“Sayısız sığınak vardır, ancak kurtuluş yolu tektir; ama kurtuluş olanakları yine de sığınaklar kadar çoktur”. F. KafkaÜzerinde: “Çok az kitap hayatınızı değiştirebilir. Bu kitap değiştirecek” yazan bir kitabı elimize aldığımızda başımıza gelecekleri tahmin etmemiz gerekir. Çünkü genellikle edebiyat alanında kendi değerini kendi biçen, okumadan okuyucuyu yönlendirip etki altına almaya çalışan, tevazu özürlü eserlerin çoğu kitapevlerinin çoksatanlar raflarını süsler. İlginç olduğu varsayılan bir hikâyeyi, çeşitli “esinlenmeler”, yüzeysel toplumsal değerlendirmeler, lise ders kitaplarına yaraşır psikolojik tahlillerle anlatan, okuyucu kitlesinin zeka yaşını on altı ile sınırlayan bu kitapların herhangi bir insanın hayatını değiştirdiğini görmedim, görene de rastlamadım. Çoksatan her kitaba karşı önyargıyla yaklaştığım zannedilmesin. Tam tersine iflah olmaz bir çoksatan okuyucusuyum. İnsanı yoran ağır metinlerin ardından okuma etkinliğini rahatlatmak için okurum bu kitapları. Bir taraftan da “insanlar bu kitapları neden okur” merakı dürtükler beni.Geçenlerde yine dürtüklendim ve elime kapağında yukarıdaki değişim çağrısı bulunan ZAR ADAM geçti. Tam da arka kapakta yazdığı gibi bir solukta okuyup bitirdim kitabı. Yazarımız Luke Rhinehart okuyucuyu yormayan tarzı da gayet etkili oldu bunda. Fazla uzamayan cümleler, belirli satır sayısını geçmeyen paragraflar, oradan buradan apartılmış küçük hikayecikler –misal kelebek mi Chuang Chu mu hikayesi- insanın okuma hızını arttırıyor. Hayatım değişti mi? Hayır. Lakin kitap bittikten sonra birkaç soru takıldı kafama: İnsanlar neden bir şeylerden kaçmak ister? Sığınak gerçekten gerekli midir? Sığınaklar yaşamımızı güzelleştirebilir mi? Bu yazı bu soruların etrafında dolaşan sayıklamalara yataklık edecek.Bir Kaçış Yolu Olarak SığınakBir tehlikeden kaçmak için sığınmak, insanlık tarihi kadar eski bir eylem. Vahşi hayvanlardan korunmak isteyen ilkin insanla bugünkü insan arasındaki fark ise, ilkin insanın dış etkenlerden, modern insanın ise kendinden kaçmak için sığınağa ihtiyaç duyması galiba… Dış dünyanın kötülüklerini, haksızlıklarını gören modern insan toplumun göbeğinde olduğunun, dolayısıyla tüm kötülük ve haksızlıkların öznesi olduğunun farkına varır. Bu farkına varış insanı ya isyana ya da kaçmaya sürükler.Ekonomik krizle birlikte ortaya çıkan toplumsal ve kültürel kriz durumlarında sığınak piyasası canlanır. Kriz, insanın kendisiyle hesaplaşması için geniş bir alan açar. Gündelik yaşamın tek düzeliği, hayal edilen yaşam ile yaşanan arasındaki açı farkı, mesleki, kültürel, cinsel beklentilerin karşılanamaması vs bir kâbus gibi çöker insanın üstüne. Bu durum bir taraftan olumlu bir süreçtir: gerçeklik tüm çıplaklığıyla karşımızdadır. Bir şeyleri değiştirmenin ilk adımı değiştireceğimiz şeye dair bilinç geliştirmekse, ikinci adım ise değiştirmeye yönelik eylemi örgütlemektir. Bu noktada tam da Kafka’nın ikilemi ortaya çıkar: Kişi, ya kurtuluş yolu arayacak ya da arkasına bakmadan sığınağa topuklayacaktır. Arkadaş sohbetlerinde sıklıkla dillendirilen, sahil kasabasına yerleşme, kendini doğaya adama, insanlardan uzak bir yerlere gitme fikirleri ile kendini gösteren topuklama faaliyetlerini aklımıza getirelim mesela.Sığınak, genellikle toplumsal durumun dışında kalmayı tercih eden, dünyanın yoksulluğunu, insanların çaresizliğini, toplumsal kurtuluşun olanaksızlığını savunan ve kendine steril bir hayatı reva gören orta sınıfların ihtiyacı olarak ortaya çıkar. Sığınağın karanlık dehlizlerinde insanların “aptallıkları”, toplumsallaşan kötülük, her yanı kaplayan suskunluktan uzakta kendi yaşamını kurabileceğini düşünür sığınmacı. Oysa unutmaması gereken gerçek, kendisinin de toplumun içinde bir özne olduğudur… Kısacası kaçış diye bir şey yoktur, sığınak diye bir şey yoktur, dahası kendine layık gördüğü “fildişi kule” yoktur.Fildişi Kule Kalmadıysa Zar VerelimLuke Rhinehart’ın ZAR ADAM’ının iddiası, insanın günlük yaşamın rutininden kurtulma olanağı olduğu, bunun da onu özgürleştireceği üzerine temelleniyor. “Gündelik hayatından monotonluğundan sıkılmış psikiyatrist Luke Rhinehart Manhattan’da eşi ve iki çocuğuyla yaşamaktadır. Hem Batı hem de Doğu felsefelerinin hayatın anlamı alternatiflerinden tatminsizlik yaşayarak basit zar atışlarıyla kendi dinini oluşturarak hayatını sonsuza kadar değiştirir. Rhinehart ve hastaları kısa zaman içinde ebedi kurtuluşlarının tek yolunun her şeyi zarların kararına bırakmak olduğuna inanmaya başlarlar. Luke, seks, uyuşturucu ve terapi hakkındaki zar atışlarıyla yeni dinini muhafazakar davranış ve ahlak çöküntüsünün esprili bir birleşimine dönüştürür. O bu düşünceyle kendi yaşantısını ve dünyayı değiştirmeyi amaçlamaktadır”. İnternette neredeyse tüm tanıtım yazılarında yukarıdaki özetle karşılaşıyoruz. İddia büyük: Kendi yaşantısını ve dünyayı değiştirmek. Peki gerçekten dünya bu yolla değiştirilebilir mi?Rhinehart’ın eylemi basit: Zar atmak. Yaşamına dair alacağı kararları zarlara havale eden kahramanımız, bu yolla monotonluktan uzak fantastik bir dünyayı olanaklı kılıyor. Kitabın geneline hâkim olan söylem, zarın kendi yaşamımızı aydınlatacağı fikri. Kendi durumumuzu net bir şekilde görüp, bastırmaya çalıştığımız duygu ve arzularımızı serbest bırakırsak özgürleşebiliriz. Çünkü kendimizden kaçtıkça gündelik yaşam denilen boğucu gerçeklikte çakılıp kalırız. Zarlar arzularımızı, hayallerimizi, duygularımız açığa vurma şansı tanıdıkça, içimizdeki kendini gerçekleştirme potansiyelini tetikledikçe özgürlüğe bir adım daha yaklaşırız.İlk bakışta insanı tavlayan bir söylemle karşı karşıyayız. Zarın insafına terk edilen bir yaşam ile kendini gerçekleştirme. Peki, şu soru hala cevapsız değil mi: Bu düzenin içinde yaşamlarımızı devam ettirirken gerçekten özgür olabilir miyiz? Zar Adam bu soruyu evet diye cevaplardı muhakkak. Onu ilgilendiren insanlığın kurtulması değil, tek tek insanların kurtulması. Zar öyle güçlü bir belirleyene dönüşür ki kendi müritlerini oluşturmaya başlar. Basit bir oyun aracı yaşamları kontrol etmeye başlayan bir puta dönüşür. Kurtarıcı ne mesihtir, ne de bir süper kahraman. Kurtarıcı üzerine sayıları gösteren bir küp olarak karşımıza çıkar. Zarın belirlediği yaşamlar, insanın kendini sorgulamasına, kendini tanımasına, dahası bir aydınlanmaya yol açmaz artık. Çünkü insanın özgür iradesi bu sefer de zar tarafından iğdiş edilmiştir. Kısacası sistemin iğdiş edici cenderesinden kaçan kişi, bu seferde kendi yarattığı putun iğdiş mekanizmasına kaptırır kendini.Bunca laf kalabalığı yaptıktan sonra en başta sorduğum soruları yanıtlamam gerekiyor galiba. İnsanların gündelik hayatın açmazlarından, yarattığı boğuntudan, insanı kendine uzaklaştıran ritminden kaçmak istemesini bir dereceye kadar anlaşılır bir şey. Ama bunu için gerçekten sığınaklar gerekli mi bilmiyorum… Çünkü her sığınak bir süre sonra insanı kendi içine hapsetme eğilimi taşıyor. Bu yerleşmeye çalışacağımız sahil kasabası da olabilir, zardan inşa ettiğimiz bir yaşam da. Sığınakların yaşamımızı bir süre güzelleştirebileceğini de söyleyebiliriz. Çünkü rutinin yıkılması insanda kısa dönemli bir ferahlama yaratacak, bu da insanda özgürlük yanılsaması yaratacaktır. Ama kendi varoluşunu aşkın bir gücün insafına terk ettikten sonra bir özgürleşmeden bahsetmek en hafif ifadeyle safdillilik olur. Özgürlüğün bu şekilde ayaklar altına alınması, yeni bağımlılık ilişkiler içerisine sokulmamıza yol açar. En sonu sığınağımız hapishanemiz oluvermiştir işte. Yani başladığımız noktaya geri döndük. Özgürlüğümüz yine tutsak edildiğine göre, yeniden kurtuluş yoluna dönmemiz gerekiyor galiba, ne dersiniz?