Elektrikler kesik değildi ama dışarıdaki sokak lambası her zamanki gibi yine yanmıyordu. Odam karanlıktı; fakat ben şikayetçi değildim. Yatağıma uzanmış, tam karşımdaki beyaz duvarı ve o küçük kara deliği seyrediyordum. Bekliyordum.

Fazla beklememe gerek kalmadan delikten beyaz bir ışın çıktı. Hiç ıskalamadan alnımın tam ortasına denk geldi. Küçülmeye başladım. Boyum ve kilom, belli bir hızla ve aynı oradan azalıyordu. Küçülme işlemi tan yarıya geldiğinde ışının beni çektiğini hissetmeye başladım; fakat henüz yeteri kadar hafif değildim. İşlem beni dörtte üç küçülttüğünde alnımdaki bağ sayesinde ışın yoluyla deliğe doğru havalanmaya başladım. Artık hem ufalıyor, hem uçuyordum.Tıpkı yüzmek gibiydi. Işığın yoğunluğunu hissedebiliyordum. İyice küçülüp de o minicik delik bana artık kocaman bir mağaraymış gibi görünmeye başladığında, insan, içinde nefes alabildiği bir akıntının içindeymiş gibi oluyordu; karşı koyamadığınız. Zaten kim isterdi ki?

Şaşırmamıştım. Daha önce defalarca tekrarladığım bu mucizeye artık alışmıştım. Eğer bunun bir şaşkınlık hatırası olmasını isteseydim, deliği ilk fark ettiğim günü, o gün nasıl yatağımdan kalkıp da parmağımı içine soktuğumu ve elektrik çarpmasına benzer bir acıyla karşılaştığımı anlatırdım. Sonradan öğrenecektim ki, o acının kaynağı beni ısıran büyülü bir böcekti ve ancak bu sihrli öpücük sayesinde eğlenceye katılma hakkına sahip olmuştum.Mağaranın girişinde beni Zozo karşıladı. Garip bir yaratıktı. Zozo tıpkı çizgi filmlerdeki sevimli karıncalara benziyordu. Bunu ona söylediğimde çok sinirlenmişti. O asla bir karınca olamazdı. O bir Zozokandı. Dediğine göre, salak bir insanoğlu tıpkı benim yaşadığım gibi bir macera yaşarken onu görmüş ve karınca sanmıştı. O salak insanoğlu ileride ünlü bir çizer olmuş ve küçükken yaşadığı büyülü serüvenlerin etkisiyle karınca niyetine Zozo’yu çizmişti. Her neyse, bana göre de Zozo bir karıncaydı; fakat bunu söylemek onu kızdırdığı için bir şey demiyordum.-Selam Zozo!-Selam İnsan!Zozo bekçiydi. Haşmetli Kral’ı kızdırdığı için üç yüz beş yıl altı ay on iki gün mağarada bekçilik yapma cezası almıştı. Haşmetli Kral’ı hiç görmediğim için bunu teyit edemedim; fakat bana öyle geliyordu ki, Zozo biraz uyduruyordu.Koluma bir saat taktı. Sadece otuz saniyem vardı. Ancak şanslıydım, çünkü normal şartlara göre düzenlenmiş otuz saniye benim gibi milyon kere küçülmüş biri için saatler demekti. Eğer vaktinde dönemezsem büyü bozulacak, ışık kapanacak, ve ben sonsuza kadar delikte esir kalacaktım.

Bir kapak açıldı. Aşağıya düştüm. Uzunca bir kaydıraktan kaymak gibiydi; ya da bir gökdelenin en tepesinden çöp kanalı yoluyla aşağıya inmek gibi. Tek fark, ulaştığım korkunç hıza rağmen yere düştüğümde hiç acı çekmemiş olmam ve sadece eğlendiğimi hatırlıyor olmamdı. Aşağıda benim gibi bir sürü çocuk vardı. Kimileri uzun zamandır geliyordu, kimileriyse ilk defa… Bunları ayırt etmek çok kolaydı, zira suratlarında aptalca bir şaşkınlık ifadesi olurdu daima.Hep beraber bir meydanda toplandık. Tek sıra halinde dizildik. Herkes sırasını bilirdi çünkü kural basitti: En eski en başta ve ilk deneyimler en sonda. Ben ortalardaydım. Şimdilik endişelenecek bir durum yoktu; fakat herkes bilirdi ki en başa geçen çocuk bir daha oraya giremezdi; ve bizim eğlencemiz aslında en baştakine veda partisi niteliğindeydi.Büyük düdük çalana kadar sağımdaki çocukla biraz lafladım. O bana, babasının yeni aldığı oyuncak arabasından bahsetti, ben de ona yatmadan önce televizyonda seyrettiğim filmi anlattım. Derken büyük düdüğün sesi duyuldu. Hepimiz aynı yöne dönerek en baştakinin arkasına dizilmiş olduk.-Başlıyoruz, dedi en baştaki.Ve trencilik oynamaya başladık. Saatlerce “çuf-çuf” diyerek koşturduk durduk. Bazen göllerin içinden, bazen uçsuz bucaksız çöllerden, bazen de bir dağın tepesinden geçtik. Hiç durmadık ve hep “çuf-çuf” dedik. Bizi hiçbir şey engelleyemedi.Basit, değil mi? Unutmayın ki bizler küçük çocuklardık ve oyun oynamayı seviyorduk. Alice’inkine benzer maceralar anlatmadığım için üzgünüm; ama işte olanlar buydu ve insan büyüdüğünde be kadar saçma gelirse gelsin biz çok eğlendik.Derken vakit doldu. Kendimize ait asansörlere bindik ve kendi deliklerimize gittik. Benimkinde Zozo hâlâ oradaydı.-Eğlendin mi, diye sordu.-Evet, dedim.Mağaranın ucuna geldim. Hâlâ açık duran ışın kanalından kendimi yavaşça boşluğa bıraktım. Yeniden yatağıma dönerken bir öncekinden biraz daha hızlı bir biçimde büyümeye başladım. Sonunda yatağıma geri döndüğümde boyum biraz daha uzamıştı.Ben yatağıma yatınca ışık da kayboldu. Zozo’ya iyi geceler diledikten sonra uyudum.