bildirgec.org

fantastik hakkında tüm yazılar

Şimdi Ölmek Zamanı; Wilbur Smith

queennothing | 14 October 2012 14:19

Kitapçıya gittiğinizde, ‘Bestseller’ bölümünde Stephen King, Agatha Christie, Dan Brown gibi isimlerin yanında bir başkasını daha görürsünüz; Wilbur Addison Smith.
9 Ocak 1933 tarihinde Zambiya, Güney Afrika’da dünyaya gelen Wilbur Smith, hayata ölümcül bir hastalıkla başladı. 1,5 yaşındayken beyin humması (ansefalit) teşhisi konulan Smith‘in iyileşmesi, ailesi için sürpriz oldu ama esas sürpriz, akıl sağlığının da yerinde olmasıydı; zira beyin humması, kişinin zekasında geriliğe yol açabiliyordu.
3 yaşına gelen Wilbur, 10 futbol sahası büyüklüğündeki ağaçlıklı bölgeyi oyun alanı bellediyse de her daim çekindiği babasının küçük Smith üzerindeki baskısı, oyun alanını dar ediyordu.

”Game Of Thrones”

d e g g i a l | 15 June 2011 13:15

”Spoiler içermez”.
Öncelikle yayınlanan onca dizi içerisinde ne izleyeceğine karar veremeyen izleyip,zaman ayırıp buna değmesini arzu eden takipçilere hitab ediyorum bu yazımı.Nedenlerimden ilki henüz ilk sezonu çekilen dizinin 9. bölümünde Sibel Kekilli‘ye rastlamam ve böylesine bir yapımın içerisinde yer aldığını görmekten ötürü duyduğum gurur oldu.İkincisi ise ilk bölümünden beri konunun beni içine çekmesi ve uyandırdığı merak.Konusuna gelince 7 krallığa ayrılmış topraklardaki lordların taht kavgaları,güneyden kuzeye gözlenen farklılıklar,modern,geri kalmış,gelişmekte olan topluluklar…
Dahası hırs,intikam,entrika…hepsi bu fantastik-epik yapımda toplanmış.

Ayelip Günlüğü

fitil | 16 February 2011 12:33

Resifin arkasındaki mor evin kapısı açıldı. Upuzun saçları suyun içinde çiftleşen yılanlar gibiydi. Sinsice etrafı kolaçan etti. Suyun içinde hızla ilerlerken arkasında baloncuklar bırakıyordu. Mürekkep balıklarının yumurtalarını görünce yaz aylarında uçurumun kenarından suya atlayan genç erkek insanların yaptığı gibi kollarını öne uzatıp suyun içine daldı. Altmış sekiz metrelik dalıştan sonra batığın kalıntılarını gördü. Yüzüne yerleşen kocaman gülümsemeye engel olamadı ve yunusları anımsatan ama onlarınkinden en az yirmi kez daha yüksek olan bir çığlık attı. Bu derinlikteyken kimsenin onu duyamayacağını biliyordu. Batığın karanlık kalıntılarının arasında ilerlerken ne aradığından çok da emin değildi. Ama eğer işine yarayacak bir şey varsa onu orada bulacağından emindi. Kocaman derin metal kapların olduğu bölüme girdi. Kullanabileceği hiçbir şey yoktu etrafta. Kocaman bölmelerin olduğu yöne ilerlerken canı sıkılmaya başlamıştı. O’nu kesinlikle istiyordu ve kaybetmemek için tüm ırkına karşı bir savaşın içine girmesi gerekiyorsa bunu yapacaktı. Buraya bayılıyordu çünkü metal kutuların içinde parlayan ışıl ışıl taşlar ve birbirine geçmiş halkalar vardı ki Silaposa o şeye persepus adını vermişti. Persepuslardan birini sudan balıkları çıkarıp kuyruklarına o iğrenç sesi çıkaran aletleri takan insanlardan birinde görmüştü. İnsan kadın halkayı boynuna geçirmişti.

Matrix 4 mü?

emsvizyon | 24 January 2011 15:19

efsane üçleme matrix‘in 4.sü yoldaymış, buradaki habere göre; keanu reeves’in son filmi ‘Henry’s Crime’ın Londra gösteriminde gazetecilere “Wachowski Kardeşler’in ‘Matrix 4’ için yeni senaryolar üzerinde çalıştığını ve böyle bir proje gerçekleşirse yeni ‘Matrix‘in 3D teknolojisiyle çekileceğini” söylemiş 😉 umarım bir hayalkırıklığı yaratmazlar…

Orta Dünya

civil slave | 14 October 2010 14:57

Bir ağaç denizinin içinde ada gibi yükselen bir tepenin ortasında; bir adam boyu, mezar taşına benzeyen bi kayanın dibinde; oturuyordum sabahtan beri. Nasıl oldu, oraya nasıl geldim, hatırlamıyordum. En son dün gece Semih’le içiyorduk… Tamam bu Semih’in muzipliklerinden diyeceğim ama yol yok bişi yok o çiroz taşıyamaz ki beni oraya kadar. Üstelik hiç uzatamaz bi şakayı, nerdeyse öğlen olmuştu.“Artık bir karar vermem lazım. Burda beklemenin bir yararı yok. En yakın açıklık doğu tarafında ormanın. Yürüsem karanlık basmadan çıkıp medeniyete ulaşabilirim belki” diye düşündüm. Geceyi ormanda geçirmek istemezdim doğrusu. Tepeden aşağı inen patikaya ayak basınca aklıma sevdiğim bir kitapta ki bir karakter geldi. “ yola çıkmak çok tehlikelidir frodo bir kere ayağını yola attın mı seni nereye götüreceğini bilemezsin” diyordu. Gülümsedim ve ayağımı yola attım.Ama aşağıda akşam olmuştu çoktan. Ömrümde hiç böyle bir orman görmemiştim. Bir kere ağaçlar çok sıktı. Hiç güneş almıyordu orman. Ağır bir küf ve çürümüşlük kokusu vardı. Çok eski bir ormandı belliki. Hafızamı yokladım yaşadığım yerin yakınlarında hiç böyle bir orman yoktu. Endişem daha da arttı. Yürümeye başladım ama hızlı gitmenin hiç imkanı yoktu. Patika tepeyi iner inmez bitmişti ve şimdi sık çalılıkta yürümek çok zordu. Üstelik bir patikanın var olması insan varlığına delalettir. Olmaması ise korkuya, korkudan yavaşlamaya sebep olur.

The Sorcerer’s Apprentice ( Sihirbazın Çırağı ) – 2010

calemityjane | 18 August 2010 16:33

Orijinal adı The Sorcerer’s Apprentice olan film Türkçeye “Sihirbazın Çırağı” olarak çevrilmiş. Görsel efektlerle bezeli olan film, fantastik konusuyla da ilgileri üzerine çekmeyi başarıyor.

Film klasik olarak iyilerle kötülerin savaşı üzerine kurulu. Gelmiş geçmiş en iyi büyücü olan Merlin ile insanlığı yok etmek isteyen kötü morganacılar arasındaki savaşta yüce merlincinin (dave stuttler) ortaya çıkışıyla gelişen olayları anlatıyor.

Bilimkurgu Öykü Pod-Cast’ı

i found a reason | 01 August 2010 16:09

Escape Pod ücretsiz bir bilimkurgu öykü podcast yayını. Her hafta yenilenen yazarların çeşitli beyin açıcı öykülerini dinleyicilerle buluşturuyorlar. Anlatıcı yayına, yazar ve öykü hakkında kısa bir giriş yaptıktan sonra öyküyü dinlemeye başlıyorsunuz. Ayrıca korku edebiyatı öyküleri için Pseudopod, fantastik öyküler içinde Podcastle ‘ı takip edebilirsiniz. Tüm bu yayınların dili İngilizce.

DUVARDAKİ DELİK

super hero | 03 April 2010 18:58

Elektrikler kesik değildi ama dışarıdaki sokak lambası her zamanki gibi yine yanmıyordu. Odam karanlıktı; fakat ben şikayetçi değildim. Yatağıma uzanmış, tam karşımdaki beyaz duvarı ve o küçük kara deliği seyrediyordum. Bekliyordum.

Fazla beklememe gerek kalmadan delikten beyaz bir ışın çıktı. Hiç ıskalamadan alnımın tam ortasına denk geldi. Küçülmeye başladım. Boyum ve kilom, belli bir hızla ve aynı oradan azalıyordu. Küçülme işlemi tan yarıya geldiğinde ışının beni çektiğini hissetmeye başladım; fakat henüz yeteri kadar hafif değildim. İşlem beni dörtte üç küçülttüğünde alnımdaki bağ sayesinde ışın yoluyla deliğe doğru havalanmaya başladım. Artık hem ufalıyor, hem uçuyordum.