tek kanalli bi televizyon vardı eskiden; cumartesiden cumartesi ye vardı, pazar günleri öğlen sularında başlayan pazar konseri “hey gidi hikmet şimşek“. kadife döşemeli koltuklarımız, dört tarafı ceviz mobilyalarla kaplı salonumuz.. sürekli dedikodularını yapsak da haberdar olduğumuz, merhaba yı esirgemediğimiz komşularımız.
bisikletle gezmek, gazoz kapağı oynamak ve çeşitli haylazlıklarla meşgul olmak gibi faaliyetler arasından arta kalan zamanda düşünüp dururdum, o alaca kadifeli koltukların üzerinde; “ben niye varım?”, “gerçekten soluk alıp veriyorum, tüm bunlar gerçek!” diye. bazen çığlık atasım gelir, tüm bu düşünceleri unutmaya çalışır, bayağı haline kaptırırdım kendimi dünyanın. bazen de sonuna kadar direnmek isteyip hüngür hüngür ağlamayla sonlandırırdım bu amaçsız eylemimi.zamanla bu “amaçsız eylem” otomatik bi hale dönüştü, ve her fırsatta delirme noktasına getirmeye başladı beni. sonsuz sorularla kuşanmış bir savcı içimde; her hareketimden, her beyanatımdan önce sorguya çekiyor-du- beni. yıllardır beynime yüklenen kültür ve bilinç öğretileri doğrultusunda, sorumlu, bilinçli bir insan olmam için zorluyordu beni. elbetteki bi sürü hatalar da yaptım, iç yargılarımı kulak arkası ederek lakin, genellikle bu yönergeler doğrultusunda yaşadım hayatımı. vicdanım rahatsız olmasın diye.ama vicdanımı rahatlatırken gerçek hayatı göz ardı etmiş olmanın acısını hep ödedim. resmi kurumlarda hep gecikti işim, ve banka kuyruklarında. insanlara duyduğum yersiz, aşırı saygı ve sevginin karşılığını alamayınca küçüldü herkes gözümde. zamanla nefrret etmeye de başladım. başta kendimden, sonra herkesten. ama hayatımın her döneminde bir kahramanım oldu, tükenince kahramanlar yerine başka birşey koydum; bir kadın mesela.tüm dünyeviyatı bi kenara bırakmış, önümdeki sahnede karşıma meşgul olduğu işin erbabı olarak çıkan herkes bi dönem benim kahramanım oldu. ya da asla ulaşılamaz sandığım akıl, fikir ve soyut-somut her türlü manada güzelliğin akla gelen tüm öğelerini üzerinde barındırdığını sandığım onlarca kadın, kendilerini bana düşündürdüler. tabi sonu hep hüsranla bitti bu öykülerimin, istisnasız. kahramanlarımın politika, erk veya düpedüz para uğruna cephe değiştirdiğine şahit oldum defalarca. kadınlarımı ise laf ebeleri, para babaları, sözde duygusallar becerip durdular. kahramanlarımı kaybettim defalarca, birer birer sönen mumlar gibi karanlığa gömüyorlardı beni. ama zamanla karanlıkta kalmaya da alıştım; insanlar uyurken yaşamaya, ve onlar devinirken uyumaya.Şimdilerde ise, kendimden başka hiçbirşeye inanmıyorum. kimseye ve dünyaya dair nefretim dinmiş değil. zaten sevilecek biri varsa “önce ben” im. yanyana yılları çürüttüğümüz halde adımdan ve soyadımdan başka bana ait hiçbirşeyi bilmeyen insanlar değil. kahramanlar hele ki, hiç ihtiyaç yok. kimse benden iyi değil dünyada bana karşı, kimse benim düşüncelerimi ve inançlarımı benden iyi temsil etmiyor.geriye otokontrol kalıyor, eylemden öncesi; düşünceyi devre dışı bırakmak. becereceğim.