Hüzün nedir biliyormusunuz; 16. kattan aşağıya atladığınızda yüzünüzdeki gülümsemenin kaldırımda çıkmasıdır…

Mutsuz Kraliçenin Hikayesi-4(VE MUTLU SON)

| 14 March 2007 01:20

Yaz gelmişti sonunda.Çok mutluydu kraliçe…Evet artık mutluydu,herkes mutlu olmasını istedikten sonra niye mutlu olmasındı ki…

Yaz gelmişti…Cem Karaca’nın “Bu Biçim” şarkısını dinlerken,içini bir yandan huzurla doldurup biryandan da hüzün takviye ediyordu.
….
Hiçbir kadın hiçbir erkeği ve hiçbir erkek hiçbir kadını
Bu biçim bu biçim sevmedi
Yokluğu ekmeğe katık edip sevgiyi açlığa eklemedi
Gözyaşlarının hiçbir teki bu biçim düşmedi
….
Neden hüzünlüydü?Bütün insanlar hüzünden kaçarken mutsuz kraliçe seviyordu bazen hüzünlü olmayı,seviyordu duygulanıp gözünden iki damla yaş akıtmayı,hüzün anlarında dudaklarında beliren gülümsemeyi de çok seviyordu.Çiceği,böceği,herşeyi seviyordu artık,10 yaşına gelmiş kocaman kızını,onun babasını ve yaz aylarını… “Mutsuz Kraliçe” diye adlandırılmamalıydı şimdi,dudaklarındaki gülümsemede,arada sırada akıttığı iki damla göz yaşında saklıydı huzuru ve mutluluğu mutlu kraliçenin.Sevenleri mutlu olmasını istemişlerdi,hüzün yakışmıyordu onun masum yüzüne.Ne olur mutlu olsun kraliçe artık demişlerdi.

Hüzün…

bluesband | 03 March 2007 23:32

Karanlık bir oda , mum ışığı ve gözyaşı.Nerden geldiği belli olmayan bir hüzün hissediliyor göğüs kafesinin üzerinde.Yüzeysel bakışlarda mutlu olmaya engel hiçbirşey görülmüyordu.Çünkü derinlerde – bilinmeyen kadar uzak – gizli olan , kendini arasıra dışa vuran bir acıydı bu.Uçurumun kenarına iten bir duygu, derinlerde bir kaygı.Ne kadar mutlu olunursa sonunda o kadar acı oluyor hayatta ve hiçbirşey istediğimiz gibi olmuyor ancak herşey yaşanılanlarla devam ediyor…

hüzün…

hüzün…

LORDoftheNADA | 14 February 2007 12:14

Balina penisi

kopanisti | 31 January 2007 13:05

Balina. Dünya denizlerinde yaşayan en büyük memeli. Filmlere ve pekçok romana konu oldu yıllarca. Mobidik, Orca, Özgür Willy ve diğerleri. Avlandılar yıllarca acımasızca. Dişinden kuyruk ucuna kadar tüm bedenlerini acımasız ve düşüncesiz insanın kullanımına sundular. Ve onlar da tıpkı insanlar gibi ağladılar yavrularını yada ailelerini kaybedince.

Amerika. Yeni Dünya. Avrupa’dan pek çok insan yeni bir hayat kurmak için, yeni umutlarla gemilerle bu kıtaya gitti. Atlas Okyanus’undan geçerken hepsinin hayalleri vardı. ‘’Makarnacı’’ lakaplı Al Capone da bu gemilerden biriyle kafasındaki hayallerle genç yaşta yolla çıktı. O’nun hikayesi de onlarca kitaba ve filme konu oldu. Ama buradaki konumuz O’nunla değil balinalarla ilgili.
Rum asıllı bir ailenin 1906 yılında İzmir’de bir bebekleri dünyaya gelir. 17 yaşına kadar İzmir’de yetişir genç bir delikanlı olur, 1923 yılında Anadolu’nun işgalden kurtuluşu sonrasında, yangın yerine dönen İzmir’de, harabelerin içinden içkiler ve eşyalar toplamaya başlar bunları yabancılara satmakla para kazanmanın zevkini tadar. İlk işadamı olma tohumları burada atılır. Bir süre sonra ailesiyle birlikte İzmir’den ayrılır ve tek başına Cenova’ dan Arjantin’e giden bir umut gemisiyle açılır Atlas Okyanusu’na. O’nun da kafasında hayalleri vardır mutlaka, okyanus kokusunu alırken, balinaları seyrederken, güneşin batışını izlerken geleceği hakkında planlar kurar. Kısa süre sonra Arjantin pasaportuyla bir tütün şirketinde çalışmaya başlar, telefonlara bakar ama tatmin olmaz kazandığı paradan. Yavaş yavaş Türkiye’den tütün getirtmeye ve bunu büyük şirketlere pazarlamaya başlar. Genç yaşta çok paralar kazanır. Bildiğimiz asıl şöhretini 1930 yılında yakalar. Ekonomik kriz ile birlikte o ana kadar biriktirdiği paralarını nasıl değerlendireceğini düşünürken, okyanus geçişi sırasında gördükleri önemsiz şeyleri hatırlar ve bir anda ne yapacağına karar verir. İflas eden bir Kanada şirketinden fırsatçılığını da kullanarak çok ucuz fiyata 6 tane gemi satın alır. Artık o Armatör Onasis’ tir. Savaş zamanı silah ve eşya taşıma işini başarıyla sürdürür. Devletlerden büyük paralar kazanır. Arkadaşları artık devlet başkanlarıdır.

2.dünya savaşı sonrasında ise Yunan ortağı Costa ile birlikte bu gemilerle balina avcılığına başlar. Hatta daha da ileriye gider balinaların göç yollarını inceleyen bir bilim kuruluşundan sızdırılan bilgilerle sürülere saldırmaya başlar. Balinaların göç yollarına dalar. Kazandığı paralar az gelir, tutamaz kendini balinaların sevişme ve yavrulama alanlarına da girer, tam bir katliam başlatır. İşini ve kazandığı paraya öylesine tutkuyla bağlanır ki tüm sektöre hakim olmak ister. Bu amaçla 1952 yılında Olympic Challeger isimli bir fabrika gemisini denize indirir. Okyanusta avcı gemilerinin katlettiği balinaları denizde işleyen bu gemi aslında 2. Dünya Savaşı sırasında kullanılan bir tankerden, yüzen bir fabrikaya döndürülmüştür. Burada da forsunu kullanmıştır. Katlettiği balinalardan kendisi için parçalar ayırmayı da ihmal etmez. Bu parçaları ileride ünlü yatı Christina’ da kullanma fırsatı olacaktır. Uluslararası kuralları hiçe sayarak avlanmaya devam eden Onasis’in gemilerine 1954 yılında Peru hükümeti el koyar. Onasis’in bittiğini sananlar kısa süre sonra yanıldıklarını anlarlar. Gemilerini sigorta ettirmiş olan Onasis, zekasını burada da kullanmıştır. Bugün genciz yaşlılığımızı da düşünmemiz lazım çalışamaz olursak ne yaparız diye düşünmüş olacak ki tüm gemilerini iş durmasına karşı sigorta ettirmiştir. Balina avının herhangi bir sebeple durması halinde de bu kuralın işleyeceği garantisi vardır genel şartlarda. Sigorta şirketinden her bir gün için yüklü miktarda tazminat almaya başlar. Bu avlandığı günlerden bile daha fazla gelir getirir kendisine. Balinalar kurtulmuştur ama kasaları dolmaya ve tonlarca para kazanmaya devam eder. Sonuçta güme gidecek olan sigorta şirketinin imdadına İngiliz Hükümeti yetişir ve Peru makamlarıyla yapılan görüşmeler ile gemiler serbest bırakılır. Olympic Challenger bu olaylardan sonra da katliama devam eder. Bu kez de Norveç’te yayınlanan duyarlı bir gazete Onasis’in balina katili olduğu yönündeki haberlerini sıklaştırınca işin seyri değişir Norveç hükümeti gemilerin Hamburg limanında tahliye ettikleri 6300 ton balina yağının kaçak ve yasadışı olduğunu iddia ederek dava açar. Bu kez de tutuklanan gemilerden kurtulmanın yollarına arayan Onasis kıvrak işadamı zekasını yine kullanır ve tüm filoyu Japonlara satar.

Gemilerin adları değişir. Bu zenginlik ile şatafatlı yaşamına renk gelsin diye ünlü yatı Christina’yı denize indirir. Ve gemileri de hazır satmışken Avrupa Jet sosyetesinin merkezi Monte Carlo’ya gider. Yıllarca balinaları katlederek tonlarca para kazanan Armatör Onasis, bu kez de insanlardan para emmeye devam edecektir. Savunmasız ve masum balinalar kendi istekleri dışında av olmuştur, para kazandırmıştır O’na oysa insanlar kendi ayaklarıyla giderler Monte Carlo’da açtığı kumarhanelerde emilmeye. Paralarına para katmaya devam eder. Zenginleştikçe zenginleşir. Avrupa Jetsetini, hatta Amerika Başkanı Kennedy ve güzel eşi Jacklyn’i bile yatında konuk eder çok sıkı dost olurlar. Yıllardır katlettiği balinalardan topladığı dişleri ve penisleri Christina’nın iç döşenmesinde kullandığını konuklar biliyor mudur, ya da koltuklara oturan jetset neyin üstüne oturduğunun farkında mıdır bilemeyiz ama yatın barındaki sandalye ve koltukları balinaların penis derisiyle kaplatmış, ayak dayama yerlerinde balinaların dişlerini kullanmıştır. Bunları bilemeyen sosyete bayanları banyolarında kullandıkları hoş kokulu sabunların, parfümlerin süründükleri krem ve rujların, sperm balinasının kafasının içindeki kutu denilen bölmede depolanan ve çok değerli hoş kokulu olan kıvamlı ispermeçet yağından yapıldığını da bilmiyorlardır. Hatta ipeksi saçlarını taradıkları tarakların ve pahalı kıyafetlerindeki düğmelerin bile balina kemiğinden yapılmış olduklarına da kafa yormamışlardır muhtemelen. Ancak bir gerçek vardır, bu kozmetik ürünleri kullanmaları ve balina penisinde oturmaları Onasis sayesinde olmuştur.
Birgün bu ihtişamlı yaşam kabusa dönüşür. Hayat hep canım cennette değildir, acılar, kederler ve gözyaşı da vardır. Çok sevdiği oğlunu daha hayatının baharındayken bir uçak kazasında kaybeder. Yavrusundan yetişkinine kadar ayırt etmeden balinaları katleden, anne balinaların karınlarındaki yavrularını bile satan ünlü armatör evlat acısını yaşadıktan sonra yaptıkları kafasına dank etmişmidir onu da bilemeyiz ancak yavruları parçalanırken anne balinaların gözlerinden akan yaşların aynısı şimdi O’nun gözlerinden akmaktadır. Cenazede oğlunu toprağa verirken yanındaki arkadaşına şu sözleri söylediği duyulur. ‘’Dünyanın en yoksul, en acınacak en mutsuz ve hiçbir şeyi olmayan insanıyım ben şimdi.’’

Astral’in yazısı ve yazıdaki muhteşem resim:)

| 26 January 2007 00:17

Bana göre harikaydı o resim.İlk gördüğüm zaman çekeni bulup tebrik etmek geldi içimden.Bu his sadece bana özgü.Bahsettiğim Astral’ın durum isimli yazısında ki bu resim…
arkadaşlara soruyorum, herkes için farklı bir anlam bu resim.. Benim içinse cok cok farklı.Neden bilmiyorum,bazen kendimi böyle garip ruh hallerinde buluyorum.benim için o resim mutluluk,dingilik demek. ama diğerleri yalnızlık hissi verdiğini söylüyorlar.YALNIZLIKK.zor kelime… hep denir ki; bir insan yağmuru karı, hüzünlü havayı görünce mutlu oluyor ise, o kişinin psikolojik sorunları vardır:( acaba ben de mi o insanlardan biriyim?Herkese yalnızlık hissi verirken neden bana mutluluk hissi veriyorrr? Yoksa benim yavaş yavaş çaremi psikologlar da mı aramam gerekiyor???

bir aydınlık cenaze töreni

menese | 24 January 2007 11:53

dün, aydın bir yurttaş olduğu için katledilen hrant dink’in, hem fiziki hem de ruhani açıdan pırıl pırıl bir havada gerçekleşen cenaze törenindeydim..
oturduğum kadıköy’den karşıya biraz geç geçtiğimden korteji yolda karşılarım düşüncesiyle karaköy’den bankalar caddesi boyunca yürüyerek şişhane’ye, oradan da tepebaşı’na gittim..

caddeler bomboş, oradan geçecek cenazeyi ve onu yolcu edecek yürüyüşçüleri bekliyordu.. kasımpaşa manzaralı yüksekçe bir yerde yerimi alarak hem bir kaç fotograf çekmeyi hem de korteji bir müddet seyretmeyi umuyordum.. biraz sonra hrant dink’in cenazesinin bulunduğu araba ve onu takip eden on-onbeş arabalık bir konvoy önümden geçti.. henüz yürüyüşçüler görünürde yoktu.. ben de caddeye inerek, tarlabaşı yönüne doğru yürümeye başladım..

O uyurken ben hüzün yaşarım.

darjeeling | 22 January 2007 00:10

32 saatlik uykusuzluğun acısını çıkarıyor şuanda o.Bebekler gibi uyuyor.Bir tıkırtı,bir ses onu uyandırır mı diye çok korkuyorum.O yorgun çünkü bazen geceleri bazen gündüzleri çalışıyor.Zaman onunla belki de dalga geçiyor.Hayat 12 yıldır çalışan bu adamı sınıyor.Gücünü,dayanma kapasitesini sınıyor. Acaba daha ne kadar düzensiz bir hayatla boğuşacak, acaba ne zaman evlenmeye karar verecek,önüne sıcak bir çorba koyan annesi değil karısı olacak?Aslında cevapları sadece kendinde saklı bu adam bunları paylaşmayı hiç istemiyor,hep kaçıyor,konuyu geçiştiriyor,istemez görünüyor..Ama o da kendine,sadece kendine ait, bir evi olsun istiyor.Kadın kadar rahat ve açık sözlülükle ifade edemiyor bunu, evlenme teklifi yapacağı güne dek.İşte ben o uyurken bunları düşünüyorum.Uyurken bile onu çözmeye çalışıyor, hep iyi tarafından bakıyorum onun karakterine.Kötü düşünmek bana göre değil.Kimse kusura bakmasın.O uyur,ben düşünürüm.Ben geleceği kurgular,paylaşmadan mutluluğuyla yaşarım.O uyur,beynini ve vücudunu dinlendirir ben ise yordukça yorarım. Yıpranma payımı arttırırım çünkü hüznü severim ben,o sevmez.Ben sebep yokken hüzün yaratırım,şarabımı kadehe koyarım,ışığı kapatırım,bir mum yakarım, o yapmaz.O erkek,aslında o fazla erkek.Böyle görünmeyi bile sevmez,yaşamaya kalksa acaba neler olur.O öyle tutupta resimlerime falan bakmaz ben yokken,görüşeceğimiz gün elbet gelir,görürüm der,o fazla erkek. Ben ise şarabın en iyi resimlerle gideceğine inanırım,baktıkça bakarım,dokunurum resimlere.
İşte o uyurken ben genelde böyle şeyler yaparım.Başka bir evde uyuyan bu insan acaba her gece yanımda uyusa ne yaparım diye düşünmekten alıkoyamam kendimi.Acaba tüm gece onu mu seyrederim yoksa ele geçirmişliğin zevkiyle bir süre sonra onu umursamaz mıyım?
Böyle bir saplantılı aşk yazarının siz bile ilk şıkkı yaşayacağını anlamışsınızdır..Ben hüznü seviyorum.O uyurken ben mutlu olsam bile hüzün yaratır ve yaşarım.
Sen uyu bebeğim,ben kurgularım…

bir hikaye yazsam diyorum

semazem | 01 November 2006 16:30

bir hikaye yazsam diyorum. kendimi bir kaptan yapsam, seni teknenin üstünde dolanıp duran bir martı.

benim nasıl senin peşinde dolaştığımı engin denizlerde, senin nasıl üstümde uçmaktan vazgeçmediğini anlatsam. senin ardında bilmediğim denizlerde nasıl kaybolduğumu, nasıl kayalara çarpıp yan yattığımı, yelkenlerimi nasıl yakıp kül ettiğimi anlatsam. senin nazlı uçuşundan nasıl hiç yorulmayıp tekneme hiç konmadığını, konduğunda nasıl ürkek durduğunu, sadece bir kaç defa nasıl da tüylerini okşadığımı anlatsam. senin nasıl bir kaç defa, ama an kadar kısa bir kaç defa, omzuma konduğunu anlatsam.