bildirgec.org

felsefe hakkında tüm yazılar

Yüksek topuk felsefesi

hurie | 17 December 2010 10:04

Yüksek topukların üzerinde durmak zordur, yaşamak kadar zordur.Herkes tek başınadır aslında bu savaşta.Kalabalıklar içinde yalnızız ya hani,herkes yalnız savaşçı. yüksek topukların üstünde durmak zordur, her an güçlü olmayı tetikte olmayı öğretir.Düşmemek için “tetikte olmayı”,takılmamak için birilerine,birşeylere “dikkatli olmayı”, “otokontrolü”, “dengeyi”, hatta “acıyla savaşmayı”.O topukların üzerinde yalnız olduğunu,her hareketinin sadece sana dokunduğunu,senin iyi ve kötünün, doğru ve yanlışının sadece sana olduğunu…Düştüğünde alay eden bakışlara aldırmadan,tek damla gözyaşı dökmeden yoluna devam edebilmelidir her insan.Bunları öğrendiğinde yenilmez olur kadın.Yenilmez olduğunda bu kez istediklerini yapmak, yaptırmak için kullanır yüksek topuklarını.Yenilmez kadın olmak uzun ve acılı bir eğitim sürecinden geçer.Şayet dikkat ettiyseniz yüksek topuklarla yürümeyi başarmış kadın sayısı oldukça azdır.Yere sağlam basamayanların dizleri kırılır,özgüveni olmayanın kamburu çıkar o topukların üstünde.Tökezleyip düşenleri sık görürüz çevremizde, onlar acılı eğitim sürecinin başında ki kadınlardır.Eline aldığı yüksek topuklarıyla yürüyen kadın o an 1-0 yeniktir.Daha öğrenecek çok şeyi vardır.Yüksek topuklu ayakkabılar sadece kadını seksi gösteren bir araç değil, kadının bir parçasıdır, arkadaşıdır, hocasıdır.

Ütopya nedir?

sislipuslu | 13 December 2010 10:29

Şu sıralar siyaset felsefesine ilgi duyduğumdan dolayı sürekli ütopya şeklinde yazılmış eserleri okuyup duruyorum. Yazımı da bunun hakkında yazmak istedim.

Öncelikle ütopyanın ne demek olduğundan ve nereden geldiğinden bahsedelim. Ütopya kelimesi Thomas More tarafından, Yunanca ou (yok) ve topos (ülke) kelimelerinin birleştirilmesiyle türetilmiştir. Yani yok-ülke demektir. Aynı zamanda içinde muzip bir kelime oyununu da barındırır; eu (iyi) ön ekiyle yazıldığında iyi-ülke, yaşanası-yer anlamına gelir.

Ütopya tanım olarak; bir ideal veya karşı-ideali temsil eden bir toplum ve insan tasarısıdır. Üstün insanların yaşadığı, mükemmel yasalarla yönetilen, ideal ülkedir. Karşı ideal diye bahsedilen çeşit, ters ütopya, diğer adıyla distopyadır.

mucize..

aravani | 06 November 2010 11:10

yapay bir kalbe neredeyse 3000 yıllık bir medeniyet sonucu sahip olabildik. ayağımızın yerini tutabilecek alternatif olarak şu anda sadece bir odun parçasını kulanabiliyoruz. karbonmonoksiti oksijene çevirebilecek bir alet üretemedik; olanıyla idare edebiliyoruz. işin kötüsü o oksijeni bize verilen süngerimsi organ yerine bizim için soluyacak bir aparat dahi yapamadık. ne devasa makinalarımız ne de çok karmaşık sistemlerimiz 1 bardak su bile üretemiyorlar.
ey insanoğlu!
yeni bir peygambere ihtiyacın yok. ya da mistik mucizelere. doğuşunu gördüğün hergün, nefes aldığın her an, görebildiğin her varlık bir mucize. tanrı nın en büyük mucizesi senken, inanmak için daha küçüklerini beklemen ne akılsızlığından ne de isteksizliğinden. üzerine yapışmış kibir ve nankörlüğünden.
mucize aramayı bırak. aynaya bak.

KALAN…

aravani | 26 October 2010 16:11

“matematik; TANRI’nın evreni yaratırken kullandığı dildir” demişti ünlü fizikçi. tüm evren, tüm hayat bu dille şekillendi. herbirimiz en ufak parçacığına kadar toplama ve çıkarmalardan ibaretiz. matematiğin en temel işlemleri…peki ya çarpma ve bölme?
değerlerin birbirine ilave edilmesiyle oluşur toplama. tam tersi olarak bir değerin başka değerden eksilmesiyle çıkartma oluşur. zor görünsede aynı değerin birkaç defa birbirine eklenmesiyle oluşan çarpma aslında basit bir toplama işlemidir. sisteme en aykırı işlem bölmedir. aslında mantık olarak bir bütünden belli bir değerin ardarda çıkarılmasından ibarettir. aykırılık işlemin oluşumunda değil sonucunda. diğer bütün işlemlerde sonuç nitelenenken, bölmede niteleyen olmuştur. bu yüzdendir ki virgüllü sonuçlar çıkar karşımıza. bütün bu parametreler karşımızda tek bir sonucu işaret eder:
BÖLMENİN ASIL SONUCU KALANDIR!

zaman…

aravani | 25 October 2010 15:45

aynı anda kimimize göre çok yavaşken, kimimize göre haddinden hızlı geçen, ama hiçbir zaman elimizde olmayarak akıp giden zaman.
zamanın hızı hakkında bir fikrimiz var mı? 1 saatteki hızı ne kadar mesela? yada dur kalkları varmı? sayıyor muyuz, saydığımızı mı zannediyoruz?
benim de bu sorulara verebilecek net bir cevabım yok. ama bir fikrim var.
yok aslında böyle birşey. ne olduğunu bilmediğimiz birşeyi gözlerimizi karartan cahilliğimizle ölçmeye çalışıyoruz. kaç saat, kaç gün, kaç hafta. ama karşılığı olmayan ölçümler bunlar. yok aslında zaman. tek mutlak yaşadığımız bu an.

devre anahtarı

astral | 14 October 2010 10:05

Gittiği bir doktor yaralarını incelemiş ve ölüme sebebiyet verecek kadar ciddi olmadığında ısrar etmiş ve tüm hikaye bundan sonra başlamış…

Bu yazı çok ıssız. Ne kadar yakın ne kadar uzağımdasın? Sığınaksızlar penceresi çoktan dolmuşken; var oluş psikozlarını yazarken, sen geri dönenlerdenken, tütsülenmiş gerçek şişeye konulmuş, bekliyor…

Söylesene sesindeki kimsesizlik, kime? Adres veriyorum: Çalınmış ruhlar pazarı yerine batık ruhlar kenti. Ayrıksı otlar birlikteliği, kendi içinde bütünlük yaratıyor; öyle mi? ‘Söz söyleme süreçleri henüz bitmedi,’ diyemeyeceğim.

Sorularla Felsefe

mehmetbastug94 | 06 October 2010 16:59

Felsefe
Felsefe Yunanistan’ın İyonya kentinde M.Ö. 6. yy’da ortaya çıkmış ve ilk temsilcisi Thales kabul edilen bir fikir akımıdır.

Felsefe’nin anlamı
Yunanca’da Philia Sophia = Bilgelik sevgisi (Felsefe) anlamına gelmektedir.

Felsefenin konusu nedir?
Felsefenin konusu evren ve insandır…

Filozof nedir?
Üstte yer alan felsefe’nin anlamıyla ilişkili olarak; Bir arayış içerisinde bilgeliği seven, bilgiyi arayan ve ona ulaşmak isteyen kişilere filozofdenir.

“ma”sa”de” üçlemesi 2

aktifparanoya | 03 July 2010 14:12

Üçüncü saatin sonunda pc bana göz kırpmaya başlamıştı. Zaman geçtikçe kolaylaşacağını ve alışacağımı düşünürken zorlaşıyordu. Can’ın bana seslenişini duymamaya çalışıyordum ama Ece’nin sesi taaa içime işliyordu. Bugün sahil kenarında yürüyüş ve ardından denize girecektik. Onun bebeksi tenine dokunacaktım ve mutlu bir şekilde uyuyacaktım. Güneş batmak üzereydi. Bu ilk günden sayılmalımıydı? Henüz gün ışığı odamı aydınlatırken bu sevdadan vaz mı geçmeliydim? Üç saatin üstüne eklenen dört saat ve çöken karanlıktan bahsetmek bile istemiyordum. Ara ara Ece’yi, ara ara kavuşacağım zenginliği ve çoğunlukla o parayla Ece’yle neler yapacağımızı düşünüyordum. Bu dakikalar geçmiyor da diyemezdim. Masade’de hayal kuruyor muydu? 40 yıl neyin hayali kurulabilirdi ki. Akıllı olarak düşünmemek gerekiyordu, sonuçta o aklı kaçık delinin tekiydi. 40 yıl hiçbir şeye özlem duymamış mıydı? Sorular sorular… Hepsinin cevabı benim için çok basitti ama Masade gibi düşününce ulaşılması imkansız bir uçurum gibiydi. İnsan neye mecburdu? İşte anahtar soru buydu. Aslında onu karısı orda tutuyordu, eğer evet eğer yemek götürmezse çıkmak zorunda kalacaktı ve tekrar hayatın akışını görünce o köhne evi istemeyecekti. Hayır hayır bu kadar basit olamaz. Onca insan bunu düşünmemiş olamaz. Karısı bunu kesinlikle düşünmüştür. Hatta baktı ki çıkmıyor bu yüzden yemek götürmek zorunda kalmıştır. İlginç bir aşk ama Masade’den ne beklenebilir ki. Kirbit kutusu büyüklüğündeki eve playboy kızlarını atarak zaman geçirecek değildi ya. Leyla Mecnun, Ferhat ile Şirin’den ilham alacaktı tabi. Ben onları da anlayamamıştım aslında. Ece için ben böyle olabilir miydim.? Hayır elbet… Bir Ece giderdi ve “E”lif”, “C”eren”, “E”zgi” üçlemesini bulurdum. Henüz elde etmediğim para beni değiştiriyor muydu yoksa…. Ece’de böyle düşünürdü elbet. Düşünür müydü? O zaman beni sevmiyor. Bir türlü kafamı toplayamıyordum. Saat kaç olmuştu? Bakmalıyım… Hayır belki Masade’nin de saati yoktur. Evet kesinlikle yoktur. Takvimle arası olmayan biri saati ne yapsın ki. Masade söyle amacın ne? Ne yapmaya çalışıyorsun? Bu eziyet neden? Buldum…Masade, sen sadece günah çıkartıyorsun. Kendine bile kabul ettiremediğin bir yara bu. Ama tecavüzcüler, anne katilleri, hırsızlar, imansız Yahudiler dünyada cirit atmakta. Sen ne yapmış olabilirsin bu kadar kötü? Hayır.. Bu böyle olmayacak. Bu soruların cevapları sadece sende Masade.Saate bakmadan pencereden sıvışmamı ve bahçe çitlerinden atlayışımı hatırlıyorum. Yolun yarısına kadar ayakkabı giymediğimin farkında bile değildim. Evin kapısının önünde belki 5 dakika bekledim belki 3 saat bunu ben bile bilmiyordum ama çok uzun beklemiş gibiydim. Sanki 40 yılı bir kapı önünde geçirdim ve aslında içerde ben vardım ve Masade hep özgürdü.Anlamsız bir hıçkırık ve garip bir boğaz hırıltısı. Bu gözümden akan yaşta neyin nesiydi? Hiçbir insanı bu denli anlamaya çalışmamıştım. İçimde ona karşı anlamsız bir sevgi büyüyordu. Buraya gelip sıyıranların başına gelen şeyde yoksa bunun gibi bir şey miydi? Şimdi kendim için korkuyordum. Boyumdan büyük bir işe mi kalkışmıştım? Kimsenin son zamanlarda cesaret edip giremediği evin kapısında gecenin bir yarısı… Deliriyor muyum? O zaman öyle düşünmüştüm. Ama bu beni korkutmaya yetmemişti.Kapıyı üç kere çalmıştım ya da ben o an öyle sanmıştım belki de ayaklarımın titremesinin sesiydi o. Kapının çıkarttığı gıcırtı dişlerimden de gelmiş olabilir. İnanın bunu net olarak bilmiyorum. Ama onu sırtı dönük koyu bir silüet olarak uyuduğunu çok iyi hatırlıyorum. Ay ışığında saçları grimside olsa bence beyazdı. Zayıf bir o kadar da sıska. Tam bir esir kampı tutsağını andırıyordu. Kıyafetleri eski değildi, ama çok yeni olduğu da seçilmiyordu. Koyu tonlarında görünseler de bu gecenin bir oyunuydu.“Masade kalk, Masade kalk. Uyumak için illa geceyi seçmene gerek yok. “ Her seslenişimde daha sıkı sallıyordum. Birden irkildi ve bana döndü. Korkuyla duvarın köşesine sinişini hiç unutamıyorum. Belki de 40 yıldır bu şekilde uyandırılmamış olmanın verdiği bir boş bulunmaydı. Belki de 40 yıldır ilk kez başkası tarafından uyandırılıyordu. Belki de 40 yıldır uyuyordu. Ne dersiniz… Ben öyle düşünmüştüm…