bildirgec.org

hüzün hakkında tüm yazılar

Eski Bir Eşya..

Dejavuu88 | 16 October 2007 10:46

Ne zaman eski bir eşyaya baksam,
Onu kimin kullandığını düşünürüm.
Bir masa örneğin,
Kimin evinde hangi köşede dururdu,üstü örtülümüydü
Yoksa sadece ıvır zıvır mı koyarlardı
Bir evde nelere şahit olmuştur o dantel oyalı örtülü masa
Kimler ağlamıştır tam yanında dirseğini masaya koyarak
Kimler toplanmıştır başında tatlı sohbetler için,aile ortamı için..
Ne amaçlı yemekler yenmiştir üzerinde
Kime mektup yazılmıştır son defalar üzerine..
Kimler acıkmıştır ve gözünü ona dikmiştir..
Kim yumruğunu vurmuştur engel olamadığı haksızlıklar adına
Ve kim çarpmıştır kenarına masanın,
kederden başı dönüp yere yığıldığında..

Sonbahara Hüzün yakışır…

plakton | 08 October 2007 13:20

El kaldırmadığım taksi, binmediğim otobüs kalmadı bu şehirde.
Ama gidemedim şehrin bir ötesine.
Sebebim sendin…
Sebepsizdim…

Hava pusluydu, hava soğuktu.
Köşedeki lale ağacı yapraklarını sarartıp döküyordu…
Hazinliydi, Hüzünlüydü.
Yüzündü….

Sende döktün gittin ya. Yüzünü….
Tam tamına sekiz mevsim geçirdim bu şehirde.Sensiz…
Tam tamına dört bahar geçti…
Sevgisiz…
İki tanesi yalancı “ilk”lerdendi…
Gerisi hüzün bozgunu sarı….

YAĞMURUN SESİ-SON

suskunluk | 25 September 2007 16:33

Tekerlekli sandalyede yakışıklı erkeği görünce durdum, “günaydın” .İşe gitmem lazım, arkamı dönüp yürümeye başladım…Kalbim gümbür gümbür atıyor, göğsümü delip, geçecek. Ona dönüp bakmaya çok korkuyorum. Arkamdan seslendi:

—Bu akşam da yağmur yağacakmış.

Ona dönmeden hafifçe gülümsedim. İş berbat geçti, akşam olsun onu göreyim, konuşalım………. Akşam eve kendimi zor attım, geceyi beklemeye başladım. Annem sarma sarmış, “kızım yesene” diye peşimde dolanıyorr. Televizyonda bir dizi. Gözüm hiç birini görmüyo. Kalbim çok çarpıyor, arada dönüp dışarıya bakıyorum. “Yağmur yağmayacak” Ya! Gelmezse. Bir gün önceyi hayal ediyorum. Gec eyarısına doğru ev seszileşti, cama doğru yaklaştım. Perdenin arkasından korkarak bakıyorum. Kimse yok, daha erken gelecektir….1 saat geçti, yok. 2 saat geçti, yok. 3 saat geçti, yok……………Bütün gece gözükmedi. Sabah hastayım numarası yapıp işe gitmedim. Bu olayı çözecem. Bir bahaneyle evden çıktım. Karşı apartmanın kapısındaki zillere baktım. 5. dairede bir isim yazıyor. O sırada kapıcı dışarı çıktı:

İNTİKAM SOĞUK YENEN BİR YEMEKTİR!!!!

Annabella | 24 September 2007 11:38

Yeni tanıştığım ama bir anda aşka yelken açıp yanında her şeyiyle mutlu olduğum 2 kez boşanmış taze sevgilimin beni aldattığını öğrendim. Ve aslında onun hiçte göründüğü gibi mazbut bir yaşam sürmediğini, yalancı ve ikiyüzlü düzenbazın önde gideni olduğunu tüm delilleri ile buldum, okudum. Bırakın yıllarca evli olmayı, ilişki yaşamayı insan 2 günlük ilişkide bile çok kolay katil olabiliyormuş… Yıkıldım, inanamadım, aptallığıma veryansın ettim… Çekip silahı vuracak halim yoktu, yıllarca hayat kurtarmıştım zarar vermeyi bilemezdim… Önce bir tas dolusu soğuk suyu koltukta oturup sigara içerken üzerine boca ettim… Bir kaç saat sonra yatakta yan yana yatarken aklıma dahiyane bir fikir geldi, o nasılsa uyukluyordu, tuvalete gitme bahanesiyle kalktım açık olan MSNin başına oturdum… Özenle gruplanmış yüzlerce adresten kullanımda olan ve fingirdediği tüm kadınları tek tek blok koyarak ve listeden komple atacak şekilde sildim… İki uzun grubu temizlemişitm ki beni bastı, tamam dedim müşteri portföyünü sildim diye şimdi beni öldürecek. O bir şey demedi ama ben giderken yalnız gitmeye niyetim yok, diğer …ürtüklerinde benimle gelecek dedim… Pişman mıyım hayır, beni bu hallere düşürenler utansın…

İçimizdeki Şehir

cemicumle | 10 September 2007 12:39

Uzaklar bizim içimizdedir…Dünyanın en ulaşılmaz noktası içimizdeki yıkık şehirdir. İnemeyiz içimizdeki şehre. Caddelerinde gezindikçe bir masalın parçası olduğumuza inandıran şehri saadet artık gittikçe genişleyen bir düşler mezarlığıdır. O sisli mezarlıkta göreceğimiz her kıpırtı, işiteceğimiz her ses ürkütür bizi.Hiçbir açıklama aydınlatamaz, şahit olacaklarımızı. Mantığımızda küçük bir gedik açılır. Bir boşluk doğar, etrafındaki yıkıntıları yutarak büyür.Hiçbir şey o boşluğa direnemez.O boşluğa giren hiçbir şeyde girdiği gibi çıkamaz.O boşluk ki arkadaşları, tanıdıkları, gökte dilek tuttuğumuz yıldızları, tüm yaşamı ve umudu içine doğru çeken bir kara delik gibi, korkutucu bir uğultuyla uğuldar göğsümüzün içinde.Boşluktan yuvarlana yuvarlana derinlere düşer yıkık şehir. Yedi kat derine, kızgın korlardan, lav havuzlarından bambaşka bir aleme geçer: Orası cehennemimizdir!Hikayesini arayan içten bir cümleye rastlamaktan, bedenine kavuşmak isteyen acemi bir hayaletle karşılaşacakmışız gibi ölesiye korkarız!Yerle bir olmuş mütevazı bir ev hayalinin penceresinde bekleyen bir yüzün canımızı yakmasından, bir köşeden yolumuza çıkacak küçük anı parçalarından, çocukluk alışkanlıklarımızı hatırlatan birinden uzaklaşır gibi utançla uzaklaşırız…İnemeyiz içimizdeki şehre. Yakalanmaktan, elleri kelepçelenecek bir suçlu gibi alıkonulmaktan ve bir daha oradan çıkamamaktan korkarız…Sırtımızı döner gideriz, ta en baştan. Denize karışan ihtiyar bir geminin güvertesinde, kendi kendimizden sürgüne gönderiliriz…Yeni bir şehir kuracak gücü kendimizde bulana kadar savrulur dururuz yabancı sularda.Acının güçlü kolları bir zaman sonra bırakır kendini.Sıcağa alışır gibi alışırız acıya, sürgüne alışır gibi alışırız kendi kalbimizden kaçmaya.Bir zaman olur, milyarlarca an bir araya gelir de bir saniyeyi tüketmez. Ama bir an olur ve işte o anda geçiveririz eşiği. İşte o an, tevekkülle kabul ederiz yenilgiyi. Bir bakışıyla bin bir anlama bürünen o yüzler, o düşler siliniver ömrümüzden.İşte o bizim kırılma anımızdır.Hiç bu kadar cesur olmamışızdır. Hiç bu kadar çaresiz.
Hiç bu kadar yabancı ve hiç bu kadar hissiz.Kimilerimiz ise kaçamaz içindeki harabelerden. Kaçmaz. O yıkık şehir cennetidir. Kopamaz. Çam kokan bir kartpostal tepesinin eteklerine oturmuş, uzakları hatırlatan o resme bakarken aslında oradadır.Bütün dünyanın beyaza kestiği karlı kış gecelerinde gittikçe eksilen insan kalabalığının arasında ilerlerken, önünde uzayıp giden kaldırımlarda değil, içindeki şehrin sokaklarında yürür.İhtiyarlar acıklı acıklı gülümserken, hikayesini bilen aşina gözler bir çeşit küçümsemeyle bakışlarını üzerine dikerken, onlardan kaçar ve vahşi yaratıklarla dolu bir ormandan medeniyete kavuşmuş gibi minnetle sığınır içindeki şehrin harabelerine…Yağmurlu bir akşam vakti dudaklarından dökülen içten bir cümlenin boynuna kollarını dolar, iki kişilik dinlediği şarkıların ateşten notalarıyla dans eder onunla.Ve ışıl ışıl canlanır yıkık şehir…

*KAVGAM*

egomeltem | 27 August 2007 10:44

Ve kavga biter! … havadaki boşlukta asılı kalmış kelimeler çoktan vücut bulmuştur. Savrulmuş harflerin tokat izleri azgın geceyi dondurmaya yeter de artar bile… Aksak masanın üstünden yere damlayan kansa, az önce yitirilmiş beklentilerin, şiddetli sancıyla doğurduğu hüsrandandır. Pelteleşmiş acıyı kıvamında bırakan isteksiz haykırış da artık yavaş yavaş gölgesini terk eder. Soluk alışlar o kadar hızlıdır ki nutkun tutulur nerdeyse, soğuk bir sızı başlar ve nefes aldırmaz sesine . Boğulmak üzere bırakılan acı sükunetle beslenir ve büyür sinsice kaderiymişçesine. Yük ağırlaşır kendini aşar ve çöker olduğu yere… Uzlaşmak mı bitkinlik mi bilinmez tırsak titrekliğin sebebi. Sonra Ampirik bir bilim adamı düşüncesi bürünür donukluk son çırpınışlara aldırmaksızın , boşlukta kaybolmaya mahkum izler teker teker yok olur… Seçim hakkı olmayan bir kabulleniştir bu yengiyi mecburiyetle birlikte. Son darmadağınıklık kalmıştır artık geride çaresizce….. Daha tüketemediğin ürkek hımbıllığı da omzuna alıp yavaşça aynadaki çatlak aksini okşarsın hüzünle… Kendinden vazgeçişle, süzülen tortulaşmış aciz tuzlu birikintiyi fütursuzca silip dikili verirsin yine de. Yakıcı soğukluk gecenin karanlığında belirir, hesaplaşmaya tek şahittir ama umarsız çatırtıdaki asi sessizlikle yandaş olup çekilir gerilere. Ve bilirsin artık ‘’ben‘’ bir başkasıdır gerçekte… Sarılıp, yarı uyuşuk bedenine hazırlanırsın yeni kavga hallerine. Kendini kandırma acizliğini yaşamak mı? yoksa vazgeçiş basamaklarına tutunarak çıkmak mıdır bu? Hangisi daha erdemli? Hangisi daha azlettirici? Kim bilir ve kimin umurundaki… Eziklik haline geçişlerin ulvi bir sebebi olabilir mi? Çaresizlik değil bu kabulleniştir aslında gerçeği, özgür bırakılmanın tek hali. Az biraz takatin de kaldıysa, tapınarak mecbur kalışlara, saygıyla eğil haykırışlara ve azat ed kendini kendinden, ayır,acıt ancak bütünlük ve özgürlük (sanırım) böyle sağlanır. Siz kaç kere vazgeçtiniz kendinizden, kaç kere yalan gerçeklere haykırdınız hıçkırıklarınızla düğümlüyken ve kaç kere döne bildiniz gerçekten özünüze, kendinize ? kolay olan zor olmayandır ya hani işte hep zoru mu seçiyoruz dersiniz bilinçsizce ???( bu hak revamıdır bize?) Meltemce:)

çok özlüyorum

minegece | 02 August 2007 16:59

Evet belki hiçbir zaman ulaşamicağız içimizde kalacak.. Dokundugumuz hersey onu hatırlatacak, biz yine avutacağız kendimizi mutluyuz diye, bir bahar gibi gelen nefesini unuttuk diyeceğiz.. Nafile sarılınca içim titrerdi, ona bağlanmışım meger, söyleyemedim birşeyler eksik kaldı hep, bir seyler yarım…Sanki dönecekmişcesine hala bekliyorum seni…Biliyorum kendimi kandırıyorum; yoksa nasıl dayanırım ben sensizliğe.. Tam 1yıl oldu sensizim ben hala.. Hadi çal şu kapıyıda gir artk içeri… Hala seni bekliyorum, dısarı çıkmıyorum . Her an gelirsin dye.. Beklemek sorun değilde gelmiceğini bile bile beklemek zorr çok zorr…