şimdilik yetersiz bir araştırmanın sonuçları, önce mevsimi gözönüne alıp sıcak yaz günlerinde rus soğukluğu iyi gider diye umarak surfte yakaladığımız ilk dalga bizi petersbourga atsa hoş olur, önce resmine bakalım büyük usta dostoyevski‘nin bu arada tabi ki winmakerın blogunu anmadan olmaz, sozlukte de yazılmış tabi ki.
ingilizce linklere gelirsek britannicada böyle anlatmışlar, dostoyevski research stationda çok iyi bir adres araştırma için özellikle linkler sayfası eskiden verimliymiş. discussion grubu ve bazı romanlarının e-textleri, örnek olarak gambler/kumarbaz, idiot/budala bu adreslerde ulaşılabilir halde mevcut.
yorumlar
olan yazarları severim, müzisyenleri de.. ancak ustanın ski yanında sıkı gülleleri de mevcut
gülleler arasında son zamanlarda benim takıldığım “büyük engizisyoncu” bölümü karamazov biraderler’den, çok bilinmez malesef, özetlersek şöyledir o bölüm: mesih yeryüzüne iner ve engizisyoncu ile karşılaşır, engiziyoncu mesih’i tanır, birlikte bir köşeye çekilirler ve engizisyoncunun monologu başlar sayfalarca konuşur ve mesih’e sen yeryüzüne inerek hem kendine, hem bize, senden yola çıkıp (istismar ve saptırmalarımızla) kurduğumuz düzene yapabileceğin en büyük kötülüğü yaptın, düzenimizi bozarak insanlık için de en büyük kötülük yaptığın, neden geldin, neden yeryüzüne döndün,, , böyle devam eder ve sonunda yeniden idam edilir mesih.
(meraklıları için: meb baskısında 2. ciltte, “büyük engizsiyoncu” başlıklı bölüm; roman içinde de çok ayrık duran bir hali var, o bölüm için bütün romanı okumaya gerek yok, yalnızca o bölüm okunsa da anlaşılabilir)
Dostoyevski’nin sıkı bir kumarbaz olduğunu ve aralarında ‘Kumarbaz’ın da bulunduğu bazı romanlarını kumar borçları için yazdığını denk gelmişken ekleyeyim.
Hakkında bi keresinde idam kararı verildiğini ve idamına bir iki saat kala özel izinle ipten döndüğünü..
normal gelebilir ama Suç ve Ceza’yı okurken iyice kaptırmıştım kendimi. Rüyalarıma giriyordu. Hikaye boyunca Raskolnikof’la aynı ruh halinde dolaştım. Raskolnikof adı da bunda etkili oldu galiba. Raskol Rusça’da bölünme,ayrılma anlamaına geliyormuş.
yeraltından notlar ve beyaz geceler, txt formatında.
bildiğim kadarıyla ip’ten dönmek şeklinde değil, kurşuna dizilmek şeklinde ve sıra kendisine gelene dek bütün idamlıklar kurşuna dizilmiş ancak kendisi idam edilmemiştir bundan zaman zaman romanlarında sözeder yanlış hatırlamıyorsam “ölüler evinden anılar”da geçiyordu diğer bazı romanlarında da geçiyor olabilir. ayrıca epileptik olması da önemlidir, bundan da romanlarında söz eder yer yer. epilepsi sırasında insanın bir tür aydınlanma yaşadığını anlattığı metinler var yanlış hatırlamıyorsam “şeylerin gerçekliği”ni epilepsi deneyimleriyle öğrenmenin mümkün olduğunu anlattığı yerler aklıma geliyor ancak elime kitsplsrı alıp taramam gerek tam yerlerini ve metinleri bulabilmek için.
tam olarak şöyle arkadaşlarıyla bazı toplantılara katıldığı için çar’ın emriyle tutuklanır. fakat öldürülmeden önce çar’ın emriyle sibirya’ya sürülür. okumak için sadece incil verilir. geldikten sonra Ölüler Evinden Hatıralar yazar. ve yeniden zirveye ulaşır.
ortada dostoyevski’nin sürekli bir hortlama hadisesi mevcut (3. bi tane de moderasyonda beklemekte). kendisi yaşarken de vicdani bir sıkıntı içinde olsa gerek, yazdığı her kitabında kahramanları yoluyla bir ‘itiraf’ moduna girmiş, böylelikle bir şekilde huzura erebileceğini düşünmüştür zannımca. ancak görüyorum ki (sözüm meclisten dışarı) hala bir sıkıntı, bir eşelenme hali..
neyse, sonuçta yazılanlara ben de katılıyorum, yaşadıklarından fazlasıyla etkilenmiştir yazarken, kumar tutkusu, din çelişkisi, politik duruşu, epilepsi sorunu vb.. bi de şey var tabi, ‘suç&ceza’da, ‘ecinniler’de, kısmen ‘k.kardeşler’de marazi bir şekilde yinelediği küçük kıza tecavüz etme hadisesi. ahlaki yönünde diilim tabii ki, beni ilgilendirmiyor pek (zaten bu noktada ahlakın ne olduğuna girilir ki bu da hayli derin ve sıkıcı bir mevzu), ancak eğer “kendi hayatında yaşadıkları, eserlerini ne derece etkilemiştir, ve de bu biz araştırmacı fani insanlara nasıl yansıyacaktır, nasıl bir dehadır bu, kabusumuz oldu kendisi, bi türlü yeterince anlayamıyoruz ve anlatamıyoruz da” gibi bir inceleme ısrarla sürdürülecekse, bu da bir alt-başlık olarak kullanılabilinir, zira bildiğim kadarıyla kendisi gerçek yaşamında 10 yaşında bir kıza tecavüz etmek gibi bir dertten muzdariptir. eğer çok yönlü çalışılıp bunu da araştırmaya dahil edersek belki mesele çözülür, ruhu huzura kavuşur ve hortlama hadisesi de son bulmuş olur.
deli gömleği ile edebiyat, freud-dostoyevski ilişkisi üzerine bir yazı
ahah evet hatırlıyorum bu yazıyı, bi pazar günü yayınlanmıştı, hatta yazıda freudla birlikte beckett, kafka ve tezerözlü’nün fotorafları da vardı, bunlar mı şimdi deli diye öne çıkanlar diye düşünmüştüm.
neyse, adam ölmüş gitmiş tabi, arkasından konuşmak gibi oluyo, naptıından bize ne, ama gaste küpüründe gide’le ilgili bişi var, ‘yakın bir tanıklığa dayanarak küçük kıza tecavüz olayını doğruluyor’ şeklinde. ama pek de öyle diil aslında (tahirabacı’yla kapışmak istemem gerçi), sadece öyle bi ‘tevatür olduğunu doğruluyor’ gide, çünkü şöyle bişiyi de eklemiş kitabına, ‘onun betimlediği kendisi diildir, ancak olabileceği kimsedir.’ yani şu demek oluyor, belki de o günahı kafasında canlandırıp kendisine yüklemiş ve marazi bir zevkle o suçu kabullenmiştir (malum sara hastası kendisi).
bi de şu var, orda ‘azap içinde turgenyev’e gider, ama beklediği teselliyi bulamaz’ yazılı, ama diğer söylenti de şöyle oluyor, d. bu günahını koşarak gidip t.’ye itiraf ediyor (ki t. dünyada en nefret ettiği insan, ciddi, disiplinli ve prensip sahibi bi yazar), t. buna ‘bunu bana neden söylediniz?’ diyor, d. de ‘sizi ne derece aşağıladığımı götermek için’ diye cevaplıyor.
yani çok belli ki iki taraf da kendine göre yorumlamış durumu.
bunun psikanalitik yorumu da şöyle oluyor, ki bence d.’ye en çok yakışan yorum bu, şiddetle günahını itiraf etmek ihtiyacındadır, ama kime yaparsa en fazla acı duyar? tabi ki bi papaza diil. olsa olsa nefret ettiği, onu aşağılama ihtimali yüksek biri olabilir. o da turgenyev.
neyse işte, bi sürü çelişkili, saçmasapan, psikanalizin bok çukurunda debelenen diyaloglar, tanımlamalar, betimlemeler.
zaten yapmış bile olsa artık bi önemi yok. yapmamışsa da takıntılı bir şekilde yapmayı düşündüğü kesin. ama bu da hiç bişi ifade etmiyor.
bu arada asymptot iki ayrı departmandaki sapık konulu ahkamlara yetişmeye çalışmakta, bu da ayrıca takdirle takip ettiğim bir husus. acaba lewis carroll’la ilgili bloğuna da pedofiliyle ilgili bişiler yazsam fazla mı zorlamış olurum diye düşünmekteyim.
(bi de aklıma geldi, dostoyevski kahya kadının kendisine bulup getirdiği küçük kızlarla banyo yapmaktan çok zevk alırmış. hani yani psikanalizin işine yarar diye söylüyorum, yoksa bize ne.)
Şimdi bi saniye, Dostoyevski’nin cinsel eğilimlerinin merkezde olduğu bir Dostoyevski tartışmasının, fazla medyatik kaçtığı kanaatindeyim.
“Sapıklık” konusu hakkaten derin bir konu, ama konu Dostoyevski olunca sapıklık tartışması, ikinci planda kalır diye düşünüyorum.
Yazar olmanın yanısıra, aynı zamanda “sapık” olan onbinlerce romancı geldi geçti dünyadan, ama yazar olmanın yanısıra aynı zamanda tanrısal bir deha olan kaç tane yazar sayıyor ansiklopediler? 3? Bilemedin 5?
Bence konunun merkezi, Dostoyevski’nin cinsel eğilimleri değil, kullandığı hangi roman tekniğinin, yarattığı hangi kahramanların, roman kurgusunda yaptığı hangi devrimin, ona ‘Tanrının sağ eli’ (Ya da sol eli, solaksa..) özelliğini getirdiği olmalı.
Bence tabii..
dostoyevski’ye sapık demeye içim elvermez çünkü sapık denilince adamın dünya tarihine bıraktığı izi gözden kaçırmaya başlayıp sokaktaki tacizcilerle arasında ne fark var denmeye başlanıyor ki bu da bana göre şu anlama geliyor, “eğer bütün mevzu standart dışı fiillerdeyse ben de işlerim o fiilleri ve ben de olurum onun gibi”, ki bu da oldukça haksız bir çıkarım demek aşırı değildir. bunun için de biraz tarihe bakmak yeterli olur, suçlu ve “sapık” sayısı dostoyevski, carroll ve chopin’in sayısından daha çok; örneklersek new york’ta işlenen cinayet, taciz tecavüz vs suçlarla ilgili istatistikler saniyelerle ölçü iken dünya tarihindeki dostoyevski sayısı halen tektir, d’den sonraki o çaptaki romancıları da eklersek bu sayı max. (aşırı iyimser bir tahminle) yirmi’dir.
Justine:
carroll’ın pedofilisi ile ilgili durum aklıma geldi ancak söz oraya geldiğinde hafif uyku’nun uyarısını gözönüne alıp, onu yazmaktan imtina ettim. “neler yayınlanabilir?” ya da benzeri başlıklı bir yazısı vardı hafif’in ve orada başıma iç açmayacak herşeyin yayınlanması yönünde görüş bildiriyordu ve yayınlanması sakıncalı olanlara örnek olarak satanist içerikli şeyleri gösteriyordu zaman içinde bana göre pedofili de bu sakıncalı duruma geldi. yazmış olsan “çok üstüme gelmiş” olmazsın.
efenim geç dönem entelijansiyanın paparazzileri bunlar, haddimiz olmadan bulaşıyoruz bi şekilde. ama daha fazla adamı rahatsız etmeden uyarmakla çok yerinde davrandınız, sağolunuz, kendimize geldik. öyleyse öncelik sizin olmalı, buyurun kendisinin bir kahramanını belirleyin ve bu kahramanın bulunduğu romanın kurgusunda yaptığı devrimi, devinimi ve dışbükey imgelemi anlatın bize. hiç şüphem yok ‘tanrının sağ eli’, hatta kimbilir belki de sol eli bizlere minnet duyacaktır.
carroll’un pedofilisinin kimseyi rahatsız edeceğini sanmıyorum aslında, bi çok mail grubunda legal bi şekilde fazlasıyla kurcalanmakta. zaten latifeydi söylediğim şey, dostoyevski’yle kıyaslayamam onu, olağanüstü bir şahsiyettir kendisi. hatta şiir yazmaya heves edenlerin önce onun şiirlerini okumalarının çok faydalı olacağını düşünüyorum. şu durumda kötü olan tek şey onun hakkında yazılacak çok şey varken dostoyevski başlıklı bir blogda ahkam olarak girilmiş olması. diğer hiç bişi gözümde diil.
carroll’un pedofilisi ile ilgili imtina ettiğim durum yakın geçmişteki çocuk pornosu vakalarıdır.
ayrıca bildğim kadarıyla carroll’un pedofilisi fiiliyata geçmemiştir yalnızca fotoğraflar bazındadır.
Justine:
Vonnegut’ta bildiğim kadarıyla buralarda sözü geçen cinsten bir erör yok, umarım yanılmıyorum.
evet evet, vonnegut konusunda haklısınız, bildiğim kadariyle kendisi son derece sağlıklı bir cinsel hayat sürdürmüş olup son derece heteroseksüel bir eğilimle son derece çekirdek bir aile kurmuş, hiç kimseye pandik atmamış, kimseyi röntgenlememiştir, hatta kimsenin karısınakızına yan gözle dahi bakmamıştır. çocuklarla ilişkisi sadece ve sadece şeker-jelibon bazında kalmış, kendisinden büyüklere saygıda kusur etmemiş, tuvalette gereksiz zaman harcamamış ve sevince yürekten sevmiştir. çok efendi bi insandır kendisi.
bu arada, kaptan hayal sağolsun, ilhamla doldum, şöyle bi karara vardım, çok heyecanlıyım, tanrının sağ eli dostoyevski ise sol eli de nietzsche’dir. yok eğer solaksa, sol eli dostoyevski sağ eli nietzsche’dir. yalomsa süper bi şahsiyettir.
Şimdi yani ben, Dostoyevski’nin sapkınlığının değil de, Prens Mişkin’in, Raskolnikov’un ‘sapkınlıklarının’ ele alınmasının daha doğru olacağını söylemek istemiştim.
Konu, sapkınlık+Dostoyevski olacaksa, şöyle bir tartışma bence daha mantıklı olurdu: Raskolnikov, Prens Mişkin gibi karakterler, çağdaş insanın içindeki hangi karanlık noktaları anlatıyor ki, bu karakterlerle karşılaşan her okur, elektrik çarpmasına uğruyor?
Diyebilirsiniz ki, “Ama bu karakterler aslında Dostoyevski’nin kendisidir. Çünkü her yazar aslında kendisini yazar. Öyleyse dönüp yazara bakmamız gerekir.” O zaman da ben derim ki, sizin de bildiğiniz gibi, olaya bu perspektiften yaklaşan “psikanalitik eleştiri”, edebiyat tarihinde kendisine pek de öyle yer bulamamıştır.
Tanrının eli konusuna gelince, ben Tanrının ‘diğer eli’ nitelemesini hakeden şahsiyetin Kafka olduğunu düşünenlerdenim. Ama belki burada da psikolojik bazı süreçler rol oynuyor; Kafka babasından ve babasının temsil ettiği disiplinli-memur-rasyonel Avrupa kültüründen nefret ediyordu.. Ben de nefret ediyorum (Babam dahil.), o dünyayla karşılaştığımda benim de kendimi, Samsa gibi, hamam böceği türü bir hayvan olarak hissettiğim çok anlar oldu, oluyor. Bu hissiyat bu çağın genel karakteri ise, Kafka’nın bu kadar etkileyici bir yazar olmasının nedeni burada yatıyor olabilir. Herkesin yaşadığı psikolojik süreçleri, kabusları bu kadar tanrısal bir biçimde biçimde anlatmasında yani.
Şimdi, böyle bir tartışmada, “Kafka dediğiniz gibi biri miydi bakalım? Belki de adamı yıkan, babası değil, sevgilisi Milena’nın onunla, bununla yatması oldu” derseniz; ben de bunun hakkikaten medyatik bir iddia olduğunu, ama Kafka konusuyla bir ilgisinin bulunmadığını söylerim.
Benim açımdan durum böyle görünmektedir, ama eleştirilere ve saldırılara açığım tabii:))..
konu zaten sapkınlık-dostoyevski filan diil. tepede duran blogun konusu apayrı bişi. sapkınlık hadisesi ortaya tamamen suyu bulandırmak üzere atıldı (bknz. ahk.no.8).
ayrıca ‘olaya o bahsettiğin perspektiften yaklaşan psikanalitik eleştiri’ zaten kendisine edebiyat tarihinde pek de öyle yer aramamıştır gibi geliyo, türü farklı (psikanaliz), yöneldiği hedef kitle de kendi halinde edebiyat okurları diildir heralde ama tabi ki yanılıyo olabilirim, sonuçta ne psikanalistim ne de edebiyatçı.
kafka’dan ise hiç anlamam, başka dünyanın insanı, yorum yapamıycam. milena’ya sormak lazım, ne de olsa tanrının eline daha yakın.
Ahkam no8’le bulandirilan su icin bir balik dusunurken, Prens Miskin ve Raskolnikov’la ilgili yazilanlari gordum. Aklima bi yazarimizin sozu geldi: “hic bi roman kahramani kendi yazarindan daha zeki diildir”. Galiba bu lafi da roman kahramanina soyletmisti. Kendimi ne kadar zorlasam Dosto. gibi bi yazara, ‘ o da bi insan’ diye bakamiyorum. Kaka bile yapmazdi o.
her bir karakteri bulmacadır dostoyevski’nin, çözmesi en zevkli olanından. ve ilginçtir, karakter ne kadar “iyi” ise (örn. Prens Mişkin) bulmaca kolaylaşır/çözme keyfi azalır.
tolstoy, dostoyevski’nin “gerçek” bir sanatçı olmadığını söylermiş çünkü ona göre gerçek sanatçı hayatın derin sorularına yanıt verirmiş ve tabii dostoyevski sadece soru sorduğu için “gerçek” değilmiş. ama tam da bu yüzden işte filozof’tur dostoyevski, sorular sorar, kurcalar, insanlara/insanlığa iyi-kötü-doğru-yanlış-bunu yap-bunu yapma diye birtakım formüller bulmaya/vermeye çalışan tüm çağdaşlarını eleştirmiştir en keskin sorularla, ne darwinciler kurtulabilmiştir elinden, ne katolik kilisesi, ne liberaller, ne de sosyalistler, huzurunu kaçırır insanın, o da huzursuzdur ama…
ölmesine yakın kurtuluşunu hegel’de aramak istemiş ama bilmiyorum sonuç ne olmuş, ölmüş çünkü.
bir magazin blog yaşanmış burada.Pristo sol kolunu havaya kaldırarak kaslı omuzunu hafifçe gerdi. yumruğunu sıktığında ortaya çıkan damarlarına şişmiş göz torbalarının üzerindeki içleri gülen gözleriyle bakarak anlamlar bulmaya çalışıyordu ki sol taraftan kuryo’nun pasını gördü ve önünde yükselen iki sıcak bedene paralel olarak havalandı, gerdiği sol kolunun aksine sağ koluyla acımasızca meşin yuvarlağa abandı, karşısında yükselen ellerin yaklaşık 3 santimetre üstünden geçen meşin yuvarlak rakip sahanın içine taa içine, derine daha derine, ahşap zemine, beton üzerine kaplanmış parkeye, uzanılamayacak sol köşesine indi. fena olmayan smacı takımına bir puan daha getirmişti.
Dilek şanlı bu hafta kuyuya atılıp çıkarılması için 40 akıllı bekleyen bir taşı hatırlatmış. Acar Burak Bengi ,Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’inin Türkçe’ye çevrilirken çevirmen ve/veya yayınevi tarafından sansürlendiğini tespit etmiş.sadece öteki ve alfa yayınevi bunun dışında kalmış,eseri sansürlemeden yayınlamış.fakat Acar Burak Bengi’de sansürden kaçamayarak bu araştırmasını ya yayınlatamamış ya da eksik yayınlatabilmiş.Bana göre asıl sıkıntı ülkemizde sansürlenmiş olmasından çok diğer ülkelerde sansürlenmemiş olması.klasik edebiyat eserleri erken okumalardır,genç hatta çocuk yaşlarda okunurlar.bu açıdan bakıldığında batı ülkelerinin genetiğine zaten işlenmiş olan “barbar Türkler” kavramının en etkili ağızlardan nasıl da teyit edildiğini ve bunu temize çıkarmanın ne kadar zor olduğunu dehşetle fark ediyorum.öyle ki;varsayalım “evet,ermeni soykırımı yaptık” dedik,bu kadar vahşi bir ırkın sadece ermeni soyunu kırmakla yetinmeyeceğini düşünen bati entelektüelleri kaybolan her türlü insan/hayvan/bitki ırkı/türünden bizi sorumlu tutacaktır diye korkuyorum.bir tek Yahudi soykırımından yırtma şansımız olabilir o da Hitler göstere göstere kırdı diye.Hazır yeri gelmişken acar Burak Bengi’nin Tolstoy ve Müslümanlığı ile ilgili bir incelemesi de yayınlamış ve bu söylentilere bir son vermiş diyorlar.
Öyle de böyle de hafif bi konu diğil Dostoyevski.Günümüz yazarları gibi kapalı odalarında dünyanın bi ucu ya da hiç gidip görmedikleri bi yerler ,meseleler hakkında yazmamış.İpin ucunda yaşamış.Kurşuna dizilmek evet! Sapıklığa gelince ;henüz kesin bir delil yok ayrıca adam kumar borcu için salla pati yazdıklarıyla klasik olmuşsa rahat bi ekonomiyle neler yapardı, diyesim geliyor.Karakterlerine ,yazdıklarına kendini yansıtmayan yazar iyi mi ,kötü mü bu da ayrı bir tartışma konusu.Bu airada şanslı olduğunu düşünmekteyim :dönem ve arkadaşları itibariyle.Savaş dönemi yazarları ya da ekonomik buhranlar yaratıcılığı kamçılıyor gibi.
Fyodor Mikhailovich Dostoevsky için Fredericke Neitchze “psikoloji adina ne ogrendiysem, ondan ogrendim demis; SUç VE CEZA’yi okuyunca; bu cumlenin anlami çok net anlasiliyor….