bildirgec.org

çöl hakkında tüm yazılar

Human Planet

nazokiraze | 16 May 2011 10:57

Bugün ilk 2 bölümünü izlediğim Human Planet belgeseli hakkında bir çift lafım var.

Sekiz bölümden oluşan bu belgeselde farklı coğrafyalarda insanın nasıl yaşam mücadelesi verdiği konu ediliyor, tabi muhteşem görsel şölenler eşliğinde.(okyanuslar-çöller-kutuplar-ormanlar-dağlar-nehirler ve şehirler)

İlk bölümde denizin içinde yaptıkları kulübe ve teknelerinde yaşayan Bajau insanlarının yaşam öyküleriyle beni benden alan belgeselde hayatımda hiç duymadığım köpek balığı çağırıcısı ve kompresör dalgıçlığını öğrenme şansını buldum. Doğa ve insan ilişkisini bu kadar güzel izlememiştim.

Libya’daki Anılarım

Chat Noir 1 | 01 March 2011 13:43

Tunus’ta başlayan isyanlar Mısır’a sıçradı ve domino etkisiyle Libya’ya ulaştı. Ortadoğu da yaşanan bu karışıklıklar esnasında bir çok insan öldü. Böylece Kaddafi yönetimindeki Libya gündemin en önemli ülkelerinden biri haline geldi.

Ben üç dört yaş civarlarındayken Libya’da Tripoli’de yaşamıştım. Yaklaşık bir, bir buçuk yıl. Babamın görevi nedeniyle oradaydık.

Deniz gören teras katında bulunan küçük bir evimiz vardı. Yakınımızda büyükelçilikler bulunuyordu. Yanımızda bir futbol sahası vardı. Babam yokken terasın futbol sahası olan kısmındaki çamaşır ipine çarşaf asardık. Hava ise çok sıcaktı. Gölgede kırk beş derece.

Doğa, Mucizeler ve Büyük Göçler Koleksiyonu

Chat Noir 1 | 23 February 2011 12:39

Daha önce gazeten kuponla bir belgesel seti almamıştım. Şimdi ise elimde 49 kupona aldığım National Geographic’in “Doğa, Mucizeler ve Büyük Göçler Koleksiyonu” var. Ümitle beklemek ve sabretmek güzeldi. Bu setin içinde otuz dvd, onların kitapçıkları ve iki tane üç boyutlu gözlük var. Bu dvdler deniz canavarları 3d, büyük göçler bir, iki, üç, leoparın gözleri, çöküş, Akdeniz’in kayıp gemileri, Gelibolu karanlıktaki sırlar, kayıp filo, ikinci dünya savaşının bilinmeyen hikayeleri, mavi balina krallığı, Mısır ölümsüzlüğe giden yol, olağanüstü öyküler vampirler, anne karnında ikizler, üçüzler, dördüzler, anne karnında hayvanlar, muhteşem makine insan vücudu, Afrika’nın ölüm makinaları, Hindistan’daki on iki öldürücü hayvan, Amazon’un katil hayvanları, Okyanusların ölümcül hayvanları, Şehirdeki canavarlar,Manş tüneli, Petronas kuleleri, Airbus A380, cruise gemisi, çarpışma rotası, zaman bombaları, yıldız kapıları, evrende başka canlılar var mı ?, uzay fırtınaları başlıklarını taşıyor.

the innocent africa

admin | 03 January 2011 23:41

vahi yaşamı,büyük düzlükleri,koyu tenli insanları,fakirlik,açlık,sayısız hayvan türü deyince akla gelen ilk coğrafya. sürekli izlenen bir kıta.ama artık izlemekle kalmak istemiyor devler.
artan nüfusları ve teknolojileri için başrol oyuncuları yine afrika.

tabula rasa fabrikasyon ayarları

hafifkullanicisi | 24 December 2010 11:14

Zihni boş bir levha olarak düşünmek ilk olarak hangi filozofun aklına geldiğini hatırlamıyorum.Hangi ayvayı yerken ya da mercemeği istediği fırına verememenin hezayanı yaşarken buldu umrumda değil.Bebek kafasına olan ihtiyaç umrumda olan.İnsanların kişilik yapıtaşlarının o kişinin kişisel görkemini belirlediğine inanıyorum.(en azından şu an için) Bunları mimari yapılara benzetmek eğlenceli geliyor ;kulubeden tutunda gökdelene kadar.Birinde beton biriketden gücünü alan duvarlar, yapının ayakta kalmasını sağlayan şey, diğerinde ise çelik iskeletlerle desteklemelisin ki göğü delebilenin sağlam bastonlarını yapının koltuğunun altına verebilesin.
(kerpiçten de yapılar var onları değerlendirmeye almadım amacım sadece kıyas yapabilmek için bir zihinsel harita çıkarmak ve en düşük örneği olarak kulubeyi seçtim.)
elektrik ve su tesisatı ayrıca iç dizayn, dış dizayn vs birer kıstas (problem yaşanmaması için gerekli ve düzgün bir görünüş için) olarak ele alınabilecek şeyler bununla ilgilenmiyorum sadece ayakta tutan nedir bizi…

Dünyanın Çölleşmesi

admin | 18 January 2010 19:40

İnsanlar dünya denilen gezegende diğer canlılarla birlikte yaşarlar. Dünyanın yok olması başta insan neslinin yok olmasıdır. Dünya üzerinde yaşayan insanların beslenme, barınma, temiz su kaynaklarına ihtiyacı vardır. İnsanların besin kaynaklarından bir kısmını, bitkiler oluşturur. Bitkiler özellikle yeşil bitkiler dünyanın akciğeri görevini de görürler. Bitkilerin yok olması, erozyonu da artırarak, dünyanın çöllenmesine katkıda bulunurlar. O yüzden yeşil bir dünya için elele olmak lazım.

Dünyanın çölleşmemesi için bireysel ve toplumsal yükümlülüklerimizi yerine getirmeliyiz; ancak bu şekilde hayata ve kendimize dar çerçeveden bakmamış oluruz. Bazen vakıflar da burda önemli rol oynayabilir. Bu vakifların içinde aklıma ilk gelen TEMA Vakfı oluyor. Bu vakıf bağışları da kabul ediyor. Nede olsa paylaşımın ve katkının büyüğü yada küçüğü olmaması gerekir…

Güneş Enerjili Deve

Chat Noir 1 | 05 December 2009 10:47

Kenya’da gözden uzak yerlere ilaç götürmek için develer kullanılıyordu.Ancak sıcak hava koşullarında ilaçların bozulmaması için bir buzdolabına bu buzdolabının çalışması için de elektriğe ihtiyaç vardı.Ve çözüm gecikmedi.Devenin hörgüçleri arasına yerleştirilen küçük bir buzdolabı ihtiyaç duyduğu enerjiyi güneş panellerinden sağlıyor.Kenya ve Etiyopya’da test edilen sistem, bölgede ilaca ulaşamayan 300.000 kişi için umut ışığı olacak.Haberin detaylarına buradan ulaşabilirsiniz.

kum tanecikleri

massay | 13 November 2009 14:43

Yeryüzünde ne kadar kaya varsa, o kadar kum var. Kırık mercanlar, volkan lavları, parçalanmış kuvarslar bir süre sonra kuma dönüşüyor. Ve kum her geçen gün yeryüzündeki toprağı biraz daha yutuyor.

“Bir kumsal, sürekli hareket halindeki milyarlarca kum tanesinden oluşan bir ordu” Bascom’a göre.

Gerçekten hiç dikkat etmiyoruz, yaz mevsiminde, her geçen gün rüzgarın ve dalgaların öldürdüğü bir canlı organizma üzerinde yatıp güneşleniyoruz. Bu canlı organizma, evrensel bir niteliğe sahip.
Çünkü dünyanın her yerinde ve her türlü iklimde kuma rastlamak mümkün.

ÇÖL GÜRUHUNUN YEŞİLLE İMTİHANI

il mare | 03 August 2009 16:01

işte aynen böyle:mangal içinki kömürün yeşili ateşe boyadığını göstermekten sakınca görmeyen bir reklam,uygunsuz yerde pikniğe devam!
işte aynen böyle:mangal içinki kömürün yeşili ateşe boyadığını göstermekten sakınca görmeyen bir reklam,uygunsuz yerde pikniğe devam!

Yeşile çok daha farklı bakıyorum artık…
Onların aldıkları nefesin farkında olup ilgi alakaya da muhtaç olduklarını göz ardı etmememe rağmen,hiç bu kadar insancıllaştırmamıştım onları.

Öldüklerini gördüm,öldüm…

Bir orman yangınına ilk şahitliğimi gerçekleştirdim geçen gün. Piknik heyecanıyla çıktığımız yolda,tam da piknik alanımızın ortasında uzaktan bizi selamlayan ateşin küstah sırıtışı, ateşe kinimizi ön plana çıkarttı önce. Alana yaklaşıp,her zamanki gibi kendine izleyecek bir şey bulabilen kuru kalabalığın arasına karışıp da yok olan birşeylerin çıtırtılarının kulaklarımda her yankılanışı,o gün benim de sonum oldu sanki…Ateşin galibiyetini ilan edercesine bir yerden bir yere sıçrayışına duyduğum kin yerini gözyaşlarımla birlikte koca bir şevkate bıraktı,bir derin üzüntüye,yalnız bir insana besleyebileceğimi sandığım o güne dek…

acep; Necef nedir?

kumsacli | 28 March 2009 13:12

Yola çıkmadan önce eldeki bilgiler şunlardı:
– suya ulaşılamayan bölge,
-kutsal özelliğini koruyan bir kent,
-göçebe misin; göçemez misin sorusunu karşılayan bedevilerin yerleşiği.

çöl kültüründe bir yerleşim yeri olan Necef
çöl kültüründe bir yerleşim yeri olan Necef

Bunlar için yola koyulmaya değer miydi? Cevap tabii ki, “Evet”. Afrika’da Büyük Sahra, Güney Afrika’da Kalahari , Avustralya’da Gobbon ve Gibson, Asya’da Gobi, Güney Amerika’da Patagonya ve Ortadoğu’da Necef yapay çevreyi dramatik güneş ışınlarına maruz bırakan traşı doğuştan yapılan yerlerdi. Saydığımız en ruhani yer olan Necef göz kırpıyordu. Adını, güzel bir kıza verilen isimden alıyor ya da bir taştan ya da kutsallığına inandıkları uğur’dan… İster güneydoğu Anadolu, ister Doğu Anadolu bir araya gelsin buralardaki kuraklığı bile yeşile benzetiyorsunuz Necef dilinde. Kum zerreciklerinde kanlı savaşlara zemin olmuş ve arap ülkelerinin beşiğinde uyutulan çöl sihir ile şapkadan çıkarılıvermiş gibi görünüyor gözlerinize.
Necef’e her burun deliklerimi açşımda göğsüme dolan pörsümüş havası ile nefes alıp vermek çok zorlaşıyor, yine de çöl kültürü bambaşka bir şey. Burada adrese gerek yok, başınızı kaldırdığınızda el işareti ile göstermeniz kafi oluyor. Bir uçtan bir uca deve gezisi ile ilerlemek keyifli geliyor çünkü kumlardan korunmak isterken botların başparmaklarınızı hava boşluklarına kapatmak delice bir işkenceye yerini bırakıyor.
Yüzyıllarca kendi halinde kendi nöbetini tutan çöl, kendi yanık yüzlü insanlarından başka kimse adını dile getirmezken Şii ve Alevi inanışının belkemiğini oluşturan Kerbela olayı ile parlak parlak ışıldamaya başlar. Kerbela sancağına bağlı bulunan Necef, bu olay sonrası kutsallığı Şiiler tarafından tarihe imzalanır. Sonra Museviler büyük bir yayılma alanı oluşturarak bu kurumuş yeri sulak bir alana döndürmeye çalışırlar. Tarım alanları yaratılmasıyla Romalıların zulmünden kaçan Nabatililer bu topraklara sığınarak bir arap kavmine dönüşürler. Necef’in yerleşikleri her ne kadar Araplar olsa da miras olarak geride kalanlar Bizans döneminden kalma Hristiyanların izlerini taşıyan bazilikalar olmuştur.
Yürüyüş sırasında gürültülü seslerin içine daldım. Bir boykot, bir miting, bir sesleniş ya da bir çağrı idi bu yerli halkın dilinde. Ellerinde kocaman tabelalar ve üzerinde yazılı olan ise“Katliam ABD” … Bu kalabalıktan ayrılmak zorunda kaldım. Çünkü birbiri ardına dizili minik köylerin ziyareti idi rotamda olan. Görsel bir şölendi ayaklarımın altına serilen ben ise sadece izlemek ve iç geçirmekle yetiniyordum. Bağnaz inanışlar hakimdi bu çöle. Ama biraz yakından bakınca fikrimin en ince kaktüsleri diken veriyordu.
Boyu iki metreye yakın, zayıf, yüzü örtülü bir adam bana doğru geldiğini gördüm. Beni selamlayıp heybesinden somun ekmek ve birazcık deve sütünden yapılmış peynir elime tutuşturdu. Tadı hala dilimde, ekşimsi ama lezizdi. Dediğine göre Necef de herkes yoksulluğun verdiği açlıkla neslin sonunu görüyor, sözleriyle altüst oluverdim. Korkunç ve acılı bir serzenişti damarlarıma şırınga edilen. En uzak yer, en güzel yer değildi o an benim için.. Elbette ki bu inanış bu sözle sonlanamaz, hepsi birbirine benzer bir düşünce ve canlandırılmasından kaçınılması gereken bir gezi olarak zannedilmesin, sadece adının duyulması ve fark edilmesinden yanadır bu sözüm ona serüven…