Uzaklar bizim içimizdedir…Dünyanın en ulaşılmaz noktası içimizdeki yıkık şehirdir. İnemeyiz içimizdeki şehre. Caddelerinde gezindikçe bir masalın parçası olduğumuza inandıran şehri saadet artık gittikçe genişleyen bir düşler mezarlığıdır. O sisli mezarlıkta göreceğimiz her kıpırtı, işiteceğimiz her ses ürkütür bizi.Hiçbir açıklama aydınlatamaz, şahit olacaklarımızı. Mantığımızda küçük bir gedik açılır. Bir boşluk doğar, etrafındaki yıkıntıları yutarak büyür.Hiçbir şey o boşluğa direnemez.O boşluğa giren hiçbir şeyde girdiği gibi çıkamaz.O boşluk ki arkadaşları, tanıdıkları, gökte dilek tuttuğumuz yıldızları, tüm yaşamı ve umudu içine doğru çeken bir kara delik gibi, korkutucu bir uğultuyla uğuldar göğsümüzün içinde.Boşluktan yuvarlana yuvarlana derinlere düşer yıkık şehir. Yedi kat derine, kızgın korlardan, lav havuzlarından bambaşka bir aleme geçer: Orası cehennemimizdir!Hikayesini arayan içten bir cümleye rastlamaktan, bedenine kavuşmak isteyen acemi bir hayaletle karşılaşacakmışız gibi ölesiye korkarız!Yerle bir olmuş mütevazı bir ev hayalinin penceresinde bekleyen bir yüzün canımızı yakmasından, bir köşeden yolumuza çıkacak küçük anı parçalarından, çocukluk alışkanlıklarımızı hatırlatan birinden uzaklaşır gibi utançla uzaklaşırız…İnemeyiz içimizdeki şehre. Yakalanmaktan, elleri kelepçelenecek bir suçlu gibi alıkonulmaktan ve bir daha oradan çıkamamaktan korkarız…Sırtımızı döner gideriz, ta en baştan. Denize karışan ihtiyar bir geminin güvertesinde, kendi kendimizden sürgüne gönderiliriz…Yeni bir şehir kuracak gücü kendimizde bulana kadar savrulur dururuz yabancı sularda.Acının güçlü kolları bir zaman sonra bırakır kendini.Sıcağa alışır gibi alışırız acıya, sürgüne alışır gibi alışırız kendi kalbimizden kaçmaya.Bir zaman olur, milyarlarca an bir araya gelir de bir saniyeyi tüketmez. Ama bir an olur ve işte o anda geçiveririz eşiği. İşte o an, tevekkülle kabul ederiz yenilgiyi. Bir bakışıyla bin bir anlama bürünen o yüzler, o düşler siliniver ömrümüzden.İşte o bizim kırılma anımızdır.Hiç bu kadar cesur olmamışızdır. Hiç bu kadar çaresiz.Hiç bu kadar yabancı ve hiç bu kadar hissiz.Kimilerimiz ise kaçamaz içindeki harabelerden. Kaçmaz. O yıkık şehir cennetidir. Kopamaz. Çam kokan bir kartpostal tepesinin eteklerine oturmuş, uzakları hatırlatan o resme bakarken aslında oradadır.Bütün dünyanın beyaza kestiği karlı kış gecelerinde gittikçe eksilen insan kalabalığının arasında ilerlerken, önünde uzayıp giden kaldırımlarda değil, içindeki şehrin sokaklarında yürür.İhtiyarlar acıklı acıklı gülümserken, hikayesini bilen aşina gözler bir çeşit küçümsemeyle bakışlarını üzerine dikerken, onlardan kaçar ve vahşi yaratıklarla dolu bir ormandan medeniyete kavuşmuş gibi minnetle sığınır içindeki şehrin harabelerine…Yağmurlu bir akşam vakti dudaklarından dökülen içten bir cümlenin boynuna kollarını dolar, iki kişilik dinlediği şarkıların ateşten notalarıyla dans eder onunla.Ve ışıl ışıl canlanır yıkık şehir…