bildirgec.org

beyaz perde hakkında tüm yazılar

film-noir’in Günümüz yüzü: neo-noir

kumsacli | 09 June 2009 11:00

Kara filmin doğumuna en önemli zemini hazırlayan kuşkusuz ikinci dünya savaşıdır. Savaş Amerikan toplumunun tüm yerleşik model değerlerini altüst etmiş toplumsal yapıyı derinden sarsmıştı. İyi ve kötünün iç içe geçtiği savaş sonrası döneminde Amerika’ya göç eden Billy Wilder, Robert Siodmak, Otto Preminger ve Fritz Lang gibi Alman ve Avustralyalı yönetmenler; dışavurumcu Alman sinemasının etkilerini Hollywood’da taşıdılar.
Dışavurumcu alman sinemasının en önemli ve öncü sayılabilecek filmi “Dr. Caligari’nin Muayenehanesi” bu türün çıkış noktasını oluşturur.

Savaş Beyaz Perdeye Yansıyor
Amerika’nın savaş sonrası psikolojisinin ve genel atmosferin sinemaya yansıması kaçınılmazdı. Savaş sona erdiğinde evlerine dönen erkekler pek çok şeyi bıraktıkları gibi bulamamışlardı. Kadın toplumsal hayatta etkin bir rol alıp özgürlüğünü ilan etmişti ve “mutfağa” dönmeye de pek niyetli görünmüyordu. Bunların dışında askerden dönenlerin iş bulabilme endişesi vardı. Amerika o yıllarda kanunu hiçe sayan adamların egemenliğinin sürdüğü, sokaklarda kurşun yağmurlarının esip geçtiği, çetelerin her köşe başında hesaplaştığı bir toplumsal buhran dönemi içindeydi. İşte bu ümitsiz ve karanlık ortam kara filmin doğmasında gerekli olan altyapıyı hazırladı ve tür, bu atmosfer içinde ortaya çıkıp gelişti.

PoP ArT…

| 24 December 2008 14:05

Pop Art deyince akla gelen ilk cevap “popülist anlayış”tır; oysa ki Pop Art imgeleri tematize eder ve hatta hafif bir mizah anlayışı ile bulunma (varlık) sebeplerini ortaya koyarak sorgular. Pop Art, İngiltere ve Amerika’da 60’lı yıllarda ortaya çıkmış sanat akımıdır. İngiliz pop sanatı, Richard Hamilton, Peter Blake, Roger Coleman gibi sanatçılarla tanınır. Amerikan pop sanatında aynı dönemlerde Jasper Johns, Robert Rauschenberg, Andy Warhol, Roy Lichtenstein ve Claes Oldenburg gibi sanatçılar bu tarzı temsil eder.

Pop Art, sanatın her dalı ve günlük yaşam imgelerinin genel anlamda en çok yaklaştığı; gerçek manada ise birbirinin en fazla düşmanı konumunda olduğu bir tarzdır. Kimi zaman imgeleri kimliksizleştirir, kimi zaman ise imgeleri güçlü ironiyle sorgulatır. Gitgide daha fazla büyüyen tüketim çarkı içine fast food’dan tutun da sinemaya kadar birçok marka girer.

60’lı yıllara imza atmış olan Kennedy’nin, “… aya adım atmış olacağız” sözü, televizyonun başına sabitlenen yaşamlar, Nasa’nın deneyleri, yürüyen yollar, galaksiler arası düşler ve başka oluşumlar, beyaz perdede ve çizgi filmlerde yansımalarını bize göstermiştir. Fütüristik bu eğilimler giderek daha bir belirginleşir. Tüketim kültürü dünyayı sarar ve endüstri geleneği ile gelen yaşam kültürünü sorgulayan pop sanatçıları felsefelerini kolâjla anlatırlar. Bu, aslında son derece parlak, renkli, gerçekçi ya da tam tersi düşünen yaşamdan bir kadrajdır.

Claes Oldenberg, Dev hamburger
Claes Oldenberg, Dev hamburger

Christopher Nolan ve Bir Kahramanın Gerçekliği

ashg | 14 August 2008 10:06

Chistopher Nolan, Hollywood’un belki de en iyi Avrupalı transferlerinden biri. Yönetmeni bu kadar özel bir sinemacı kılan özelliği ise, her kesin gün yüzüne çıkarmaya korktuğu eksik ve karanlık tarafın üzerine bile bile korkmadan gidişi.

Nolan iş başında
Nolan iş başında

Nolan’ın tek bir sinema kariyeri var. Ama asıl başarısı izlediği çift şeritli bir yolun her iki şeridini de oldukça verimli kullanmasından geçiyor. Birinci şerit küçük kardeşi Jonathan Nolan ile imza attığı bağımsız filmlerin bulunduğu şerit. Diğer şerit ise büyük Hollywood stüdyolarında gerçekleştirilen büyük bütçeli dev yapımlar. “The Following” (Takip) on sene önce adı sanı duyulmamış yönetmenin ilk önemli çıkışı olarak kabul edilebilir. Nolan bu filmde ilk tematik dertlerinin de sinyallerini verdi. Filmin ana karakteri genç bir yazar (Jeremy Theobald) hem yaşadığı metropol yalnızlığı ile başa çıkmaya çalışıyor hem de karanlık yönünü gün yüzüne çıkarmaya çalışıyordu. Bu iki tema bir femme fatale ile tamamlanınca sürükleyici bir kara film ortaya çıkıyordu. Tamamı siyah beyaz olan bu bağımsız film İngiltere içindeki başarısını kısa bir süre Britanya sınırları dışına taşıdı. “The Following” Rotterdam film festivalinde Altın Kaplan ödülüne değer görüldü. Bu büyük başarıdan sonra dikkatleri üzerine çeken Nolan (Kardeşler) adlarını tüm dünyaya duyuran asıl proje üzerinde çalışmaktaydılar: “Memento”! Jonathon Nolan’ın kısa hikayesi “Memento Mori” den esinlenerek yazdıkları senaryo ile bir anlatı sanatı olan sinemaya yeni bir soluk getirdi. Zamanı esneten kurgu anlayışı, insan hafızasını farklı bir biçimde yorumlamaları, modern bir klasik olarak kabul edilen kült film “Memento”yu ortaya çıkardı. Nolan, “Memento” da ana karakteri Leonard’ın (Guy Pearce) hafızasını iki ayrı film “strip”e ayırıp birini filmin sonundan diğerini ise filmin başından başlatıyordu. Bu yenilikçi yaklaşım filmin ana motifi olan eksik-kırık zaman duygusunu ve “Memento”nun ana atmosferini başarılı bir şekilde perdeye taşıyordu. “Memento” Nolan Kardeşlere Oscar’da en iyi senaryo dalında adaylık getirdi. “Memento”yu ”Insomnia” izledi. Başrollerini Al Pacino ve Robin Williams paylaştığı ”Insomnia” Nolan’ın kariyeri için “yeni ilkler”in filmiydi. Yönetmen ilk defa Hollywood’un deneyimli isimlerini yönetiyor ve ilk defa bir yeniden yapım (re-make) gerçekleştiriyordu. 2005 yılına gelindiğinde genç yönetmene Hollywood’dan büyük bir teklif geldi: “Batman Begins” (Batman Başlıyor) Nolan, “Batman Begins”i karanlığın içinden tekrar doğurdu ve bu kez Christian Bale’in canlandırdığı Batman’in üzerine üzerine gitti. Batman’i yalnızca çizgi roman sayfalarından beyazperdeye geçen bir süper kahraman olarak yaklaşmadı. Karakterinin geçmişini kurcalayan Nolan, Batman’i derinleştirdi ve inandırcı bir karakter olmasını sağladı. “Batman Başlıyor” yerine filme başka bir başlık aransa bu başlık “Batman Nasıl Doğdu ?” olabilirdi. Batman’i “Batman” yapan sadece kara pelerini ve uzun kulaklı şapkası değildi. Neden yarasa figürünü seçmişti, Gotham’da neden geceler hep uzundu? Nolan birer birer bu soruları yanıtladı ve karşımıza Christian Bale’in de belirttiği gibi gülünç olmaktan kurtulmuş bir Batman’i karşımıza çıkardı.

sinemadaki yaratık ve canavarlar

asiti kacmis kola | 20 March 2008 16:00

beyaz perdenin olmazsa olmaz oyuncularındandır yaratık ve canavarlar. onlarsız da olmaz, onlarla da.
her saniye doğallığından bir parça daha eksilen mekanikleşmiş 2008 yılında duygulara hitap eden, sahnelerin yavaş yavaş aktığı, olayların süzüle süzüle ilerlediği dramatikvari filmler favori olsa da bir zamanlar bu yaratık ve canavarlar pek bir modaydı.
işte onlardan bazıları;
godzilla: ilk kez 1954’de gördük biz onu. adını taşıyan 30 filmde, hepsinde de korkunç dinazor rolünü kendisi oynadı.
dracula: 1887’de kaleme alınan ve defalarca beyaz perdeye aktarılan, gözünün gördüğü, damarlarından kan akan her canlıya iştah açıcı gözlerle bakmakla ün salmış transilvanya’nın bağrından kopup gelmiş bir karakterdir kont dracula.
chucky: nam-ı diğer canavar bebek. 1988 yılından beri çocukları bebeklerden, büyükleri çocuklardan korkutan film karakteri olarak anılan chucky’i o denli korkunç yapan; bir seri katilin ruhunu taşımasıdır.
Frankenstein: “aman allah’ım ben bir canavar yarattım” sözleriyle aklımıza kazınan filmin başrol oyuncu frankenstein, bir bilimadamının bir kadavrayı hayata döndürme çabaları neticesinde meydana gelmiş, o gün bugündür insanlara korku saçar olmuştur.
bettle juice: kimisi için canavardan daha farklı anlamlar ifade etse de beter böcek bildiğin sıradışı bir yaratıktır. bir evde hayaletler tarafından mahsur bırakılan çiftle kendi çapında gırgır geçen, yardım eden dünya tuhafı bir yaratıktır beter böcek.
edward scissorhands: makastan ellere sahip olan edward, film boyunca görünüşüne oldukça tezat bir profil çizer. zira kendisinin pamuk gibi bir kalbi vardır. yine de “önemli olan dış güzelliğidir” diyen kişiler için canavarın ta kendisidir.
davy jones: efsanevi uçan hollanda’lı gemisinin kaptanı olan davy, birçok film ve çizgi filmde oynamayı başarmıştır. tam anlamıyla kalpsizdir, gemiyi korsan kurallarına göre yönetir ve ahtapotla insan arası bir yaratıktır.
e.t: en bilindik uzaylı olan e.t’yi canavarlar değil de yaratıklar sınıfına dahil etmek çok da yanlış olmaz sanırım. komik görünümlü, tuhaf gelse de sevgi dolu bir kalbi olan bir yaratık üstelik.
zombi: her 10 korku filminin 7’sinde hayat bulan, hayat bulmayı bırak ölmek nedir bilmeyen yaratık. derisi yüzülmüş, etleri ve kemikleri dışarı fırlamış, etrafa dehşet ve kan saçan görünümüyle tipik bir canavardır.

HARRY POTTER GERÇEK OLDU

sabrijan | 11 September 2007 09:35

Harry potter ve zümrüdü anka yoldaşlığı filminde geçen dumbledore nin ordusu olayının online bir oyununu yapmışlar internet üzeerinden oynanan oyunda birçok ülke var. girip kendi karakterinizi seçip sayfada şekilleri gösterile büyü şeklinde mausenizi hareket ettirerek karşınızdakini yeniyorsunuz …. ve böylece puan kazanıyorsunuz…. sıralamaya giriyorsunuz bnce denenmesi gereken bir oyun
www.darkarts-defance.com/uk/home.aspx

Nevet,Nayır,Nolamaz

macro | 04 March 2007 12:42

Klasik Türk filmlerine kuşak olarak bir çoğumuz yetişmişizdir.Yetişemeyenler içinse hala bazı kanallarda arasıra yayınlanıyor. Aklıma yer yapan güzel hatta şimdi komik bulduğumuz bir çok replikle doludur klasik Türk filmleri.Biraz güncellesek nasıl olur bir bakalım.

Bu filmlerin bir çoğunda fabrikatör bir patron ve bu patronun kızına aşık olan fakir bir delikanlı bulunur.Halbuki sen kim, patronun kızına aşık olmak kim ? (fazla karamsar oldu) ; yada oğlum kala kala patronun kızına mı kaldın , sen daha iyilerine laiksin (bu daha iyi oldu). Patron mekanına gelen delikanlıyı ‘Defol, benim senin gibi çulsuza verecek kızım yok’ diyerek rencide eder. Genç bozulur bu işe tabi.‘Bu böyle olmaz, eğitim şart’ der kendi kendine. Delikanlıya patronun çıkışması çok koymuştur. İçine atmış, susmuş. Neyse sonra, askere gider gelir. Liseyi açıktan bitirir. Üniversite sınavında tulum çıkarır (uyku tulumu), yatar uyur.