Bizde çok yaygın olan bir inanış vardır. Kurnazlık daima zeka ile karıştırılır. Oysa ikisi çok farklıdır. Bu bakımdan da her ikisinin gelişim yönleri de farklıdır. Kurnazlık “Üç Kağıtcılık” ile yarenlik ederken kıvrak zeka “Pratik Çözüm” ile kol kola gezerek flört eder. “Kurnazlık”ın gen’lerle, dna’larla falan alakası yoktur. Tamamen görsel ve sonradan edinilen bir yetenektir. Biz şimdi ekolümüze uygun olmayan “Kurnazlık”ı bir kenara bırakıp “Zeka” ile ilgilenelim.
Zeka”nın bir de “Kıvrak” versiyonu vardır. Yani zeki olmak başka bir şey, kıvrak zekaya sahip olmak başka bir şeydir. Bu konu, Avrupa ülkelerinde yetişme tarzından dolayı çok şaşırtıcı örnekler yaratmıştır. Zeka, Avrupa’da bulunamayan bir nimet değil. Milyonlarca Avrupalıda mevcut. Ancak ne hikmetse “Kıvrak Zeka” için pek o kadar yüksek rakam veremiyoruz. Hatta “Zeka” bile Avrupa’nın batısına doğru gittikçe azalıyor, güneyine doğru indikçe artıyor ve güney Avrupada en doruğa ulaşıyor. Ama yine de Türkiye’deki “Kıvrak Zeka” ile yarışması olanaksız. Daha da iddialı konuşursak yan kulvarda bile koşamaz, ancak tribünden seyredebilir.
Sözünü ettiğimiz kıtada zeki insanlar biraz mekanik düşünüyor gibi geliyor bana… Bizi şaşırtmakta güçlük bile çekiyorlar ve yaratıcılıkları da o derece sınırlı oluyor. Neden Avrupalılar zeka gerektiren işlerde başarılı oluyor da kıvrak zeka gerektiren basit işlerde çuvallıyorlar? Elbette bütün bunların bir açıklaması var ama önce şu “Kıvrak Zeka” dediğimiz her neysenin nasıl bir şey olduğuna bakalım.
Anlatması çok zor. Örneklerle yola çıkalım. Diyelim ki; arabanıza doluşmuş, ailecek ve hatta sülalecek kent çevresinde tura çıktınız. Aslında sülaleyi woswos’a sığdırmak da bize mahsus bir “Kıvrak Zeka” dır. Neden olmasın? Elin adamı 4 fili woswos’a sığdırıyor, “Nasıl sığdırdın?” diye sorunca “İkisini öne, diğer ikisini arkaya oturttum” diyor da biz “Büyükleri öne, çocukları arkaya oturttum” mu diyemeyeceğiz? Neyse, konuyu dağıtmayalım, trafiğin 3-5/gün olduğu bir yola girdikten az sonra lastiğiniz patladı. Sülaleyi arabadan indirdiniz, bagajı açtınız, stepne ve krikoyu aldınız, aracınızı kriko ile kaldırdınız ve 4 adet bijonu söktünüz, patlak lastiği çıkardınız. Ama bir aksilik oldu, stepneyi alırken lastik bijonlara çarptı ve 4 bijon da hemen yanınızdaki yağmur suyu rögarına düştü. İşte kıvrak bir zekaya sahipseniz sorunu hemen çözersiniz. Ama değilseniz, bijonları atık su deşarj kanalının ucunda yakalamak düşüncesine bile girmeye başlar ve bunun da olanaksızlığını farkedersiniz. O zaman olduğunuz yere çöker, bir sağınıza bir solunuza bakmaya başlarsınız. Böylece tam da tımarhanenin önünde olduğunuzu ve bir pencerenin demir parmaklıkları arasından birinin sizi izlediğini farkeder, onunla göz göze gelirsiniz. Yatan hastalardan birisidir ve halinize dayanamaz seslenir.
– Ulan salak! Ne oturuyorsun orda öyle?- Bijonlar rögara düştü stepneyi takamıyorum.- Aptal! Sök öbür lastiklerden birer tane hepsi 3 bijonlu olsun, seni lastikciye kadar idare eder.İşte kıvrak zeka!Hemen oturduğunuz yerden kalkar, işi tamamlayıp bagajı kapatırken keyfinizden bir de size bu aklı veren adama sataşırsınız.- Hemşerim! Sen bu kadar akıllısın da neden kapattılar seni o tımarhaneye?- Ulan salak! Biz burada delilikten yatıyoruz, salaklıktan değil.Bu da sizi dumur etmeye yeter.Avrupalı zekasının kıvraklığını daha okul çağına gelmeden köreltiyor. Bildiğimiz gibi birey haklarına, bireylerin özgürlüklerine önem veren, başkasının ne yaptığına hiç karışmayan Avrupalı, genelde bu stratejiyi kendi çocuklarına da uyguluyor. Trende giderken annesiyle oturan bir Avrupalı çocuğun annesi tarafından birey olmaya zorlanması da çok acaip bir olgu değildir. Anne kendi kitabını okurken çocuğun eline de bir resimli kitap verir. Onunla mümkün olduğunca ilgilenmeyerek kendi başının çaresine bakmasını sağlamaya çalışır. Ama çocuk trenin camından bakarken veya elindeki kitabı okur gibi yaparken aklına gelen binlerce şeyi annesine aktarmaktan vazgeçmeyecektir.- Anne, ineklerin memeleri var değil mi?- Evet- Anne, ineklerde bizim gibi süt içiyor değil mi?- Evet- Onlar da bizim gibi inek sütü mü içiyor?- Evet- Biz onların sütünü neden içiyoruz. Onların sütü bitmez mi?- Hayır- İnekler bizim sütümüzü içseler yaşayabilirler mi?- Evet- Anne, bu kitaptaki leylek gagasında bir bebek taşıyor. Ben de böyle mi geldim?- Hayır… (Böyle devam eder gider)Konuşmaya kulak misafiri olduk. Anne çocuğun zeki ve kıvrak sorularını “Evet” ve “Hayır” ile bertaraf etmiş. İnekler ve leylekler konusunda cocuğu biraz daha uyarayım, eğlenceli bir şekilde öğretici olayım düşüncesini aklından bile geçirmiyor. Ama bu onun da suçu değil ki… O da öyle yetişmiş. İşte yılların Avrupalılar üzerine yüklediği yük. Sadece bireyci ve kuralcı olmayı öğreniyorlar. Kuralların ve toplumun işlemediği durumları yöneticilerine bırakmayı tercih etmişler. Oysa uyarılmayan bir çocuğun zekası kıvrak olmaz, beklenmedik durumlarda ne yapacağını bilemez, çuvallar. Sadece verileni öğrenir, söyleneni yapar, kurallara uymayan işlerle uğraşmaz. Batı Avrupalının “Kıvrak Zeka” eksikliğinin önemli bir bölümü işte bu anne/baba davranışı ile açıklanabilir. (Devam edecek)
Talat Turgay