Billy Elliot (2000)<10/10>*****Hikaye 1984 – 1985 yıllarında İngiltere’nin kuzeydoğu sahilindeki bir maden kasabasında geçer (Maden kasanbası mı madenci kasabası mı? Kasaba mı maden için maden mi kasaba için?). Kahramanımız Billy Elliot, 11 yaşındadır. Maden işçileri olan babası ve ağabeyiyle, yaşlılık nedeniyle gelgit akıllı olmuş büyükannesi ile birlikte yaşamaktadır. Annesi bir yıl önce vefat etmiştir ve onun yokluğunda aile bağları gevşemiş, mayhoşlaşmıştır. Babası tarafından boks kursuna gönderilmektedir. Ama Billy’nin içinde, boksör olma isteği değil, bir ortaya çıktı mı artık gem almaz olan bir dans etme tutkusu vardır. Billy’nin kaderinde, babası ve ağabeyi gibi maden işçisi olmak yazılı değildir.Filmin voltajı yer yer düşüyor. Özellikle babanın önce büyük sonra küçük oğluna vurduğu sahneler yerine oturmamış gibi duruyor. Ama film insanın ne ise o olması gerektiği temasını (dansı seviyorsan dans et, eşcinselsen kendinden utanma vb.), Çaykovski’nin haşmetli “Kuğu Gölü” müziği eşliğindeki muhteşem bir finalle öyle güzel taçlandırıyor ki hiçbir pürüzü görmez oluyor göz. Kimileri yerin yedi kat dibindeki madene inerken, kimileri de hayallerini gerçekleştirip sahnede kanatlanıyor. Ama maden işçileri de bale izleyebilir, değil mi?Bu film yine İngiliz işçi sınıfını ve hayalleri olan bir çocuğu anlatan Ken Loach’ın “Kes” (1969) filmini hatırlattı bana. İki film madalyonun iki yüzünü gözler önüne seriyor sanki, ruh ikizi gibiler. “Kes” daha fazla olumsuz yüze odaklanırken “Billy Elliot” olumlu yana koyuyor yüreğini.Billy’nin bale okuluna gitmek için ailesinden ayrıldığı sahne, hele büyükannenin torununu bağrına basışı, yüreği doldurup ‘aile her yerde aile, insanlık; büyük bir aile’ dedirtiyor insana.Billy’nin dans ederken ne hissettiğini soran bale öğretmenine verdiği yürekten cevap: “Bilemiyorum. [Bir süre duraklar] Sadece iyi hissediyorum işte. Başlangıç zor oluyor. Bir kere başlayınca, sanki her şeyi unutuyorum. Bu sanki… Bir tür yok oluş. Bir tür kayboluş. Sanki içimdeki her şey değişiyor. İçimde bir ateş varmış gibi. Dans ederken sanki bir kuş gibi uçtuğumu hissediyorum. Elektrik gibi. Evet. Tıpkı elektrik gibi.”