bildirgec.org

viyalord

11 yıl önce üye olmuş, 3 yazı yazmış. 0 yorum yazmış.

Uyarmadılar Demeyin!

viyalord | 10 November 2009 11:28

Tonlarca insan!
Tonlarca insan!

Soylent Green (1973), Richard Fleischer‘ın, Harry Harrison’ın aynı adlı romanından uyarladığı, 2022 yılında, nüfusu kırk milyonu bulmuş bir New York şehrini sahne olarak kullanan bir karşıt-ütopya (distopya).
Aşırı nüfus artışı ve çevre kirliliğinin doğurduğu sera etkisi medeniyeti bitme noktasına yaklaştırmıştır. Öyleki yaşlı bir insan bir parça sığır eti görebildiğinde gözyaşlarına kapılmakta, eski güzel günleri görmeyen yaştaki bir adam musluktan akan suyu ve bir kalıp sabunu görünce çok şaşırmaktadır. Gerçek sebze, meyve bulmak zenginlerin bile güçlükle başarabildikleri bir şeydir. İnsanların bir kısmı bina merdivenlerinde yatıp kalkmakta, bu yeri başkalarına kaptırmamak için silahla nöbet beklemektedir. Makineler bozulmakta, tamirinde güçlük çekilmektedir. Ölen insanların cesetleri çöp öğütme merkezine gönderilmektedir.
Böyle bir dünyada (eski güzel günleri görememiş bir yaşta) yaşlı kâtibi Sol ile bir dairede yaşayan 14. Bölge dedektifi Thorn’un (Charlton Heston) önüne çözmesi için bir suikast vakası gelir. Bu davayı çözmek isteyen Thom korkunç gerçekle yüzleşmek zorunda kalır.
Filmin en etkileyici bölümü şu bence: Eski güzel günleri görme fırsatı olmuş Sol (Edward G. Robinson), 2022 yılının dünyasına bir türlü uyum sağlayamaz. Bir de herkesten gizlenen gerçeği öğrenince kararını verir. Yeni dünyaya uyum sağlayamayan insanlara mutlu bir ölüm imkânı sağlayan ve “Home / Yuva” gibi sıcacık bir ismi olan merkezlerden birine gider. Gerekli evrakları imzalar. Son derece nazik çalışanlar eşliğinde beğendiği renkteki odaya gider.

İyi İşçilik Yeterli Değil

viyalord | 04 November 2009 13:18

Gözler kalbin aynasıdır, bu imajda onun kalbini göremiyoruz.
Gözler kalbin aynasıdır, bu imajda onun kalbini göremiyoruz.

The Aviator / Göklerin Hakimi, kıdem aldıkça lafı ağzında geveler olan yönetmen Martin Scorsese‘nin 2004 tarihli filmi.1905-1976 yılları arasında yaşayan sinema yapımcısı, pilot, uçak tasarımcısı, hava yolu şirketi sahibi, hastalık hastası, paranoyak, yarı sağır, şımarık, zengin Howard Hughes’un yaşamının 1927 – 1948 arasındaki bölümünden kareler…ABD’li kafadan sakat zengin bir adamın hayatından parçaları (daha doğrusu bu filmi yapanların onun hayatına dair yorumunu) izlerken ne beklemeliydim tam olarak bilmiyorum ama aslına uygun kostüm terziliği ve mekân işçiliğinden daha fazla bir şey beklediğim kesin. Çünkü ekranda gördüğüm şey beni kesinlikle tatmin etmedi.Fazlasıyla Freudiyen bir film bir kere. Hughes çocukken, annesinin özenli temizlik alışkanlığı yüzünden, salgın hastalık nedeniyle ölmekten kurtulmasından öyle etkilenmiş ki, bize gösterildiği haliyle, ömrünü hep çocukluk korkuları yönetmiş.

Yüreğinin Götürdüğü Yere Gitmek

viyalord | 03 November 2009 15:09

Billy Elliot (2000)

*****

Hikaye 1984 – 1985 yıllarında İngiltere’nin kuzeydoğu sahilindeki bir maden kasabasında geçer (Maden kasanbası mı madenci kasabası mı? Kasaba mı maden için maden mi kasaba için?). Kahramanımız Billy Elliot, 11 yaşındadır. Maden işçileri olan babası ve ağabeyiyle, yaşlılık nedeniyle gelgit akıllı olmuş büyükannesi ile birlikte yaşamaktadır. Annesi bir yıl önce vefat etmiştir ve onun yokluğunda aile bağları gevşemiş, mayhoşlaşmıştır. Babası tarafından boks kursuna gönderilmektedir. Ama Billy’nin içinde, boksör olma isteği değil, bir ortaya çıktı mı artık gem almaz olan bir dans etme tutkusu vardır. Billy’nin kaderinde, babası ve ağabeyi gibi maden işçisi olmak yazılı değildir.

Filmin voltajı yer yer düşüyor. Özellikle babanın önce büyük sonra küçük oğluna vurduğu sahneler yerine oturmamış gibi duruyor. Ama film insanın ne ise o olması gerektiği temasını (dansı seviyorsan dans et, eşcinselsen kendinden utanma vb.), Çaykovski’nin haşmetli “Kuğu Gölü” müziği eşliğindeki muhteşem bir finalle öyle güzel taçlandırıyor ki hiçbir pürüzü görmez oluyor göz. Kimileri yerin yedi kat dibindeki madene inerken, kimileri de hayallerini gerçekleştirip sahnede kanatlanıyor. Ama maden işçileri de bale izleyebilir, değil mi?