bildirgec.org

düş hakkında tüm yazılar

Tok bir “Tık” sesi !

blood sugar sex magik | 29 August 2007 09:41

Uzun ve sıcak bir yaz günü, tabiri caizse sudan çıkmış gibi ter içindeyim.
Tvden sinek vızıltısı gibi bir ses geliyor, havanın daha da sıcaklaşacağını bu yazın bizi çok zorlayacağını söylüyor. Elimi kaldıracak gücü bile kendimde bulamıyorum. Bilirsiniz sıcak insana çok büyük bir mıymıntılık verir, hareket etmek dahi istemezsiniz.
Açık pencereden kulağıma bir yaz şarkısı çalındı o anda, denizin müthiş serinliğini hissetmek, güneşten nefret etmek yerine altında yanmak istedim bir anlık bir duyguyla.
Sonra gözlerim kapandı gayr-i ihtiyari, o bildik derin yaz hayallerimde buldum kendimi…
Deniz kenarı, arkadaşlar, dostlar, cıvıltılar…
Güneşin tenime dokunuşu, sıcakın altında erimek usulca…
Denizden yansıyan ışık hüzmelerinin gözlerimi alışı, bir renk, bir cümmüş etrafta…
Bir serinlik geliyordu bir yerden, hafifçe saçlarımı okşuyordu; yüzümde güneş ışınları adeta dans ediyor, saçlarımda onlara ayak uyduruyordu! evet, bunu hissedebiliyordum o an!
Bir huzur kaplamıştı bedenimi, dudaklarımın büküldüğünü, yüzüme koca bir tebessümün yerleştiğini hissedebiliyordum.
Sonra aniden tok bir tık sesi duyuldu! Uzaklardan gelen içinde bulunduğum rüyadan beni çıkarıp alan… Güneşin yakıcılığını tüm bedenimde hissettiğim saçlarımın okşanmadığı, tüm ahengin kaybolmasına neden olan bir tık sesi! Birden sıcak bastı dört bir yanımı, açıldı gözlerim o anda!
Acı gerçek belirdi karşımda…
Vantilatör durmuştu.
Bu muymuş tüm sebebi hissettiklerimin dedim. Bu mu beni taa deniz kenarlarına götürmüş, bu mu o meltemleri estirmiş vücudumda?
Pişman oldum rüyamdan uyandığıma ama artık katlanılabilir bir yanı kalmamıştı o yakıcı, sıcak yaz gününün!
Bir duş farz olmuştu bu bedene…
Duşun ardından derin bir araştırmaya girdim, tarihin buluşu olarak nitelendirdiğim vantilatör hakkında. Fransızca “vantilateur” kelimesinden gelmekteymiş. İlk vantilatör Da Vinci’nin 1500′lerde tasarladığı su gücüyle çalışan bir fanmış. 1949′da John Haven Emerson’un Harvard Üniversitesi’nde geliştirdiği vantilatör ise bugünküne en yakın olanıymış. Bir ev tipi vantilatörün (yani biraz önce bizde bozulan cins) ozon tabakasına hiç bir zararı yokmuş; ancak durum klimalarda farklıymış malesef.
Velhasıl ne faydalı bir aletmiş, ülkemin kimi zaman yegane sorunlarından olmuş;
-Balıkesir’in Bandırma İlçesi’nde aşırı sıcak havalar, vantilatör satışlarını arttırmış, Bandırma’da birçok mağazada son günlerde yoğun satışlar nedeniyle vantilatör kalmamış, işyerleri üretici firmalara vantilatör siparişleri vermeye başlamış. Vantilatörlerin değeri artmış halk isyandaymış.
-Gaziantep’te sıcaktan bunalan İnci Kırmızıtaş (20) açtığı vantilatöre saçını kaptırmış. Durdurulamayan vantilatör genç kızın saç derisinin çoğunu koparmış. Hastaneye kaldırılan genç kız ameliyata alınmış. Altı saat süren ameliyat başarılı geçmiş. Şükür ki İnci’nin kopan saç derisi eskisi gibi işlev yapacakmış.
Bu sorunlar dinmemiş halkımız vantilatör üzerine bir de fıkra yazmış. Yazımı da bu sıcak yaz gününde buz gibi gidecek şu fıkralardan biriyle bitiriyorum.
Esen Kalın…

Adamın biri karısını çok seviyormuş. Karısı bir gün ölmüş ve adam da üzüntüsünden bir süre sonra ölmüş. Adam cennete gitmiş ve karısını bir türlü bulamamış.Meleklere sormuş:
-Karım nerede?
Melekler de adama:
-Senin karın burada yok, belki cehennemde olabilir.
Bir de orayı ara demiş.
Adam karısının bir melek kadar temiz yürekli olduğunu düşündüğünden
cehenneme bakmayı zaman kaybı olarak görmüş ama yine de merakından bakma istemiş ve cehenneme
gitmiş.
Adam, cehennemde kendi etrafında sürekli
dönen kadınlar görmüş ve dayanamayıp bir zebaniye sormuş:
-Ya hemşerim, bu kadınlar neden kendi etraflarında dönüyorlar?
Zebani yanıtlamış:
– Bu kadınlar kocalarını kaç kez aldattıysa kendi etraflarında o kadardönüyorlar.
Meselâ şuradaki
sarı saçlı olan kocasını 20 kere aldattığıiçin kendi etrafında 20 kere dönüyor.
Adam sormuş:
– Peki benim karımı gördünüz mü?
Zebani yanıtlamış:
-Senin karını vantilatör yaptık.

Shadowy Asansör…

| 21 August 2007 14:31

asansör
asansör

Filmlerden izlediğim o sahnenin bir gün G(eri) ‘1’ tuşu ile bana dönüşeceğini hiç düşünmemiştim o an’a kadar…
Bulunduğum kattaki ’11’ tuşu buna promosyon olarak basamadığım ’13’ tuşu en cansız şahittir…
Daha önceden tattığım ama o anda ki heyecanın geriliminden ısınan yalaz pembemsi ıslak öpüşme AYNAN’ın yansıması ile gözlerimden, beynime ulaşan yoldaki en aşılmaz engelleri düzlemsi eksensiz bir eğriyle geçmişti…
O an’a kadar hiç bir suça gösteremediğim ön koşulun cesaretini bulmuştum. Filmlerdeki fantezi olmaktan çıkıp gerçek olmuştu ve izlediğim o an’lı filmler ise basit bir düş…
Asansörün boşalmasına yakın kendine gelen diğer boşalmayı payladığım partnerim üstündeki eğrilerini küçük bir terzi edasıyla rutüşlüyordu …
Kapı açılıp asansörü boşalmak için attığım ilk adımda bu düş’ü promosyonun tersindeki yaşıma iliştiremeyeceğimi bildiğimden dolayı dilin “YALINLIĞI” ile yetindim…
Karşıma tuhaf güzellikte bir chevrolet çıkmıştı, belli ki eski bir şehirden eskimeyen düşlerle park etmişti oraya.
O an’ın şiirselliğini üzerimden atamadan chevrolete yaklaştım, efsunlanmıştım sanki lastiklerindeki ışıma dünyanın tüm asfaltlarını yalamış görünümündeydi…
Bense çocuklaşıp kontak kutusunun üstündeki anahtarın orda unutulma şansımı denemek istiyordum…
Belki de başka bir şey dileseydim olacaktı!!! Anahtarı üstündeydi arabanın; elimi kapısına götürdüğümde ise kapı kilitliydi şaşırdım ?’! Hangi salak anahtarı üstünde bırakıp kapı kilitlemeyi unutmaz…
-Hadi kalk işe geç kalıyorsun!!!!!
– Ya uyumak istiyorum…
Ne bu ya bir rüyamı? bir düş? yoksa zamanda sıkışmış bir gerçek miydi?
Yüzümdeki düş’ü yıkamak için gittiğim yerdeki bana aşık yansımamdan Pamuk prensesi sevip sevmediğimi düşünmesini istedim…
Ayaktayken yıkamaya çalıştım yüzümüzü bu sefer düş’üz kaldım
Yarı ters ‘L’ haline gelip yıkamaya çalıştığımdaysa gerçeksiz kalmıştım
Anladım ki 45 derecelik bir açıyla yıkamalıydım yüzümü ve düşlerin sadece kambur insanlara ait olması gerçeğine inanmalıydım…
Yansımam ise her şeye rağmen Pamuk prenses çıkmazında girdiği yerdeki ışığı arıyordu…
Kamburlu düşleri yıkadıktan sonra fark ettim ki ayak başparmağım hiç ıslanmamıştı…
İki ayağımı bulunduğum konumda yıkayamayacağımdan olsa gerek ki kuru bir adım atma gereğini duydum…

ANTALYA’DA DENİZE GİTMEK

akoni | 09 August 2007 15:12

Ben 25 yıl İstanbul da yaşamış biriyim deniz burnumuzun dibindeydi ama çevre kirliliği nedeni ile sadece kenarında oturup yosun kokusunu içimize çekerdik.O bile beni mutlu etmeye yeterdi.Şimdi herkesin adını dilinden düşürmediği, turistik bölge dediğimiz zaman herkesin aklına ilk gelen Bodrum,Çeşme,Antalya hani denizi çok tuzlu olsa da sonuçta deniz.

Beni doyuruyor,tatmin olabiliyorum ama mutlu değilim..Acaba kör olsaymışım dahamı iyi olurmuş? Ama o zaman da mutsuz olacaktım. Vallahi koca bir dilekçe yazmayı düşünüyorum.Sorun ne merak ediyorsunuz.Acaba ben mi abartıyorum diyorum bazen. Evindeki bütün mutfak aletlerini sepetine dolduran pikniğe gider gibi tabak,kaşık,çatal sesleri arasında yerlerde halılar sanki deniz kenarı değilmiş de piknik alanındaymışız gibi.

Hani iklim sıcak insanlar bunalıyor hoş görülü olmak geliyor içimden .Ama çıldırmama az kaldı resmen çöpçülük yapıyorum. Atılan pet şişeler,karpuz kabukları,kırık bira şişeleri sizlere deteylarını anlatsam uzun sürecek manzara vahim içler acısı. Dahası korkunç. Kıyafet desen yataktan kalkan pijaması ile denizde atlet ,don,gömlek,tayt,bluz,şalvar,badi ne desem bütün kıyafetlerden tutun her şey var

.Hani burası ( Antalya ) güzel ülkemin turistik bölgesi olmasa ne giyersen giy diyeceğim ama diyemiyorum. Allaha şükür duşumuz var tuzlu sulardan arınmak için ama olurmu sanki mübarekler evde banyo oluyorlar şampuanlanmadan olmuyor. Bir kez uyardım şampuan kullanmak yasak diye aldığım cevap çok ilginç : “Gözleri bozukmuş yola gidecekmiş.” Hala çözemedim gözle şampuan ve duşun nasıl bir bağlantısı var. Şimdi ise en çok rahatsızlık duyduğum şu zıkkım olası içmeden duramadıkları – içimizde içen arkadaşlar varsa da duyurulur – lütfen dikkat ediniz içtiğiniz şu sigaranın izmaritlerini lütfen yerlere atmayın.Yer gök izmarit dolu artık çıkarmak üzereyim çok doldum.

Bu sahil şeridi benim tapulu arsam değil yanlış anlamayın. Sadece boş bulduğum yerde oturup kitap okur,yüzer giderim. Çevremin temiz olmasını istiyorum.Bıraktığım gibi bulmak istiyorum. Herkese sesleniyorum. Nasıl ki yabancı devletlerde yerde bir izmarit bulsam eşşek gibi anıracağım diyorsam benim ülkemde öyle olsun istiyorum. Bazen acaba biz arap soyumuyuz diyorum. Elle yemek ye sonra ellerini üzerine sil. Biz bu olamayız.Atatürk ne demiş ne mutlu Türküm diyene.Mutlu olabilmem için çevremin temiz olması gerekiyor.

Foto-sen-tez

pilli pati | 28 July 2007 16:25

view from a window
view from a window

Geceleri yaşadığın şehre bu kadar lanet okumanın bir anlamı olsa gerek. Acını paylaşmak isterdim, fakat her insanın kendi cehennemi kendinedir; beceremem fazlasını, elimden gelen şuncacıktır. Sadece hayretle izlerim seni. Bir düş görürsün kocaman açılmış yeşil gözlerinle… Sabah ezanıyla, usul usul başladığını bilirim ızdırabının. İçindeki çelişkiler minicik us evine sığmaz olur. Pencereni açarsın ardına kadar. O duyumsadığın; ağaçların, güne dönende, fotosentez alışkanlığı sonucu havaya saldıkları mis gibi oksijendir. O kısacık sürede, bu kokuyu yakaladın – yakaladın. Yoksa beklersin birgün sonrasının sabahını, merak edersin “o 24 saat için bahşedilmiş başka alacak nefesin var mı?” diye! Ama yakalamışsan, açık duran pencerenden, bağrında bahar kokularından bir heyecan demeti ile salınırsın…

bu bir pilli patisözüdür!

Kovaya mı doldurmalı, duştan mı akıtmalı?

juki | 10 July 2007 13:53

Su sıkıntısı olduğu bir gerçek. Peki banyo yaparken suyu kovaya mı doldurmalı yoksa duştan mı akıtmalıyız?

Ben bunun için şöyle bir yöntem geliştirdim: Başımı normal musluk tarafından yıkıyorum. Sonra incecik açıyorum duşu. O sırada temizleme işlerimi hallediyorum. Köpükleme faslı falan derken durulanma zamanı geliyor. Yarım kova su ile de durulanıp çıkıyorum. Toplam 20 dakika sürüyor. Çok da rahat ediyorum. Birazdan gideceğim zaten banyoya…

Shadowy Kurgusu eksik kalmış ‘kendim’ 1

| 28 June 2007 10:44

Da(e)lice
Da(e)lice

Rüyalardan uzaklaşalı saatler olmuştu. İşin tuhafı ise; ne gördüklerimi hatırlıyordum, ne de kendimi… Rüyaların bitiminde düşler başlıyor ve hiçbir düşümde kendim olamıyordum.
Bazen yaşadığımdan şüphe eder biçimlere bürünsem de, aklımın karmaşıklığının, akılsız biri olduğumdan kaynaklandığını düşünüyorum. Düşlerime konu olan imgeler, hiçbir zaman açıklayamadığım korkularımın, kadınsal nesnelere bürünmüş aksesuarları ile örtüşüyor…
Karanlık; dudaklarını kırmızı ruj ile boyamış, ay ile öpüşüyor ve her tarafımı kıpkırmızı bir alacalık sarılıyor. Gözlerini kapattığım herkes aydınlanıyor ama her aydınlamada ben kararıyorum. Güneşin kırmızı topuklu ayakkabısı altında ezilirken, bir an üşüdüğümü fark ediyorum.Gökkuşağını kırmızıya boyarken yakalıyorum kendimi. Uzandığım düzlüğün bir kadın gözlüğü olduğunu fark ediyorum bir an; sonra kendime bakmaya yelteniyorum. Gördüğüm şey ise, kırmızı şapkalı bir kadının beynindeki mezar taşım. Üstünde yazan ise; ‘Baktığı uzaklarda öldü’ Diye atılmış bir başlık…

doğrudan sıcak suya ulaşın

pamukdoktor | 10 May 2007 12:32

yazık günah değil mi susuzluktan kavrulmamızın yakın olduğu zamanlarda suyu boşa akıtmak.
sıcak suyu açıcaksın da akacak akacak ve ısınacak.hem süreden hem sudan tasarruf ediyorsunuz bu ürün sayesinde.tek yapmanız gereken bu ürünü duşa monte etmek ve sıcak su gerektiğinde açıp,doğrudan sıcak suya kavuşmak.