bildirgec.org

çaba hakkında tüm yazılar

SAKIN DURMA….

eylulbahar | 30 July 2008 12:50

Yıldızlara ulaşacağız bir gün bekle, özlem duyduğun hayat için sakın yılma,
asırlar geçsede üstünden O taptaze hala, yok edemez kanlı eller o hayali korkma…akın akın yolculuk başlasada o uzun yola, sıran gelene kadar sakın durma…Durmaki hayatın anlamını yitirmesin, sadece nefes alıp vermek olmasın hedefin, güzellikler dolsun istersen dünyana, tohumları şimdiden ekmeli ve beklemelisin…Belki görür belki de göremezsin, bir tohum at ki, sen olmasanda filizlensin, hayatın başladığı yerdedir belki senin bitişin, sakın üzülme sebebi var elbet bu bitmez bekleyişin….

anlayış…

mengu yincge | 03 February 2008 02:54

bir dilden
eski çok eski asaleti insan olmanın
hayata dahil etmek ölümü ahlaktır

kalmanın sabrı
bir de mesafe bilgisi vardır
hissetmişken bunları ben inceden çok önceden
bir de sezdirdiğinde görünen sen
dünyam oldun be hey sevgili
bir dilden
başka bir dil olsun ayn- ı dilde güzel
özgür yaşansın
gibi olmayan aşklar
yaşasın insanlar
özgür çocuklar
hayatın tüm kıyılarında
yaşansın aşk
lakin kalan da giden de
dünyada
asaleti insan olmanın
sımsıcak şakaklarında
bir de
usul gönül kasende

03.09.2007 – RS

Ne bu şişeleyrrrrrrrrrrrrr?

| 09 November 2007 22:58

Almanya’da türk kanallarında yayınlanan bir su markası reklamıyla dertlerim depreşti. Videoyu arattım internetten ama bulamadım. Suyun markası MİSANA… Damacanayla satılıyor. Buralarda genelde 1.5 litrelik sular satın alınır. Reklamdaki kız belli burada doğmuş bir türk kızı… Şişelerden sıkıldığını belli edecek reklamda. Kocası gibi görünen şahsa „ne bu şişeler“ demek istiyor bıktığını belirtmek için. Almanca’da kelimelerin sonunda „er“ var ise „a“ diye okunur. Kız da Türkçe’de öyle okunmadığını biliyor. „şişeler“ demek için belli ki kara kara düşünmüs „nasıl desem ki?“ diye. Ve ortaya „ne bu şişeleyrrrrrrrr“ diye bir durum çıkmış. Hay Allah’ım! Reklamı her izlediğimde sinirlensem mi ne yapsam şaşırıyorum. Kızım o „siseleyyyyrrr“ değil şişeler diye haykırmak istiyorum. Ulaşamıyorum… Olmuyor…

ÖN YARGI…

akoni | 09 September 2007 13:10

Bu bana ,yakın zaman da gelen bir mail.Sanırım yaş biraz daha olgunlaşınca insanlar daha duygusallaşıyor. Dr. Paul Ruskin, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğretirken onlara şu olayı okudu.Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer, ya da kişi kavramı yok. Yalnız, nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor. Son altı aydır onun yanındayım, ne görünüşü için bir çaba harcıyor ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor.Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor. Dişleri yok, yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor. Gömleği salyalardan dolayı sürekli leke içinde. Yürümüyor. Uykusu sürekli düzensiz. Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor. Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir neden yokken sinirleniyor. Biri gelip onu yatıştırana dek de feryat figan bağırıyor .Bu olayı okuduktan sonra, Dr. Ruskin öğrencilerine böyle birinin bakımını üstlenmek isteyip istemeyeceklerini sordu. Öğrenciler bunu yapamayacaklarını söylediler.Dr. Ruskin, kendisinin bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onların da yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırdılar.Daha sonra Dr. Ruskin hastanın (!) fotoğrafını dolaştırmaya başladı. Fotoğraftaki doktorun altı aylık kızıydı.“ Dinlemeden,düşünmeden,tanımadan sadece bir anlık düşünce zıplamalarıyla ya da çağrışımlarla yargılar,hüküm veririz.. Belki de böylesi daha kolay olduğu için.. Zoru seçmeyiz..Çünkü bir insan ya da bir olay hakkında düşünmek , o kişiyi tanımaya ,yaşadıklarını anlamaya çalışmak dünyanın en zor ve en fazla zaman alan işlerinden biridir. Kendimizle ilgili yanlış bir değerlendirmeye asla tahammül edemezken, başkaları için bu yöntemi bu kadar içimiz rahat kullanabilmemiz ne kadar şaşırtıcı değil mi? Önyargılarımız bizim hayatımızı büyük ölçüde kolaylaştırırken ,başka insanların hayatlarını aynı oranda zorlaştırır.Karşımızdaki kişi bize ne kadar önyargılı davrandığımızı anlatmaya çabalarken , biz çoktan konu ya da kişi hakkında “ karar vermiş olmanın dayanılmaz hafifliği”ni yaşamaya başlarız.Dünya sadece yaşadığımız anda bulunduğumuz yerden gördüğümüz gibi değil..Olaylar da öyle…İnsanlar da…Yapmamız gereken tek şey ( çok zor ve zahmetli de olsa) bakış açımızı 360 dereceye ayarlamak….Unutmayalım ki Tanrı bile insanları hakkında karar vermek için ömrünü tamamlamasını bekliyor…

Bir Kadını Tanımak …

hypatia | 27 July 2007 14:33

Bir kadını her yönüyle tanımak…

Sevgi dolu kalbi, içindeki fırtınaları, çocuksu halleri, daha gelmemiş yaşlarının olgunluğu, aşkları, yalnızlıkları, cinlikleri, saflıkları, yalanları, itirafları, şehvetleri, vurdumduymazlıkları, takıntıları, rahatlıkları, içlerinde barındırdıkları farklı farklı kişilikleri ve saymakla bitirilemeyecek tüm yönleriyle kadınları tanımak.

Sevgidir ilk adım. Sevmekle başlar her şey. Sonra kabul edersin, parçan olur, bazen sen o olursun. İşte o zaman tanırsın bir kadını, hayatın tüm sırlarına bir anda girersin. Zorlu ama keyif dolu, gizemlerle dolu bir yolculuğa adım atmışsındır.

sigaram olmadığından ….

natalie anne makker | 16 August 2006 12:25

Ben çok özledim…

Binbir pişmanlıkla kavurduğum tenimi,son bir vaha bulmak umuduyla sunduğum onlarcanızdan dönüşte,çatlamış gördüğümde anlıyorum bunu.Dokunulmazlığını her hücremin,sinek kovar gibi hızlı bir hamleyle elimin tersiyle savurduğumda düşünüşüm…Her seferinde acı yemek..Buna rağmen sadistleşmiş dilimin damağa yakın kısmına hayranlığımı gizlemek yıllardır..”Bu son” deyip en kolayını seçtiğim..Sonra neden kekremsi denildiğini anlamadığım tuzlu suları tam yerine aksınlar da yalayım diye başımı eğişlerim,yön verişlerim…”Bu son”larıma inanamayışlarım ve sırf bu yüzden duygu zamanzingosu kalbimi red edişlerim…”Zaten”le başlayan cümlelerim “Keşke”ye dönüştüğünde hala bilmeyişim;yaşımı mı düşündüm acımı mı???Bunu hiçbir zaman anlayamayacak oluşlarım da çabası.

tek kanalli bi televizyon vardı eskiden; cumartes

onerty | 06 November 2005 07:11

tek kanalli bi televizyon vardı eskiden; cumartesiden cumartesi ye vardı, pazar günleri öğlen sularında başlayan pazar konseri “hey gidi hikmet şimşek“. kadife döşemeli koltuklarımız, dört tarafı ceviz mobilyalarla kaplı salonumuz.. sürekli dedikodularını yapsak da haberdar olduğumuz, merhaba yı esirgemediğimiz komşularımız.

bisikletle gezmek, gazoz kapağı oynamak ve çeşitli haylazlıklarla meşgul olmak gibi faaliyetler arasından arta kalan zamanda düşünüp dururdum, o alaca kadifeli koltukların üzerinde; “ben niye varım?”, “gerçekten soluk alıp veriyorum, tüm bunlar gerçek!” diye. bazen çığlık atasım gelir, tüm bu düşünceleri unutmaya çalışır, bayağı haline kaptırırdım kendimi dünyanın. bazen de sonuna kadar direnmek isteyip hüngür hüngür ağlamayla sonlandırırdım bu amaçsız eylemimi.