bildirgec.org

anı hakkında tüm yazılar

KAYBOLAN YILLAR…

guddicini | 07 September 2007 21:29

Sevmek bu kadar acı vermemeli insana.Canına can diye kattığın yakmamalı böyle içini…
Düşününce kendi kendime neden diyorum…Neden bu kavgalar?İnsan sevince yüreği bir olmalı,ayrı vücutta aynı akmalı kan.Aynı görmeli sevdanın rengini.
Yanyanayken bu kadar uzak olmak bize yakışmıyor sevdiğim.Yüreğim ürkek bir kuş gibi, çırpınıyor ama uçamıyor kalbinin üzerine…Bir anlasan seni ne denli sevdiğimi,uğruna göze alabildiğim şeyleri.Öfkem sevgimden gönül yaram.
Belki bir gün anlayacaksın ama çok geç olacak ikimiz içinde…Kaybolan yılları yakalayamayacağız.Aşkın en güzel yerinde kaçıp gideceğiz birbirimizden.Elimizde kalansa küçük bir anı olacak seni seviyorum diyen…

“Kedi” özledim seni-2

aggali | 15 August 2007 13:46

İşte “kedi” ile arkadaşlığımız böyle başladı. Evet kediciğim, seni özledim, ama ardan geçen zaman senin bana olan duygularını köreltmişti. Tabii bu zamanın nasıl geçtiği de önemli,senin bu zamanı nasıl geçirdiğini bilmiyorum, neler yaşadığını da.

Mutluluk herzaman insana altın tepside sunulmuyor, arada ayrılıklar ve gözyaşı da sunuluyor çoğu zaman sevgili kedi. Son buluşmamızda bana ” bencil” olduğumu söyledin. Evet seni sevmek konusunda bencilim, bunu itiraf ediyorum.

Sana açıklamaya çalıştım, ama bana inanmadın. Çünkü sen de benim yaşadıklarımı bilmiyordun. Ama garip bir tesadüf bizi karşılaştırmasaydı da ben senin izini bulmuştum zaten. Sadece yeterli cesareti toplamaya ihtiyacım vardı.

“Kedi” özledim seni

aggali | 14 August 2007 17:30

Uzun zamandır yoktum oralarda, döndüğümde ise kimseyi tanımamanın verdiği bir eziklik kaplamıştı üzerimi. Kampüs eski kampüs değildi sanki. Kimsenin dikkatini çekmiyordum, ya da çekiyordum ama ben bunun farkında değildim. Biraz yaşlı sayılırdım artık, saçlarım kırlaşmaya başlamıştı yavaş yavaş.

Sonra nasıl olduysa bir gün, bir akrabam ile çarşıdaki kafelerden birinde otururken onu gördüm. İçimden “Ben bu kızı bir yerden tanıyorum” duygusu geçti apansızca. doğal olarak yaşın verdiği çekingenlik( hadi hadi tırstım demeye utanma şimdi) ten dolayı tanışma isteğimi içime gömdüm.

Shadowy Year 2004 paylaşım

| 06 August 2007 12:35

İstanbule
İstanbule

Year: 2004

Ona ilk defa otobüste rastlamıştım.
Akşamın karanlığında ve yorgunluğunda, etrafındakilere bir durak soruyordu sanki…: “Afedersiniz… Kiler’in altındaki cami durağı burası mı ?”
Kapının açılması ile elindeki büyük siyah çantasıyla merdivenleri inmeye başladı…
Biraz sonra beyaz bastonunu açtı, kaldırımı yokladı ve yürümeye başladı. Sanki bastonu ile yolları görüyordu. Yaklaşık 10 dakika yürürdükten sonra bizim sokağımıza gelmiştik; aramızda yaklaşık 8 ev vardı…
Yatağıma uzanıp düşünmeye başladım. Yaşlı, gözleri görmüyor, gülümsüyor ve elinde kocaman bir siyah çanta var… Sonraki günlerde bir kaç kez daha rastlaştık. Bana bir işe gelip gidiyormuş gibi gözükmüştü…
Günlerden bir gün; aylak aylak gezerken Eminönü’nde; Galata’ya gitmeye karar verdim.
Biramı söyledim. Yukarıdan atılan oltaların arasından İstanbul’u seyire koyuldum.
‘İstanbul çok güzel gözüküyor, sanki, zincire vurulmuş bir güvercin gibi.
Bıraksalar kaçacak, o yüzden devamlı kanatlarını yoluyorlar’…
Ruhumu ve naçiz bedenimi dinlendirdikten sonra, el işareti ile hesabı istedim.
Genelde hep motorla karşıya geçerdim ama karnım açıkmıştı.O yüzden Eminönü’nden bir şeyler atıştırıp vapurla karşıya geçme fikrini kabul ettim ve martılarada simit almalıydım…
Alt geçide doğru yöneldim. Herkes bir kenarda tezgah açmış, bağıra çağıra birşeyler satmaya çalışıyor. Tünelin bitiminde tanıdık bir silület gördüm sanki; biraz daha yaklaşıp yakından baktım. Evet bu… O idi…
Sokağımızda ki yaşlı adam…. Gözleri görmeyen ve gülümsemesi hiç eksilmeyen…
O hep merak ettiğim siyah çantasını açmıştı…
Görebildiğim kadarı ile kayış, tırnak makası, jilet ve hacı yağı diye adlandırılan kokular vardı…
Uzaktan yaklaşık bir saat kadar izledim kendisini…
Akşam olmuştu ve yavaş yavaş tezgahını toplayıp yola koyuldu…
O an da içimden ‘Tanrım keşke bu yaşlı adam kör olmasaydı diye geçirdim…’
Ban sapasağlam halimle her güne isyan ederken hatta gülümsemeyi unutmuşken…. O hayata görmeyen gözleri ile dört elle sarılmıştı ve bir şeyler yapıyordu… Belki de ailesini geçindiyor ya da insanlara yük olmuyordu…
Oysaki ben kendime bile yük oluyordum….
Belkide Tanrı bana bir şeyler anlatmak istiyordu… Belki de o yaşlı adam bir melekti…
Bir anda tüm isyanım dizginleşmişti… Gülümsedim… Yaşamaya başladım…

Keskin koku

darjeeling | 01 August 2007 10:21

En sevdiğim parfümün kadar keskin bir koku var içeride, hissediyorum. Ama bu keskinden ziyade pis kokuyor. Sanki tüm yaşadıklarımdan sonra ölmek istemişim, hatta bunu yaşama geçirmişim, kapıları penceleri kapatıp ocakları açmışım, içeri gaz doluyormuş. Halbuki bunu yapmadım ben. Gaz kokusu değil bu. Sen gittiğinden beri evden atmaya tenezzül bile etmediğim çöplerin yaydığı bir koku da değil bu. Hatta intihar da etmediğim için ölmedim de.. Ölmediğimden evde günlerdir kalmış çürüyen bir bedenim yok ve bunun kokusu da yok haliyle.. Ama içeride keskin bir koku var, hissediyorum. Yıkanmamış tabak çanak yok mutfağımda, sinekte yok. Ha olsa iyi olurdu ya, bana arkadaş misali.. Ben artık çözemiyorum bunu. Giderek daha çok bünyemi sarıyor, burnumun dibinden ayrılmıyor koku. Kalbini söktüm yerinden bende kalmış edebiyatı yapacağım şimdi.. Güya onun kokusuymuş bu, ama yok bu da değil…
Sanırım….Ev yanıyor, bana aldıklarını ve bana yaşattıklarını yakayım derken ev yanıyor. Topluca, külliyen ebediyen yok oluyor, yok oluyoruz. Sadece bir kaç parçayı tutuşturmak istemiştim, tıpkı çocukluğumdaki gibi. Umarsızca, sana ait olanları yok edince mutlu olacağım yalanına inanarak.. Ev yanıyor, tenim tenime yapışıyor, canım acıyor.. Ama daha da kötüsü var. İçeride anılar geçidi seramonisinin keskin bir kokusu var. Bu beni rahatsız ediyor..

hanımefendi, afedersiniz..!

aRRoGaNTe HoMbRe | 30 July 2007 10:18

Eski bir otobus anisidir okuyacaklariniz, bir arkadasimin yasadigi ve bana anlattigindan beri gunlerdir olur olmaz her yerde, aklima geldiginde tekrar tekrar gulme krizine girdigim, insanların deli galiba, yaklasmayalim fazla.. bakislarina maruz kaldigim.

otobus
otobus

Körüklü Istanbul otobusumuz, yine tiklim tiklim gunlerinden birini daha yasamaktadir. Insanlar balik istifi, birbirine sıkı temas halinde seyir etmekteyken, körügün ordan bir bayanin aci feryadi duyulur otobusun en uzak kosesinden dahi. Kadin bir adama bagirip cagirmaktadir ” Terbiyesiz, ahlaksiz adam. Sen ne yaptigini saniyorsun! “ Belli ki adamin elle tacizine ugramistir. Butun yolcular ayaklanir, meraklı bakislar hep körügün oraya toplanmistir. Kadinin bagrislari devam ederken, yüzsüz adam tek kelime etmeden oylece durmaktadir.

tacizci
tacizci

Kisa bir sure sonra otobus duraga yanasir ve biyiklari dudak kenarlarindan asagiya sarkan, kalin kasli, siyah sacli, sert bakisli soforumuz, el frenini cekerek butun heybetiyle olay mahaline dogru hareketlenir. Kalabaligi yara yara koruge ulasir. Merakli bakislarin merak katsayisi daha da artmistir. Cogunlugun tahmini yüzsüz adamin cezasini bulacagi yonundedir. Sofor tacize ugrayan bayana yonelir ve efsane cumlesini soyler : ” Hanımefendi afedersiniz, götünüzü mü ellediler? “. Butun otobus gulme krizine girer, bazilari gulmekten yerlere duserler, kimisi karnina giren derin sancilar yuzunden hem aci cekmekte hem gulmeye devam etmektedir. Kadin daha da sinirlenir ve yardimsever sofore okkali bir tokat vurup : ” Evet götümü ellediler, ayııııı…! “ der. Sofor saskinlik icinde doner ve direksiyonun basina giderken, bir yandan tokat yedigi yanagini oksar, bir yandan da kendi kendine soylenir : ” Bu millete iyilik de yaramiyor mina koim..! “

Flashbacks

pilli pati | 04 July 2007 11:50

güvercinler - camii
güvercinler – camii

Dün sohbetinden pek bir hazzettiğim bir dostla iki laf çeviriyorduk. İstanbul’u özlemiş. Laf arasında Eminönü’nden dem vurdum. Açık havada hazırlanan ekmek arası soğanlı çingene palamutları ve teknelerin boğaz sularında salınışları aklımda takıldı kaldı…

İçinde yaşadığım şehrin bir bölümüne böyle özlem ve saygı duyuşum biraz da anıların sayesinde…

Büyükbabam elimden tutmuş, gidiyoruz. Nereye? O çocuk aklımla cevap veriyorum:

Anılarım-2 (Yazlık)

| 14 June 2007 10:19

İstanbul artık çekilmez olmuş. Tatilimin 25 gününü gezeceğim tozacağım hevesiyle didik didik gezmekle değerlendirdim heryeri. Ama vücut dayanamıyor bir süre sonra… Sessizlik, çayır çimen istiyor. Biz de öyle yaptık. Tatilimin son günüydü, ertesi gün dönecektim. S. ‘nin dayısının yazlığı var. Pazar günüydü. Birkaç gün önceden oraya gidip mangal yakmaya karar verdik.
Tatilimin en anlamlı, en güzel, en huzurlu günüydü desem yalan olmaz. Sonradan epey üzüldüm daha önce neden aklımıza gelmeyişine.

Uzun bir araba yolculuğundan sonra vardık yazlığa. Bahçede birkaç birşey ekiliydi. Çilekler küçücüktü. Hormonsuz…Mis gibi hava, yeşillik, pırıl pırıl güneş… İlk önce acıktığımız için kahvaltı yaptık. Açık havada öyle bir iştahı açılıyor ki insanın sormayın gitsin. Uzun süredir kendimi hiç bu kadar huzurlu hissetmemiştim. Verandada sımsıcak taşların üzerinde çıplak ayaklarımız yanarken hortumla su tutup serinlemekte ayrı bir zevkti. Dayı bahçenin, sebzelerin sulanması gerektiğini söylemiş. S. ile paylaşamadık bir türlü hortumu. O kadar zevkliydi ki çimenlerin üzerinde serin serin ağaçları, sebzeleri sulamak… Bir süre sonra S. ile inatlaşıp birbirimizi ıslattık, ben birazcık ıslanmıştım ama onu hiç ıslatamamıştım. Güneşin altında hemen kurudum. Bunun acısını çıkarmalıydım. Bir fıskiye vardı bahçeyi sulamak için. Altındaki hortumu aldım, yenilen pehlivan güreşe doymazmış ya “hadi gel su savaşı yapalım” diye tutturdum. Onun hortumundan su geliyordu. Benim ki daha açık değildi. 1-0 önde başlamıştı. Mızıkçılık yapan çocuklar gibi “banane haksızlık” diye tutturdum. Tekrar başladı ıslak savaşımız. Ben açık ortamda hortum elimde sap gibi beklerken o ağaçların arkasına saklanarak beni ıslatıyordu. Her yanımdan sular akıyordu. Sonunda pes ettim. O da biraz ıslanmıştı bu defa. Artık güneşte kuruyacak kadar bile değildim. Evi aradık taradık bir tane basma etekle bir bluz bulduk, üstüme üç beden mi desem dört beden mi desem büyük. Giydim onları. Islakken de fotoğraf çekinmiştik. Basma eteği giyince de çekindik, hani son gün ya makina düşmedi elimden. Epey güldük o halime. Umrumda bile değildi. Hatta o an bana yakıştığını bile düşündük iyimserliğimizden. Resim çekindik. Yanına oturdum. Hani kocasının yanında çekinen köylü kadınlar olur ya, işte tam öyle bir edayla poz verdim kameraya. Şimdi bakıyorum da resimlere, bunların hepsi çok güzel ve kıymetli birer hatıra.

Giysilerim daha kurumamıştı, S. bakkala gidip yoğurt alacaktı. Hiç yerimde durmak istemiyordu canım. “Ben de geleceğim.Arabada otururum” dedim. Bakkaldan sonra çevrede bir göl varmış onu gidip görelim istedik. Gidince aklıma geldi üstümün başımın uygun olmadığı. “Yok arabadan inmeyelim, bu halde inemem” dedim. Israr etti. “Bu insanları hayatının başka alanında görmeyeceksin ki.”
Razı oldum. Güneş çok fenaydı, çıkarıp gözlüğümü taktım. Basma etekle gözlük muhteşem bir uyum sergiliyorlardı(!) Çıkardım gözlüğümü, düşündüm, bugün de böyle olsun, bugün de saf, tertemiz anadolu insanı tarzında olayım ne olacak sanki. Böyle düşününce ne o etek beni kastı ne de üstüme büyük gelen bluz. Gölde de yaptı S. yapacağını. Nereye gitsek zaten beraber mutlaka ya bir jantçı yada araba aksesuarları satan birini buluyor. Balık tutan bir adam vardı. İstanbul’ da bilmem ne işyeri varmış. Ben anlamam öyle araba konularından. Onunla biraz çene çaldıktan sonra döndük eve. Karnımız zil çalıyordu. Yani benim ki çalıyordu, çok az yiyip sık acıkan bir yapıya sahip olduğum için. Mangalı yakmıştık, S.nin en sevdiğim bir numaralı kuzeni etleri ve benim sucuğumu pişiriyordu. S. ile ben çok cinsizdir. Nasıl bu kadar cins cins bulduk birbirimizi merak ediyorlar, ben de merak ediyorum. Ben kanat filan yemem, sucuk yerim mangalda… S. ise tavuk yemez köfte yer sadece. Bir numaralı kuzen ( çok sevdiğim için bir numaralı diyorum) mangal başındayken S. salatalıkları sulama hevesine geldi. Bana da fidelere hortum değip zedelemesin diye hortumu tutma görevini buyurdu. Mangal işi bitmişti. “Hadi” dedim “biz de gidelim.” “Yok bitsin sulama işi gideriz” dedi. Ama gözüm sucuklarım da kalmıştı. “Bari bırak kızı, o gelsin yesin.” dediler. “Git sen ben gelirim” dedi. Ama gidersem de iki saat surat yapacaktı bana. Neyse diye geçirdim içimden, son gün kalp kırmayalım.

Biraz uzun sürse de salatalıkları doyurduktan sonra ben de sucuklarıma kavuşabildim. Günün sonunda güneşten cayır cayır yanmış bir yüze sahiptim. O kadar uğraşırım hiç bir yerim yanmaz ama normal bir günde güneşte biraz oturayım yüzüm gözüm ateş gibi olur.

Bu da böyle güzel huzur dolu bir anıydı. Daha nice tatillere inşallah.