bildirgec.org

gary lewis hakkında tüm yazılar

Yes (2004)

queennothing | 09 November 2010 09:19

Yaratıcı, özgün ve değerli bir yönetmen olan 1949 doğumlu İngiliz asıllı Sally Potter‘ı Virginia Woolf’un romanından uyarlanan 1992 çıkışlı “Orlando” ve Johnny Depp, Christina Ricci ve Cate Blanchett‘in rol aldıkları 2000 çıkışlı “The Man Who Cried” adlı yapımlardan tanıyoruz. Bugüne kadar altı filmin yönetmenliğini yapan Potter, 2004 senesinde vizyona giren sinema filmi “Yes“in de yönetmenliğini yaptı. Farklı olmayı; Doğu ile Batı’yı, farklılıkların doğurduğu aşkı ve farklılıkların zedelediği aşkı anlatan drama filmi “Yes”, İngiliz Film Ödülleri’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne aday gösterilirken, iki film festivalinde çeşitli dallarda ödüllere layık görüldü.

Amerikan bir bilim kadını ile asıl mesleği doktorluk olan, lakin çeşitli sebepler yüzünden Amerika’ya yerleşip aşçılık yapmak zorunda kalan bir adamın tutku dolu yasak aşkını anlatan film, lafı “hiçbir şey yok olmaz, sadece yeri değişir” mantığıyla petrole aç emperyalizme, Müslümanlık ve türbana, Amerikan rap yıldızı Eminem’den Mc Donald’s’a ve tabii ki bilim insanlarına kadar getirip usul usul içlerimize işliyor.

Yüreğinin Götürdüğü Yere Gitmek

viyalord | 03 November 2009 15:09

Billy Elliot (2000)

*****

Hikaye 1984 – 1985 yıllarında İngiltere’nin kuzeydoğu sahilindeki bir maden kasabasında geçer (Maden kasanbası mı madenci kasabası mı? Kasaba mı maden için maden mi kasaba için?). Kahramanımız Billy Elliot, 11 yaşındadır. Maden işçileri olan babası ve ağabeyiyle, yaşlılık nedeniyle gelgit akıllı olmuş büyükannesi ile birlikte yaşamaktadır. Annesi bir yıl önce vefat etmiştir ve onun yokluğunda aile bağları gevşemiş, mayhoşlaşmıştır. Babası tarafından boks kursuna gönderilmektedir. Ama Billy’nin içinde, boksör olma isteği değil, bir ortaya çıktı mı artık gem almaz olan bir dans etme tutkusu vardır. Billy’nin kaderinde, babası ve ağabeyi gibi maden işçisi olmak yazılı değildir.

Filmin voltajı yer yer düşüyor. Özellikle babanın önce büyük sonra küçük oğluna vurduğu sahneler yerine oturmamış gibi duruyor. Ama film insanın ne ise o olması gerektiği temasını (dansı seviyorsan dans et, eşcinselsen kendinden utanma vb.), Çaykovski’nin haşmetli “Kuğu Gölü” müziği eşliğindeki muhteşem bir finalle öyle güzel taçlandırıyor ki hiçbir pürüzü görmez oluyor göz. Kimileri yerin yedi kat dibindeki madene inerken, kimileri de hayallerini gerçekleştirip sahnede kanatlanıyor. Ama maden işçileri de bale izleyebilir, değil mi?