bildirgec.org

dost hakkında tüm yazılar

Kara anlatı yazarı: Vüs’at O. Bener

queennothing | 13 November 2010 14:00

“…Yazdıklarım trajediden komediye, komediden trajediye akıyor. Konuşmayı seviyorum. Gevezeyim de galiba. Yaşadığım, gözlemlediğim şeyleri yazayım istiyorum. Birileri yazsın veyahut ben yazayım. Olmuyor ama. Yazdıktan sonra, başka türlü anlatılmalı, diyorum. Başka türlü nasıl anlatılır? Zamanı gelir, diyorum. Zamanı gelince önemi olmuyor, bugüne kadar benden çıkan her şey ‘zamanı gelir’ dediklerim, ‘işte budur’lar değil.”

…diyor değerli yazarımız Bener. 1922 senesinde Samsun’da dünyaya gelen ve “Dost” adlı öyküsüyle edebiyatımıza yeni bir soluk katan Vüs’at O. Bener, Erzincan ve Sivas’ta ilk ve orta öğrenimi bitirdikten sonra liseyi Bursa Işıklar Askeri Hava Lisesi‘nde tamamladı. 31 yaşına kadar orduda görev yapan Bener, “Dost” adlı öyküsüyle (Dost da dahil bir kaç öyküden oluşan kitap, YKY’de Dost-Yaşamasız adıyla basıldı) Yeni İstanbul ve International Herald Tribune/ NY Times Öykü Yarışması’na katıldı. Bakınız, vakti zamanında İletişim Yayınları’nın bastığı “Dost“.

Rahat olun , gerilmeyin… Hepsi bu…

firatocal | 31 August 2010 14:51

Yoksunluktan boğulan hayatlarımızla böbürlenirken , yoksulluktan tiksinerek yaşıyoruz… Bayağı , sersefil sohbetleri en entellektüel ahkamlarla bir tutarken , köşebaşındaki dilencinin önünden bir cüzzamlıdan kaçar gibi geçiyoruz…

Kredi kartları altında ezilen hayatlarımızı umursamazken , herşeyin bizim için yaratılmış olduğunu düşünürcesine kazanmadan ve hakketmeden fütursuzca yaşıyoruz…

Kimiz biz??? Niçin geldik dünyaya??? Hayatta olmanın bir anlamı kalıyormu şu yaşadıklarımızla??? Bir gün gelip de bu dünyadan ellerimiz bomboş ayrılabileceğimiz gerçeğini hiç düşünüyormuyuz???

Sanmıyorum… Artık bunu umursadığımızı da düşünmüyorum … Din , mezhep değil konum … Hayat dersi vermeye kalkışmak ise hiç değil… Kimseyi imana ve teslimiyete davet etmeyeceğim… Rahat olun lütfen… Koltuklarınıza keyifle kurulmaya devam edebilirsiniz… Şuan için hiçbir tehlike yok… Söylemeye çalıştığım da o zaten…,

Korkuttun Beni

MerakliKedi | 19 August 2010 15:21

Yaklaşık 25 yıl geçti birlikte. Dile kolay çeyrek yüzyıl… Hatırlıyor musun, ilk başlarda ne çok kavga ederdik. Her ders arasında mutlaka kavga edecek birşeyimiz olurdu. Ama bu kavgalar olgunlaştırdı bizi, ilişkimizi… Bu kavgalarla öğrendik kişiliklerimizi. Birbirimize sözler verdik o kavgalar sırasında. Ve sonra da tuttuk bazılarını. Sen hatırlatınca çok şaşırdım. Yıllarca, hayat düsturum dediğim şeyin aslında seninle birbirimize verdiğimiz söz olduğunu söylediğinde… “Yaptığın hiçbirşeyden pişman olma, Pişman olacağın şeyi yapma.”
Kişilikler oturduktan sonra, arkadaşlık daha bir güzel hale geldi. İkimiz de olgunlaşmış, artık kavgasız halleder olmuştuk meseleleri. İşin enteresan tarafı aramızda kavgaya dönüşme ihtimali olan hiçbir şey de olmuyordu. Niye o zamanlar kavga edermişiz ki… Hayat yerlerimizi ayırdı ama kalplerimizi değil. Başka arkadaşlıklarımız da oldu ama bizimkinden daha güçlü değil. Sevdiklerimiz oldu, ama birbirimizden çok değil….
25 yıl sonra ben bebeğimi aldım kucağıma. Ve sen iki elin kanda olsa geldin. Ne komik değil mi? İki elin kanda olsa… Nasıl bilebilirdik ki, bir ay sonra gerçekten hayatımızda kanların olacağını. Bebeğime benim kadar sevindin. Bir taraftan özlemlerin okunuyordu gözünde bir taraftan mutluluk. Ne güzel bir dostluktu bizimki… Ama ne yalan söyleyeyim, bir farklıydın. Tanımlayamadım ama sen farklıydın. Bunu konuştum insanlarla, farklı dedim. Bana öyle geldiğini, özel durumum ve özel durumun nedeniyle farklı olduğunu söylediler. Değilmiş!!!!
Bir ay sonra bir akşam bana geldin. Kapıdan girer girmez, damdan düşer gibi haberi verdin. Ama sanki farklı iki filmin görüntüsü ile repliği üstüste bindirilmişti. Sen cıvıl cıvıldın. Duyduklarım ise “beynimde 8 cm’lik bir tümör var. Pazartesi ameliyat olacağım” idi. Bu iki içerik örtüşmüyordu. Ama bu sendin işte… Benden saklamıştınız. Sütüm kesilmesin diye söylememiştiniz. Belki de senin için kan ağlarken, diğerlerinin gözlerinden yaşlar dökülürken beni düşünüp susmuştunuz. Söylediklerinin şokundan mı, senin üzmemek için mi, kucağımdaki bebek nedeniyle mi bilmiyorum, çok tepkisizdim. Hatta çok soğukkanlı karşıladığımı konuşmuşsunuz sonra… Ah ama sen bilirsin beni. Yüzüm soğukkanlıdır. Gecem değildi. Ruhum hiç değildi. O gün geldi. Pazartesi… Erkenden hastanedeydik hepimiz. Bebeğimi ilk defa bırakmıştım. Haberi aldığım günden beri süt biriktiriyordum. Ameliyat uzun süreceğinden ben yokken bebeğin beslenmesini temin etmiştim. Bir yandan aklım onda, bedenim senin yanında, ruhum ise bambaşka yerlerdeydi. Eminim yüzüme bakan kimse, ama kimse benim üzgün olduğumu söyleyemezdi. Belki bu yüzden şaşıran, alınan, darılan bile olmuştur bana. İçim kan ağlarken yüzümün bunu söylememesi nedeniyle… Ameliyatın çok geç başladı. Hatta o yüzden seni ameliyathaneye uğurlayamadım. Yeniden süt sağmam gerekiyordu, eve uğrayıp gelecektim. Ben çıktıktan yarım saat sonra seni almışlardı ameliyata. Sonraki yedi saat mi? Ne sen sor ne ben söyleyeyim. Dışarıdaydık, haber bekliyorduk. Elimizde kitaplar, dergiler, Sudoku’lar ile vakit geçirmeye çalışıyorduk. Geçmeyen zamanı geçirmeye çalıştık. İki bebeğim birden aklımı dolduruyordu. Biri sen, biri evdeki… Evdeki çaresiz, evdeki dilsiz, evdeki bilinçsiz…. Sen mi? Sen de bilinçsiz, dilsiz ve çaresiz uyuyordun içeride. Ne kadar birbirinize benziyordunuz o anda. Ne kadar başkalarının yardımına ihtiyacınız vardı. Ve bu ne kadar kahrediyordu beni…
Yedi saat sonra güzel haber geldi. Ayılmıştın bile. Hatta konuşuldu bile seninle. Çok rahatladık. Doktor “bu gece çok kritik, dualarınıza ihtiyacımız var” dediğinde bir kere daha yıkıldım. Bu sözleri kimse duymamıştı. Herkes öncesindeki ameliyat çok iyi geçti kısmını duyup rahatlamıştı. Ben ise doktorun bu çaresizliği karşısında iyice üzülmüştüm. Ama annen ve eşin girebiliyordu yalnızca yoğun bakıma. O zaman bize gitmek düştü. Çıktık hastaneden, ciddi bir hafiflemişlik duygusuyla. Eve geldik. Diğer bebeğimi emanet ettiğim kişiler heyecanla haber bekliyorlardı. Güzel haberi onlarla da paylaştık. Çok mutluyduk, neredeyse kutlama yapacaktık. Bir daha arayıp durumu soruşturmak istediğimde aldığım haber herşeyi altüst etti. Hayatımız bir kere daha kesişmişti. 9 yıl önce benim başıma gelen, bu kez sana olmuştu. Doktorların da beklemediği birşeydi. Kelimenin tam anlamıyla yıkıldık o anda. Gecemiz geçmek bilmedi. Hem kendi durumumu hatırladım, hem seni o halde gören annen ve eşine üzüldüm hem de bu kadar uzun sürmesinin sende bırakacağı olası hasarı…. Çok zor bir geceydi. Çoook uzun.
Sabah ilk iş telefona sarıldığımda, gelen haber çok rahatlattı. Gecen çok iyi geçmişti. Gece seni uyutup ertesi gün akşama kadar uyanmayacağını söyleyen doktorlara rağmen uyanmıştın bile… Çok sevindim, çok. Sonra sıkça haber almaya, görmeye çalıştık seni. Rahatsız etmemeli, yormamalıydık ama gönül dinlemiyor tabii ki -meli -malı’ları. Neyse ama içimiz rahattı.
Çok korkuttun bizi. Ama hayat sana ikinci, hatta üçüncü bir şans verdi. Bunu çok daha iyi değerlendir bir tanem. Hayata her zaman gülerek bakan gözlerin hiç hüzünlenmesin. Hep gül, hep mutlu ol bir tanem…

gece…

firatocal | 17 August 2010 11:08

üşüyen düşlerimi şefkat dolu elleriyle örten sırdaş dostumdur gece… gözlerimi kapatıp tüm savunmasızlığımla kendimi bıraksam bile , bilirim bana ihanet etmeyeceğini…

bazen özlem dolu aşk kokan bir sevgili olur , bazense koruyup gözeten , başını güvenle yasladığın bir anne … dalıp gidersin düşler diyarına mehtap kokan , yakamozun ışıl ışıl aydınlattığı elleriyle…

yaşam yorgunu bedenimi , ayrılık bitkini ruhumu dinlendiren kendinden emin , yalnızlar rıhtımıdır kadim dostum gece… dobradır , dostların en harbisi… kimsenin söylemeye cesaret edemeyeceği gerçekleri düşlerime fısıldayan acı gün dostumdur…

sırtını hiç dönmez bana… gün boyu aklıma gelmese bile adı , güneşle veda
laşma anımda tüm affedi
ciliğini giyinip , güler yüzüyle karşılar onca karanlığın arasın dan … ayrılığın şiirini yazdırır kalp kırıklıkları üstüne… elimi kesse de kırıntıları , acıtmaz gün boyu canımı acıttığı kadar herşey onunla…

hayali bir arkadaşım var uzunca bir süredir…

firatocal | 14 August 2010 21:16

hayali bir arkadaşım var uzunca bir süredir… canımın en sıkkın olduğu zamanlarda onunla konuşuyor ve dertleşiyorum… ona ne tafra edersem edeyim , nasıl çıkışırsam çıkışayım sesini hiç çıkartmıyor… tam bir kara gün dostu…

hayali bir arkadaşım var… evet , gerçeklerinden çok daha vefakar… bana sırtını dönmeyen , hayal de olsa bana hep gülümseyen… hüzünlü anlarımda yanıma gelip üzüntümü bütün içtenliği ile paylaşan… beni hiçbir zaman umutsuz , kimsesiz bırakmayan…

hayali bir arkadaş… ama dostluğu sahiciden daha sahici… çıkarına göre davranmayan kötü gün dostu… almak istediğini aldıktan sonra yüzüne bir kere bile olsa dönüp bakmayan nankörlerden değil o…

Gerçek hayattan bir kesit.(Şeytandan dost olurmu?)

zarifce | 12 August 2010 16:46

Yalandan yüzüme gülen bu dünyada, yolun yarısını bitirdim. Sonlara yaklaşırken düşündüm. Ne idim ne oldum? Hani derler ya “elini kaptıran kolunu alamaz” . Gerçek dostlarıma tavsiyem şeytandan medet ummasınlar. Şeytan işini bitirene kadar dost olur. İşte benim dostum da şeytandı.

Bildiğimiz mana da olmasa da teşbihte şeytanı aratmayan dostum. Ne zaman başım sıkışsa yanına giderdim. Her gitmemde beni boş çevirmez. Hatta ihtiyacımdan fazla para verir “uzun zaman sonra iki katı ile isterim veremezsen iki katını dörde katlar beş ile çarparım haa!” derdi ama yine de benim dostumdu. Ne zaman başım sıkışsa yanına giderdim. Dostuma güvendiğimden beni boş çevirmeyeceğini bilirdim. Beni çok sevdiğini biliyordum. Zaman ilerledikçe dostumun arkadaşlarından birkaçıyla daha tanıştım. Onlar da benim dostum gibiydiler. Ne zaman başım sıkışsa yanlarına giderdim. Beni hiç boş çevirmediler. Beni çok sevdiklerini biliyordum. Bu sevişmeler yıllar sürdü. Birbirimizi çok sevmiştik. Ta ki ben aldıklarımdan bazılarını dostlarıma geri vermede zorluk çekmeye başladım. Zaten borçluydum, birde dostlarım verdiklerini almada geciktikleri için zamanı kısmaya başladılar. Ve ilk dostumun dediği gibi beni dörde katlayıp beş ile çarptılar ve işlerinin bittiğini anladım. Dostluğumuz bitmişti. Aslında hata ben de idi onlarda değil. Şeytandan insana dost mu olur. Şimdi dostlarımın bana yardım ediyoruz diyerek verdikleri paraları üç, beş katı ile onlara geri ödemeye çalışıyorum. Elimden geldiği kadarı ile yaşadım. Eşim ve çocuklarımla, maddi imkansızlık belimi kırarken, bir elbiseyi iki yıl bazen de dört yıl giydik. Çocuklarıma istediklerini almaya çalıştım, elimden geldiği kadarı ile yaşadım. Çoğu zaman ağladım, sessizce ağladım, suç bende idi, başka yerde suçlu aramadım. Ama dostlarım beni uyarsaydı bu duruma düşmezdim. Belki kafam çalışmıyor, neden uyarmadılar. Şunu söylemeliyim, ben paramı hiçbir şekilde kumar, alkol, bar-pavyon gibi kötü yerlerde harcamadım. Ben paramla kardeşlerimin okumasına yardımcı oldum. Babam emekli maaşı ile kıt kanaat geçinirken, ben yardımcı oldum. Bu yardımların karşılığını aldım. Cebimde zerre miktar para kalmadığında işte o meşhur dostlarım imdadıma yetişti ve beni önce ihya ettiler sonra rezil. Şimdi dostlarımı bildiniz mi? Şeytandan farkları olmayan dostlarımı.Dünya için maddi anlamda bir şey düşünmüyorum. Kendime yetecek biraz param, ayağımı yerden kesecek bir araba ve başımı sokabileceğim bir ev. İşte benim hayalim bu. Bu hayal sadece benim değil herkesin hayali. Bir ev alabilir miyim?

sınırsız çırpınıştaydı “şeytan”

| 05 August 2010 14:27

Yoktan var olmadı bu aşk.
Hiç bir şeyin olmayacağı gibi..
Düştü,
sema kazanınından bir kor..
Bundan,
bir kulpundan biz tuttuk.
Hepsi bu..
Yeni aşklar gibi,
çürüyüp dağılması gerekirken
nefesle kaynattık, bir fırtına yığını içinde..
Gizlemek boşuna,
altın çiçeklerle süslemek varken kaderi,
kasırga;
şeytan karıştı,
kin karıştı,
dost karıştı,düşman karıştı..
Çelikten ordulara karşı duralım derken,
yenildi kader!
Gizlemek boşuna;
Geçmişe takılıp kalıyor yürek..
Bilmez değilim;
Sınırsız çırpınıştaydı şeytan,
şaka değil,
boğazımda düğümlenen acıdır, kahkaha değil..
Geceler boyu dönüp dönüp,
kadere küfrettiğim bundan..

O DEV

tutkulubiryazar | 22 July 2010 13:51

-İyi dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur… Mevlana

Acaba dostlarımıza hak ettikleri değeri veriyor muyuz? Aramızdaki ilişkinin samimiyetini ve sevgi boyutunu artırmak için çeşitli yollar var, kaçını denedik yada denemeyi aklımızdan geçirdik?

Dostumuz, bizden öncelikle sevgi ister. Bu sevgi bağlılığa dönüşür. Zor zamanında da yardımlaşma yada daha yalın bir ifadeyle onun derdiyle dertlenme hususu dillenir. Demekki aslolan dostumuzun dost olarak orada kalması değil; tıpkı saksımızda yetiştirdiğimiz çiçeğe sı vermemiz gibi ilişkimizi sürekli gözden geçirmek, ona gereken değeri vermek, gerektiğinde fedakarlıkta bulunmaktır.

fikirlere şaşırmak

morbeyin | 25 June 2010 15:59

Siteler arası zap yaparken çok ilginç yazılara denk geldim.Biraz araştırınca daha da çok şaşırdım doğrusu.Bir sitede daha önce haberim olmayan ve sadece bilim kurgu filmlerinde olduğunu düşündüğüm icatların aslında gerçekte yapıldığını öğrendim.

Örneğin Örümcek Adam filmindeki Dr. Octopus’un omurgasına yerleştirdiği mekanik kollar.Evet, o da icat edilmiş.

Dr. Octopus
Dr. Octopus

HULC isimli bu kolar,bir çeşit hidrolik sistem,kullanıcısına 90kg’a kadar ağırlığı rahatça kaldırabilme yetisi kazandırabiliyormuş.Her türlü hareket yetkisi kazandırıp yapmak istediğiniz hareketi de hissedebilmesi ayrı bir güzellik.

Efe..

ivandenisovic[pilli_silinen_hesap] | 05 May 2010 16:14

Bakıyorum da gene yitirmedin
o ahmakça efeliğini..
karşılaştığı, her uyuz beygire selam duran,
aynı serseri aynı şarlatan..

Ve işte öldüler hepsi, birer birer
ilham perilerim dediğin aşifteler..
Bak biri daha elveda çekiyor.. elveda..
kalanlara diyecek yüzün var mı ?”merhaba!”

İşte sen busun, bir binadan arta kalan moloz misali..
belki de, paçaları sıvayıp koşman da bu yüzden,
kendini şair zannedip yazman da bu yüzden..
Bekleme, olmayacak derdine aşina,
İmdada gelen bir dost misali..

Amma velakin, çıkış yolu bu değil
sana saldıran acı da olsa,
Bir tasaya hakkın yok.
Bırak göstersin acı da son hünerini,
şakağında bir namlu misali..