Bir oda dolusu karanlık adamın dünyayı ele geçirmek için icat ettiği dışarıyı içeriden – içeriyi dışarıdan ayıran kapı (bundan sonra sadece karanlık adamların kapısı olarak anılacaktır) her nasıl olduysa bizim Nahit Bey’in odasına takıldı.Aradan bin küsur sene geçtiği için hiç kimse karanlık adamların kapısının dışarıyı içeriden – içeriyi de dışarıdan ayırma özelliği olduğunu hatırlamıyordu. Zaten hiç kimse o kapının bu kapı olduğunu da bilmiyordu.Vakt-i zamanında hükümdarları halkından koparmak için saraylara takılırdı bu kapı. Kapının arkasında kalan hükümdarlar halkın dertlerini umursamaz olurdu. Gel zaman git zaman halk iyice huzursuzlanır, devletin gücü zayıflardı. Tek amacı dünyayı ele geçirmek olan bir oda dolusu karanlık adam da o devleti ele geçirmek amacına bir adım daha yaklaşmış olurdu.O kapı yüzyıllar boyunca o saray senin bu saray benim gezdikten sonra nasıl olup da bizim Nahit Bey’in kapısına takılmıştı bilmiyorum. Herhalde, dünyayı ele geçirmek isteyen bir oda dolusu karanlık adam, tarihin şaşırtıcı dönemeçleri içinde bir yerlerde bu kapının izini kaybetmişti. Yoksa, Nahit Bey bu zahmete değecek adam değildi.Benim görevim, tabii kabul edersem o kapıyı sökmekti – ki sıkıysa kabul etmeyeydim. Ama şimdilik bu detayları bir kenara bırakıyorum.Belki daha önceden anlatmışımdır, bir gün sahilde otururken ayağıma kıymık batmış, o kıymığın içerdiği süper güçler bana geçtiği için süper kahraman olmuştum (*). O minik kıymık parçası vücudumun içinde dolaşmaya devam edip bir gün engellemez bir şekilde kalbime denk gelerek onu durdurana kadar, normal bir insanın yapamayacağı pek çok şeyi yapabilecektim.İleride, yaşlandığım günlerde, haklı ve haksız diye bir şeyin bile olmadığını, hepimizin aynı oyunun bir piyonu olduğunu, farkında olsak da olmasak da, birbirimizi bilsek de bilmesek de, hepimizin aynı gizli planın bir paçası olduğunu fark edecektim belki. Fakat gençtim. Kanım kaynıyordu. Üstelik bir de süper kahramandım. Böyle derin mevzular hiç ilgimi çekmiyordu.Gittim, kapıyı çaldım.Beni yaşlıca bir adam karşıladı. Nahit Bey’in konağının bahçıvanı ve bekçisiymiş. Nahit Bey’in, bekçi olamayacak kadar yaşlı bir adamı konağa dikmesinin saçma olduğunu düşündüm. Adama acıdım. Canını yakmadım.Süper kahramanlığa ilk adımımı attığım dönemlerde, çok daha basit durumlar için çok daha sert tedbirlere baş vurmuşluğum vardı. Mesela, aynı gün içerisinde, yolda yürürken yere tüküren üç farklı adamı dövmüştüm. Bir keresinde, elindeki dondurma ambalajını yere atan bir kıza çok ağır küfretmiştim. Sonra kızın abisi gelip benden hesap sormaya kalktığında da, çocuğun ağzını burnunu kırmıştım. O günden beridir kahvenin önünden her geçişimde bana selam verirler zaten.Birkaç ay bu şekilde geçtikten sonra, bu herifleri döve döve bitiremeyeceğimi anlayıp kendime daha sakin bir yol çizmeye çalıştım. Sonuçta, kahvedekiler bana selam veriyordu; ama hâlâ yerlere tükürmeye devam ediyordu ayılar.Tabii Nahit Bey’in bahçıvanı ve konak bekçisi Sait amcanın durumu biraz farklıydı. Enteresan bir adamdı. O anda dikildiği yerle hastane arasında duran tek şeyin sabrım olduğunu fark etmeden bana kafa tutup duruyordu. Densizliğini benim kim olduğumu bilmemesine bağlayıp geçip gitmek istediğimde karşıma dikiliyor, daha ileri gitmeme izin vermiyordu.O kapıya ulaşacaktım. Dünyayı ele geçirmek isteyen bir oda dolusu karanlık adamın bu amacına hizmet eden her şeyi olduğu gibi karanlık adamların kapısını da bulmalı, yok etmeli veya güvenli bir yere saklamalıydım.Kısa süre sonra bahçıvan ve bekçi Sait amcanın asıl güvendiğinin güvenlik kameraları ve o güvenlik kameraları aracılığıyla beni görerek üzerime çullanan güvenlik elemanları olduğunu anlayacaktım. Beni tartaklayarak gözdağı verebileceklerini sanan bu adamlar karşısında şiddete başvurmama politikamı bir kenara bırakıp, Allah ne verdiyse politikama geçtim.Birkaç saniye sonra yerde baygın yatmayan bir tek adam bile kalmadığı için karanlık adamların kapısının yerini sorabileceğim kimseyi bulamayınca, boş bir zamanımda bu Allah ne verdiyse politikam üzerinde biraz düşünme kararı aldım. Sonra da, kapıyı kendi başıma aramaya karar verdim.————————–(*) bkz. Yedinci Kasaba
yorumlar
Kesinlikle artik gidip bir yayineviyle anlasman lazim, Super Hero..”O kapı yüzyıllar boyunca o saray senin bu saray benim gezdikten sonra nasıl olup da bizim Nahit Bey’in kapısına takılmıştı bilmiyorum.”Anlatima bak yaa..:)
Çok güzel olmuş. Büyük bir keyifle okudum.
bir gün gazına gelip bir yayınevine gideceğim pbk, ama sonumun kahvedekilerin gazıyla yetenek – sizsiniz yarışmasına katılan yeteneksiz abilere benzemesinden korkuyorum 🙂
Super hero yine yaptın yapacağını.Gitmem gereken yere hazırlanmam için sadece 5 dakikam vardı ve geç kaldım an itibariyle..ne yazıyı okumadan ne de yorum yapmadan geçebildim.İyi bir reklamla kitabını tanıtman o kitabın okunması için yeterli olacaktır.Sağlam yazıyorsun işte okutacak o kitap kendini.Denemeden nereden bilebilirsin ki sonucu.En azından bir blogla tepkileri ölçerek işe başlayabilirsin.Nacizane tavsiyedir.
şu cümleden önce “ama yine de endişelerin varsa ” yazılacaktı.Çelişki oluyor arada bu cümle olmayınca.
Burada yazıyorum ya işte :)Şaka bir yana, artık yazılı basının ve geleneksel anlamda yayınevlerinin sonunun geldiğini düşünüyorum. Altı üstü 100 tane satacak kitap için kahırlarını çekmeye gelmez. Ama bir gün bu hikayeler için ayrı bir blog açmayı düşünmüyor değilm. Tek başına durduklarında kaç kişi okuyacak merak ediyorum.
Buna ben de katılıyorum.Yani bir, evde kitaplıkta duran yüzlerce kitaba bakıyorum,bir de internetten okuduğum yazıların kapladığı alana.Kağıt ve yer ziyanı diyorum.Ama kitaplardan birini elime aldığımda bakıyorum ki tadı bambaşka.Zaten kitap yazanlar büyük maddi beklentilerle yazmıyorlardır herhalde artık.Elle tutulabilir bir eser olsun,kağıt kokusu yazılarına sinsin diyedir çabaları.
Klavyenin tuşlarındansa, kitap sayfalarını yeğlerim. Her halde biraz geri kafalıyım galiba.
geri kafalılık değil.. kitap kokusu başkadır.. okudukça okuyası geliyor insanın.. kalem kağıtla yazmak daha güzel mesela.. kalem kokusu ilham veriyor insana..
Tabii ki geri kafalılık değil. Kağıdın kalemin lezzeti elbette ki bilgisayar ekranlarında yok. Ama bu, ileride bütün yazılı bilginin dijitala kayacak olmasını değiştirmez. Hem ekonomik açıdan hem de çok daha önemlisi ekolojik açıdan böylesi çok daha faydalı. Yazık o kadar kağıda.
Bahse girerim, ” Tatile gidemedigi icin balkonda oturan adam” cumlesini senin yazilarindan etkilenerek yazip, Isbankasi reklami yaptilar..
neredeyse hiç televizyon seyretmediğim için o reklamı kaçırmışım. ama sen söyleyince merak ettim şimdi.
kitap kokusunun yeri hakikaten başkadır. artık e kitap okuyan bunun için ufacık aletlerden kullanan biri olarak ben arada kendimi şımartıp biraz keyiflenmek adına normal kitap alıp burnumu içine gömüveriyorum.yazı fena değil bence. tarz hoş ama yayınevine gidip anlaşmalık da değil. yontulması gerek hala diye düşünüyorum.
Keyifle okuduğum güzel bir yazıydı. Paylaşım için teşekkürler.
beğenmene sevindim. 🙂
Güzel paylaşım teşekkürler.