bildirgec.org

helva hakkında tüm yazılar

UY

takyon | 13 December 2010 14:59

Sabah her zamanki telaşla evden çıkıyordu kardeşim. “Aman” dedim “telefonuna kaydet de akşam gelirken unutma listedekileri”. Önemli gündeyiz çünkü: annemin doğumgünü. Biz öyle klasik kutlamalar sevmiyoruz. Bu sefer de hamsi tava yapalım dedik, bu başlı başına eğlence demek zaten. Yanına da bol yeşillik. Hatta ben mumları hamsinin üstüne koymayı düşünüyorum. Yok yok laz değiliz ama hem karadeniz yemeklerine hem de laz vatandaşlara karşı ayrı bir sempatimiz var. Bir kere özgüveni bu kadar yüksek, bu kadar enerji dolu, neşeli, sohbetli bir topluluk daha ben bilmiyorum. Kendimi bildim bileli onlarla içiçe olduk. Ev sahiplerimiz hep Karadenizliydi. Sonra mahalledeki çoğu esnaf da öyle.
Kimi zaman oldu, özgüvenleri sinirden çatlatmadı mı? Evet çatlattı. Hele o “ben bilirim” havaları. Bakın bir keresinde ne oldu: Yıllarca önce henüz mutfakta tüp kullandığımız dönemde, her zamankinin yerine başka bir eleman eve tüpü getirdi, takmaya uğraşıyor. Ben de bu gaz konularında o kadar huyluyum ki onlarca metreden kokuyu alabiliyorum(ya da öyle sanıyorum). Neyse tüpçüye dedim ki “lütfen şunun kontrolünü yapar mısınız?” Adam zaten bezmiş ve yorulmuş o ağırlıkları taşımaktan; kesin küfretmiştir içinden. Ben bekliyorum ki köpük yapıp tüpün ağzına sürecek diye. Adam çakmağını çıkarmaz mı cebinden. Fırladım öne, çaktı çakacak! “Ne yapıyorsunuz!” Kalbim oynadı yerinden resmen. Adam bir sakin ve umursamaz ki hiç cevap verme gereği duymadı önce, bir güzel çaktı çakmağını, tüpün etrafında çevirdi. Ben gittim geldim bir taraflara o ara. Sonra çakmağı cebine koyarken gülerek “N’olacak patlarsa anlarız” demez mi! Çıldırdım o an, gözüm döndü ama ne yaparsın ki. Hala hayatta olmak coşkusu avuttu beni.
Hayatlarını fıkraları gibi yaşıyorlar, belki de fıkra değil bir çeşit biyografi denmeli o yazılara. Üstelik bu fıkralardan hiç de gocunmuyorlar. “Bana ha!” tribi yok hiç birinde. Bir Karadenizli arkadaşım yaşadıkları yörede birilerinin ahşaptan yaptığı yangın merdivenlerinden bahsedince koptum artık. Yaşıyorlar, anlatıyorlar, gülüyorlar; hayranım.
Evet bu önemli günü hamsi tava şenliği ile kutlama fikri hele de bu kar kış havasında içimizi kıpırdattı. Fırında tahin helvayı da balığın üstüne aldık mı değmeyin keyfimize. Sıkı sıkı tembihledim ufaklığa: “aman telefonuna not yaz”. Akşam oldu kardeşim ellerinde poşetlerle geldi. Baktım telefonunu çıkarıp bana gösteriyor: “unutacağım sandın değil mi?”. Bir kağıda listeyi yazıp, telefon kapağına içten yapıştırmış ufaklık. Gülmekten karnıma ağrılar girdi. Acaba laz doğulmaz olunur mu?

Trip Trap

fitil | 04 September 2009 09:46

Lavabonun örtüsünü kenara itip elini yağ tenekesine uzattı. Perdeyi her açışında gördüğü karanlık onu rahatsız ediyordu. Elini karanlığın göbeğine sokmak fikri karnında garip bir his oluşturuyordu. Tenekeyi kaldırırken hafifçe inledi. Günlerdir durmadan yemek yapıyor, misafir ağırlıyor, çay dağıtıyordu. Küçük bir kızken ninesi öldüğünde eve sürekli gelip giden insanları anımsadı.

Ocağın altını iyice açtı. Önce yağı kızdırdı. Şehriyeyi attığında mutfağa giren ve kendine seslenen Hatice’yi duymazdan geldi. Hatice yanına sokulup “Esma Abla iyisin di mi?” diye sordu. İyiydi ya. Hem de nasıl iyiydi…

Kadınların oturduğu odaya hiç giresi yoktu ya, yine de ha gayret deyip tencerenin kapağını kapattı. Her adımda Kuran okuyan hocanın sesi daha bir yakınlaşıyordu. Tülbentini düzeltip suratını da iyice bir asıverdi. Odaya girince bütün gözler üzerine çevrildi. Köşeye kaynanasının yanına geçip oturdu. Başını yana eğip parmaklarıyla oynamaya başladı. Yaşlı kadınların dudakları kıpırdanıp duruyordu. Kelimeler de suratlarındaki çizgiler gibi iç içe, kırış kırış. Hepsi ona acıyarak bakıyordu. Umurunda değildi. Baksınlardı. Kaç dakika geçmiş, kaç dua okunmuş, kaç zavallı Esma karışmıştı vahların arasına bilemedi. “El Fatiha” dedi hoca. Dudaklarını yalandan oynatıp eliyle yüzünü sıvazlayıverdi. Kalktı. Şalvarı kıçının arasına sıkışmış mı diye eliyle kontrol etti. Mutfağa geçerken gözü evin sokağa açılan kapısına takıldı. O kapıdan her girişinin ciğerini nasıl yaktığını düşündü. Korkusunu unutmaya çalıştı. Artık korku yoktu. Mevlüt okunmuş bitmişti. Tabakları almak için lavabonun üzerindeki tahta rafa yöneldi. “Az kaldı Esma” dedi kendi kendine.

dondurmalı…

nazokiraze | 12 February 2009 13:56

Bazı şeyleri sevmiyor olsamda yazmayarak, sevenlere haksızlık etmek istemiyorum:) sanki ben yazmasam sevenler üzüntüden uyuyamayacak ta neyse. Bugünkü konumuz dondurma, yemekten hoşlanmadığım, ama güzel oldugunu bildiğim, kızımı çıldırtan, bazılarını kışkırtan, serinletici, reklamlarıyla dondurmanın aslında azgın kadınlara hitap ettiğini bize öğreten cilveli dondurma.

Öyle ya ilk kızgın kumlardan serin sulara atlatarak başladı bu dondurma-kadın ilişkisi, sonra tahrik edici yeme stilleri, valla insan birine magnum alıp götürmeye yada ısmarlama çekinir oldu, birşey ima etmeye çalışıyor zannedilmesin diye.O dondurmadan isteyen çocuklara azdın mı sen? yaşının insanı ol türünden saldırılarda bulunmamak içten bile değildir. Son olarak Sawyer (Josh Holloway) sözün bittiği yer olmuştur ,benim bile yemeyecegim halde onun güzel hatırına almışlıgım vardır.

saray mutfağı

nazokiraze | 20 January 2009 20:16

Boğazına düşkün milletimizin damak zevki dünyaca bilinmektedir. Çok çeşitli yemekler, tatlılar yer, sofrada konuk agırlamayı milletçe severiz. Anca zaman geçtikçe hayatımıza her alanda olduğu kadar mutfak konusunda da çeşitli yenilikler her an girmekte. Gün geçtikçe damak zevkleri, pişirme teknikleri, kullanılan malzemeler değişiyor bazen iyi yönde daha saglıklı, daha bilinçli, daha lezzetli bazen de daha katkılı, daha hormonlu, daha pahalı, daha tehlikeli biçimde…

Her zaman övündüğümüz yaprak sarmalı, kurufasülyeli,pastırmalı,çeşit çeşit tatlılı, kebaplı, pilavlı mutfagımızı çoğumuz aslını kaybetmemek için korumaya yemeklerimize sahip çıkmaya çalışırız, değişen dünya ve yemek kültürüyle beraber ne kadar fastfood, yabancı asıllı soslar, içecekler, pizzalar, kolay yemekler, hazır çorbalar evimizin içine girdiyse de her zaman geleneksel Türk mutfagı yemekleri her evde her zaman yapılır. Ancak bizim geleneksel yemeklerimiz diyip sevdigimiz, ikram ettiğimiz, sahip çıktıgımız, övündügümüz yemekler sadece bir kaç çeşitten oluşmuyor.Osmanlı zamanı yemek kültürü neydi? ne yenir ne içilirdi? bakalım şimdiki yemeklerle kıyaslayalım bilmediklerimizi ögrenelim.

Matbah-ı Amire denen Osmanlı Saray Mutfağı kendi başına bir kasaba gibiydi, kilerler, yamaklar, aşçılar, hamam, kilercibaşı, mutfak emini odaları… Günde beşbin kişiyi doyuracak kapasitede olan bu mutfakta padişaha ayrı hareme ayrı valide sultana bile ayrı mutfak bölümlerinde yemek pişirilirdi. Tatlılar bile Helvahane Kapısından girilen helvahanede yapılırdı. Bazı dönemlerde helvahanede sekizyüz kişisen fazla çalışan oldugu kayıtlara geçmiştir.Serçini, kilercibaşı, Matbah-ı Amire emini, helvacıbaşı, aşçı yamakları yüzlerceydi.

gelenekler yemek için bahane

nazokiraze | 02 December 2008 12:42

Ülkemiz pek çok çeşit insan kökenide sahip, renkli bir mozaik olduğu için çok çeşitli gelenek, göreneklere sahiptir. Her yörenin farklı adetleri vardır ama bu geleneklerin çoğu nedense yemeğe bağlanır:)

Doğumdan düğüne, sünnetten cenazeye her şeyde yemek, içmek insanımız için vazgeçilmezdir.

Mesela eskiden çok sık olmakla beraber yeni doğan bebek ve anacığı için yapılan loğusa şerbetini kim bilmez gelen misafirlere ikram edilen hoş tatlı bir içecektir o.

Aktarlarda satılan kırmızı bir şekerden yapılan bu şerbete şeker, karanfil ve tarçın ekleniyor ancak etrafımda yıllardır böyle bir etkinlik yapılmıyor tadını unuttuk şerbetin vallahi.Bu şerbet isteğe yada mevsime göre sıcak ya da soğuk olarak ikram ediliyor böylece bebek kutlanıyor.

Canım Toprağı Çekiyor…

PAUQYLN | 22 August 2008 16:59

Kızgınım kendime
Bir avuç tuz alıp koşmama
Ben gibi sanıp kanmama
Saf anlarım da oldu defalarca
Pes etmedim, yüreğime dokundurmadım
Temiz kalacaksın diye direndim.
Sen de harcadın beni ey zalim oğlu zalim
Neyim kaldı geriye ganimetlerimi sen yedin.
Ölmeden okusunlar sela’mı
Öldüm sayıyorum artık